PDA

View Full Version : Türkiye'de Endüstriyel Futbol



dnz498
09.Ağustos.2006, 19:28
Fenerbahçe geleceğinden yiyor

Futbolumuzun mali yapısını mercek altına alan Tuğrul Akşar’a göre Beşiktaş dışındaki ‘büyükler’ pembe tablo çiziyor. Özellikle de Fenerbahçe…

Futbol… Dünya coğrafyasında dönencesi en uzun oyun… Suyun kabının şeklini alması misali, farklı toplumsal angajmanlar içinde kullanılagelen sihirli icat… Sokak arasında ‘gol atan galip’ ile hedeflenen nokta, Avrupa’nın futbol agoralarında paha biçilemez kupalara kadar uzuyor. Amaç aynı: En iyi olmak. Yani iktidar…

Yeryüzünün en görkemli oyununda, yönetici zümresi içinde taraf olan herkesin kendi gücü nispetinde pastaya ortak olma çabası, çocukluğumuzun masum oyununu, ‘iktidar nesnesi’ haline sokuveriyor. Bu süreçte tekâmül eden bir organizma misali, futbol her geçen gün büyüyor ve içinde yeni organlar, yeni yapılar üretiyor. Bu organların tek bir güce ihtiyacı var; o da para.

Günümüzde futbola giydirilen elbisenin kimilerince ‘endüstriyel futbol’ kimilerince de ‘kapitalist futbol düzeni’ diye lanse edildiği yeryüzünde G-14 gibi dev oluşumlar, futbolun patronları FIFA ve UEFA ile tehlikeli danslara girişirken, güçlerinin ve o pazarın en kuvvetli aktörleri olduklarının bilincindeler. Çünkü en çok onlar izleniyor, en çok onlar isteniyor. FIFA da UEFA da lokal federasyonlar da biliyor ki, var olmaları için, o takımlara muhtaçlar.

Peki, bizde durum ne? Türkiye sınırları içinde ifade etmesi bile zor olan ‘futbol endüstrisi’ hâlâ bakir topraklar misali yeni keşifleri bekliyor. Bu keşfin ‘üç büyükler’ ve biraz da Trabzon; ama en çok da F.Bahçe ve G.Saray tarafından yapıldığını hepimiz biliyoruz. Avrupa kulüplerinin web sitelerine inecek kadar şeffaflaşan malî tabloları söz konusuyken, içinde yaşadığımız karanlık odayı aydınlatacak, en azından tasvir edecek kimse yok mudur? Bu soruya cevap arayanlar için Tuğrul Akşar önemli bir fırsat…

Türk futbolunun ilk Avrupa fethine denk gelen 2000 yılından sonra ntvmsnbc.com’da yazdığı ilginç makalelerle karşımıza çıkan Tuğrul Akşar, kimsenin bakmadığı bir yere bakarak, Türk futbolunun küçük arka bahçesi olan ekonomik yapısını keşfe davet ediyordu bizi. Arka bahçenin Avrupa’da hiç de küçük olmadığını gösteren Akşar, birçok yayında düşüncelerini sergiledi. Spor yazarlarının göz kırpmalarına rağmen altından kalkamayacakları düşüncesiyle üzerine eğilmeye cesaret edemedikleri bir yapıyı ters yüz eden Akşar, emeklerini 2005’te, Endüstriyel Futbol’u yazarak taçlandırdı: “Bankacılıktan gelen bir finans bilgimin oluşu, futbolun görünmeyen yüzüne odaklanmamı sağladı. Hafif hafif yazarken, olayın arka planında çok önemli iktisadî gerçeklerin yattığını gördüm. Fark ettim ki kulüplerimizin lig pastasından aldıkları pay, kendi aralarındaki rekabet, Avrupa’dakinden çok farklıydı. Bunları kurcalarken Endüstriyel Futbol ortaya çıktı.” Futbol, genelinde de spor kitaplarının Türkiye’deki satışları ölçü alındığında, Akşar’ın 1500 tane basılan kitabının 978’inin satılması, hele de teknik bir kitap olduğu düşünülürse, bir tebessüm düşürüyor yüzümüze.

