PDA

View Full Version : Güzel Anlamlı Düsündürücü Hikayeler



RoCCo_42
30.Aralık.2005, 00:16
Elimde birkaç döküman var bunlari sizlerle paylasmak istedim.Mesela bugünkü hikayemizi yayınlıyım sizlerdende bekliyorum.

AFFET BABACIĞIM

Evlendiğinden beri evinde kalan babası yüzünden eşiyle sürekli tartışıyordu.
Eşi Babasını istemiyor ve onun evde bir fazlalık olduğunu düşünüyordu. Tartışmalar bazen İnanılmaz boyutlara ulaşıyordu. Yine böyle bir tartışma anında; eşi, bütün bağları kopardı ve "Ya ben giderim, ya da baban bu evde kalmayacak" diyerek rest çekti... Eşini kaybetmeyi Göze alamazdı.
Babası yüzünden çıkan tartışmalar dışında mutlu bir yuvası, sevdiği ve kendini seven Bir eşi ve birde çocukları vardı. Eşi için çok mücadele etmişti evliliği sırasında. Ailesini ikna etmek için çok uğraşmış ve çok sorunlarla karşılaşmıştı. Hâlâ onu ölürcesine seviyordu.
Çaresizlik içinde ne yapacağını düşündü ve kendince bir çözüm yolu buldu. Yıllar önce avcılık merakı yüzünden kendisi için yaptırdığı kulübe tipi dağ evine götürecekti babasını . Haftada bir uğrayacak ve ihtiyacı neyse karşılayacak, böylelikle eşiyle de bu tür sorunlar yaşamayacaktı.
Babasına lâzım olacak bütün malzemeleri hazırladıktan sonra yatalak babasını yatağından kaldırdı ve kucakladığı gibi arabaya attı. Oğlu Can, "Baba bende seninle gelmek istiyorum" diye ısrar edince onu da arabaya aldı ve birlikte yola koyuldular.
Karakışın tam ortalarıydı ve korkunç bir soğuk vardı. Kar ve tipi yüzünden yolu zor seçiyorlardı. Minik Can, sürekli babasına "Baba nereye gidiyoruz ?" diye soruyor ama cevap alamıyordu. Öte yandan; nereye götürüldüğünü anlayan yaşlı adamsa gizli gizli gözyaşı döküyor oğlu ve torununa belli etmemeye çalışıyordu.
Saatler süren zorlu yolculuktan sonra dağ evine ulaştılar. Epeydir buraya gelmemişti. Baraka tipindeki dağ evi artık çürümeye yüz tutmuş, tavan akıyordu. Barakanın bir köşesini temizledi hazırladı ve arabadan yüklendiği yatağı oraya itina ile serdi. Sonra diğer malzemeleri taşıdı en son da babasını sırtlayarak yatağa yerleştirdi.

Tipi, adeta barakanın içinde hissediliyordu. Barakanın içinde fırtına vardı adeta. Çaresizlik içinde babasını izledi. Daha şimdiden üşümeye başlamıştı.Yarın yine gelir bir yorgan ve birkaç battaniye getiririm diye düşündü.

Öyle üzgündü ki, dünya başına göçüyor gibiydi. O, bu duygular içindeyken babası, yüreğine bıçak saplanmış gibiydi. Yıllarca emek verdiği oğlu tarafından bir barakaya terk ediliyordu. Gururu incinmişti, içi yanıyordu ama belli etmemeye çalışıyordu.
Minik Can ise olanlara hiçbir anlam veremiyordu. Anlamsızca ama dedesinden ayrılacak olmanın vermiş olduğu üzüntüyle sadece seyrediyordu.

Artık gitme zamanıydı. Babasının yatağına eğildi, yanaklarını ve ellerini defalarca öptü.
Beni affet der gibi sarıldı, kokladı. Artık ikisi de kendine hakim olamıyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Buna mecburum der gibi baktı babasının yüzüne ve Can'ın elini tutup hızla barakayı terketti. Arabaya bindiler.