Tuğrul Akşar, yaptıkları işi tamamen rakamlar içine gömmek istemediklerinden hareketle, bu yıl Kutlu Merih’le birlikte Futbol Ekonomisi isimli kitaba imza attı. Kitapta, Türkiye’de futbolun ortaya çıkışından dünya futbolunun bugünkü ekonomik yapısına kadar geniş bir dizge yer alıyor. Kendisi özel bir bankada yönetici olan Akşar’ın futbola olan gönül bağından kaynaklanan merakı, bugünlerde birçok akademisyenin de eline kalem aldığı bir alanda uzmanlaşmasını sağlamış. “Bu alanda çalışan insanlarla tek bir çatı altında toplanmaya karar verip, 2005 yılında Futbol Ekonomik Stratejik Araştırma Merkezi’ni (FESAM) kurduk. Futbolun idarî, malî ve satış kısmında çok önemli problemler olduğunu gördük ve ‘Türk futbolu, dünya futbolundan ne kadar pay alabilir’in arayışı içinde bu oluşum içine girdik.” diyen Tuğrul Akşar’ın öne çıktığı FESAM, futbolla ilgilenenler için çok önemli bir platform. Ekonomik veriler düzleminde kurak bir çölü andıran futbolumuza yönelik önemli makaleleri ve analizleri yayımlayarak adeta bir vaha sunan FESAM’ın internet sayfalarında dünya medyasında çıkmış önemli futbol yazıları ve haberlerine de gün be gün ulaşıyorsunuz.

GALATASARAY 1996’DA AVRUPALI OLDU

G.Saray’ın 2000 yılında kaldırdığı UEFA Kupası’nın ardından, zihnini kurcalayan futbol ekonomisini ciddiye alıp araştırmaya başlamış, Tuğrul Akşar. Yaptığı hummalı çalışmalar sırasında adeta bir bilgi arkeolojisine giriştiği için G.Saray’ın bugün içinde bulunduğu malî krizin sebeplerine oldukça hâkim. Sarı-Kırmızılılar’ın 1989’da Steau Bükreş’le yarı final oynadıktan sonra Avrupa kupalarını vizyona çıkardığını vurgulayan Akşar, 1996 yılına kadar borcu olmayan bir G.Saray’da bütçenin muazzam işlediğini tespit etmiş: “1996’da ciddi bir vizyon değişikliği yapılıyor. Bu esnada öz kaynaklar yetersiz olduğundan, borca dayalı finansman modeli esas alınıyor. G.Saray bunun sonucunda 2000’de UEFA Kupası’nı kaldırarak marka oluyor. Ancak alınan borçlar, 2000 ve 2001 krizleriyle büyük kambur oluşturdu.”

UEFA Kupası’nın kazınılmasının ertesi yılında G.Saray bütçenin S.O.S. verdiğini herkese deklare etmiş ve ciddi bir küçülme eğilimine girmişti. Tuğrul Akşar’a göre malî anlamda ipler de o dönemde kopuyor: “2001 yılında başkan Mehmet Cansun’un ‘Bizim Avrupa’da hedefimiz yok. Küçülüp, mütevazı bir takımla Türkiye’de oynayacağız’ demişti. Fatih Terim döneminde takımın 35 milyon doları bulan maliyeti, Lucescu döneminde 15 milyon dolara düştü. Bu kadar küçülmeye rağmen, kaynak israfının arkasından da halka arza açıldılar. Oradan 20,5 milyon dolar gelir elde edip, borçların ödenmesinde kullandılar. Ama 9 milyon dolara Serkan, 10 milyon dolara Bülent Akın alınınca, deliğin büyümesi kaçınılmazdı.”

Futbol ekonomimizin en kronik hastası G.Saray’mış gibi görünse de Tuğrul Akşar’a göre bu bir yanılgı. “G.Saray çok şeffaf olduğundan öne çıkıyor. F.Bahçe’de borcun ne olduğu konusu net değil. Böyle olunca, F.Bahçe’yi borçsuz gösteriyorsunuz.” diyen Akşar’a göre Sarı Lacivertli kulübün bugün 50 milyon dolar civarında banka borcu var. 95-96 milyon dolar civarında da çeşitli borçları... O, faaliyet raporlarında yıllık 106 milyon dolar gider yazarken, gelir hanesinde yazan 96 milyon doların gerçeği yansıtmadığına inanıyor: “3-5 yıllık gelirler, o yılın geliriymiş gibi yazılamaz. Normalde bir gelir elde edip, bunu Sportif A.Ş.ye temlik ediyorsunuz. Sportif A.Ş.den size geri geliyor. Bunları arındırdığınız zaman yaklaşık 70 milyon dolar civarına iniyor, F.Bahçe’nin gelirleri. Giderler değişmiyor, çünkü o yıla aitler. 35-36 milyon dolarlık bir fark çıkıyor ortaya.”

Türkiye’de 100 milyon dolar bütçeli bir kulüp olmayacağını iddia eden ve bunu somut temellere dayandıran Akşar, bunları internette de yayımlamıştı. Ardından çok ilginç bir diyalog da yaşanmış. “Aziz Yıldırım, ‘Başkan olacak kişiye anlatacağım özel şeyler olacak’ diyor. Hani kulübü Deloitte’a denetletiyordunuz, her şey açıktı? ‘Türkiye’de 100 milyon dolarlık kulüp yoktur’ dediğimde F.Bahçe Mali İşler Koordinatörü Albdülkadir Kuşin bana ‘Vardır, o da F.Bahçe’dir’ diye cevap gönderdi. Ben de ‘Gelin, tartışalım’ dedim. Bir cevap gelmedi.”

Transfer döneminde özellikle büyük takımların taraftarlarının en büyük isteği, yıldız futbolcuların transfer edilmesidir. Kulüp maddi krizde olsa bile taraftar mutlu olmak ister. Ancak kulübün kasasında ne vardır, kimse bilmez. Ağızları açık bırakan değerler telaffuz edilirken, yapılacak yorumlar hep aynı yönde kesişir: Biz paralı takımız. ‘Burada duralım’ diyor, Tuğrul Akşar ve pembe tabloların anlamsızlığı üzerinde duruyor: “Cari işlemlerini döndürebilmek, futbolcularına para ödeyebilmek, deplasmana gidebilmek gibi sabit masraflar için F.Bahçe ve Beşiktaş’ın 10’ar milyon dolar, G.Saray’ın 22 milyon dolara ihtiyacı var. Üç takımın nakit ihtiyaçları toplam 42 milyon dolar civarında. Bütçe açıkları toplamı da 100 milyon dolara varıyor. Yani olmayan parayı harcıyorlar.”

Kulüplerin malî yapılanmalarında en dikkat çeken unsurlardan biri de hisse senetlerini halka arz eden kulüplerin gelirlerini şirket, giderlerini ise dernek yoluyla ibraz etmesi. Kârı yüksek göstererek, zengin olduğunu ispat etmek açısından akılcı görünüyor. G.Saray, F.Bahçe ve Trabzonspor’un bu bağlamda büyük hata yaptığını söyleyen Akşar, Manchester United modelini benimseyen ve gelirini de giderini de şirket üzerinden gösterip bütçesine taşıyan Beşiktaş’ın doğru yol izlediğini aktarıyor. “Beşiktaş dışındaki kulüplerin yüzde 16-20 hissesi halka arz olunmuş. Günlük 100 lira gelir elde ediyorsanız, 16 lirasını üçüncü şahıslara ödüyorsunuz. Bu önemli bir değer. G.Saray, dört yılda 16-17 milyon dolar civarında temettü ödemesi yapmış. Zaten senin halka arz gelirin 1,5 milyon dolardı. Yani kulüp dışına transfer olan 20 milyon dolara yakın para var. Bu, halka açılma değil, gelirin saçılmasıdır.”

Beşiktaş’ın hisse sahiplerine dağıttığı temettü oranı 400 bin dolar civarında. Diğerleriyle kıyasladığında beliren 15 milyon doların üzerinde bir değer Siyah-Beyazlılar’ın kasasında kalıyor. Trabzonsporlu yöneticileri bu yüzden ‘Beşiktaş modelini izleyin’ diye uyarmış, Akşar. Ne var ki, kendi düşünceleri doğrultusunda gitmişler. Bu yanlıştan dönmek için bir şans var mı peki? “Yapılacak ilk şey, sermaye piyasasındaki hisseleri toplamaktır.”

FEDERASYON, KULÜPLERİ NASIL DENETLEYECEĞİNİ BİLMİYOR Kİ…

UEFA’nın 2000 yılında açıkladığı mali kriterlerde borçlu takımlar üzerinde hassasiyetle durulurken, bu kulüplere yönelik ağır yaptırımlar uygulanması öngörülüyordu. Uygulandı da… İtalya Federasyonu, Empoli takımına borçları nedeniyle UEFA Kupası vizesi vermeyerek, mali kriterlerde tavizi olmayacağını göstermişti.

Macaristan’ın asırlık çınarı ve 28 kez şampiyon olmuş Ferencvaros da borçları nedeniyle geçtiğimiz günlerde 2. Lig’e düşürüldü. Bizde G.Saray’ın borçları almış başını giderken hiçbir kriterin uygulanmaması niye dersiniz... “Kulüpler sayesinde federasyonun başına geçtiyseniz, yaptırımda bulunamazsınız. Federasyonun malî anlamda kulüpleri denetlemesi gerekli. Lig bittikten sonra, kulüplerin bilânçolarını federasyona göndermeleri lazım.

Futbol Federasyonu’nda hâlâ bunun için oluşturulmuş bir komisyon yok. Deloitte’la bir anlaşma yapmışlardı, vazgeçtiler. Demek ki kendileri yapacak.” Yüzündeki istihza, Akşar’ın buna inanmadığını dışa vuruyor. Futbol Federasyonu demişken… Tuğrul Akşar’ın uzmanlık alanlarından biri de markalaşma. 2003 yılından itibaren havuz sisteminin değiştirilmesine yönelik çok sayıda yazı yazan finans uzmanı, Levent Bıçakcı’nın attığı adımların önemli olduğu görüşünde. Oysa, markalaşma konusunda atılacak daha çok adım var:

“Türk futbolunun bugünkü pastası 450 milyon dolar civarında. Bu pastanın 160 milyon doları üç büyüklere ait. Geriye kalanı 15 kulüp paylaşıyor. Avrupa’da markalaşmak demek şampiyon olmak demek değil. M.United’ın son 5 yılında ciddi bir başarısı yok. Ama dünyanın en zengin kulübüdür. M.United’ı marka yapan idari direktör Peter Kenyon, 7,5 milyon Pound’a Chelsea’ye geçti.” Bu yönetim kültürüne bir de en alttan bakmayı öneriyor, karşımızdaki sima. Bu defa, Futbol Federasyonu’nun gelişmekten yana bir derdi olmadığını vurguluyor: “Türkiye Futbol Federasyonu’nun bütçesinde, Ar-Ge’ye ayrılan pay, yüzde bir buçuk. Oysa İngiliz Federasyonu yüzde 15, UEFA yüzde 20, FIFA yüzde 10’luk pay ayırıyor buna. Aradaki farkı görüyor musunuz?”

Tuğrul Akşar, çalışmalarını fark eden iki Süper Lig, bir Lig A ekibinin kendi bütçelerini denetlemesi için ricada bulunduklarını söylüyor. Yalnız bir şartları olmuş: Hiçbir ücret talep edilmeyecek. Yalnızca bu örneğe bakıp da, markalaşma-zihniyet arasındaki o örgüyü de birileri bir gün ortaya döker mi dersiniz? İnşallah niyetine…

Kaynak: Aksiyon