Can yola çıktıklarında ağlamaya başladı, neden dedemi o soğuk yerde bıraktın diye. Verecek hiçbir cevap bulamıyordu, annen böyle istiyor diyemiyordu. Can: "Baba, sen yaşlandığında ben de seni buraya mı getireceğim?" diye sorunca dünyası başına yıkıldı. O sorunun yöneltilmesiyle birlikte deliler gibi geri çevirdi arabayı. Barakaya ulaştığında "Beni affet baba." diyerek babasının boynuna sarıldı. Baba oğul sıkı sıkı sarılmış çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı. Oğlu: "Baba beni affet! Sana bu muameleyi yaptığım için beni affet!" diye hatasını belli ediyordu...Babası oğlunun bu sözlerine en anlamlı cevabı veriyordu..."Geri geleceğini biliyordum yavrum. Ben babamı dağ başına atmadım ki, sen beni atasın... Beni bu dağda bırakamayacağını biliyordum."

gencfbli_1
30.Aralık.2005, 00:33
çok güzelmiş. Paylaşım için teşekkürler.

BEn çıkmadan daha varsa yollayabilir misin?

RoCCo_42
30.Aralık.2005, 00:46
İkinci hikayemizde sira.Ben elime gecdikce yazacam.

Umut ve Yener

Solgun yüzü her geçen gün biraz daha soluyor, sanki hayat omuzlarina her geçen gün biraz daha yükleniyordu.Yasamdan bikmisti, gözleri yilgin bakiyordu. Isil isil olmasi gereken o gözler sönük ve bitikti sanki...
Umut her gün ölümü biraz daha yaklasmis olarak, daha 21 de ölümü ensesinde hissediyordu. Umut ölüyordu...

Aldigi o kemoterapi denen illet onu daha ölmeden öldürüyordu.. Ilaç sonrasi çektigi aciyi bir tek o biliyordu.. Umut ölüyordu..
Bir seferinde
-Ölmek istemiyorum demisti doktoruna. -Basket takiminda idim, yeni bir klüpten transfer teklifi gelmisti, sonra gitar çaliyorum. Daha çalmasini ögrenmek istedigim çok parça var. Ben bir psikolog olacagim sonra. Bunlari 6 aya nasil sigdiririm söyler misiniz bana ?
diye bagirdi. Umut, sitemi sadece kaderineydi koskoca doktor un gözleri doldu. Umut ölüyordu..

Kendini çok kötü hissettigi bir gün ailesi onu gene apar topar hastaneye kaldirdi. Acil kan gerekiyordu. Aileden kimsenin kani uymadigi için, kan anonsla arandi.

Yener o sirada hastanede yatan bir arkadasini ziyaret etmekte idi.
-Bu kan benim kanimla ayni dedi arkadasina.
Kan vermek için asagi kata kostu..
-Kan verecegim dedi, anons için geldim..
Yener ve Umut bu vesile ile tanistilar. O gün Yener kan verdigi hastayi ziyaret etmek istemisti.. Nereden bilecekti ki o gün tanisacagi bu kisinin hayatinin sonuna kadar onun en iyi dostu olacagini.
-Geçmis olsun dedi Yener Umut'a..
Umut
-Bana kan vermissiniz. Sag olun, ama zahmet olmus, ugrasip durmayin!! Nasilsa ben yakinda ölüp gidecegim, ha bir gün önce, ha bir gün sonra ne fark eder degil mi ?
Yüzünde ki açikça okunan hüznünü, umursamaz tavirlara birakmak istiyordu Umut. Ama pek basarili olamiyordu..

Yener elinde ki gitari yatagin kenarina birakti. Umut o zaman gitari fark etti.. Demek gitar çaliyordu.. Umut'ta çaliyordu ama su illet hastaliga yakalandigi son 9 aydir, eline gitari almamisti.
-Sen daha yasarken pes etmissin, dostum diye basladi söze Yener.
-Bak hayat savas demektir. Kimi ekmek parasi için savasir, kimi bir parça toprak için, sen yasamak için savasmazsan, bu hastalik seni, sen ölmeden gömer,unutma !! diye bitirdi sözünü.

Umut savasmaktan yorulmustu. Artik su ölüm gelse de alsaydi onu, herkesin ona aciyarak bakmasindan bikmisti. Aldigi ilaçlara bagimli yasamaktan nefret ediyordu. Hayattan buz gibi sogumustu. Sanki bos bir mezar bulsa orada ölümü bekleyecekti, o denli bitmisti.

Yener bunlari düsündü.. Umut'u çok iyi anliyordu. Çünkü 2.5 yil önce kaybettigi kiz arkadasi, cani, kelebegi de ayni Umut gibi gözleri önünde daha ölmeden, ölüp gitmisti. Yener ona yardim edememisti, hem onsuz geçecek yillarini düsünüp kendine acimaktan buna vakit bulamamis, hem de Aysegül'de, kelebeginde tam olarak bu hisleri anlayamamisti.. Çünkü Aysegül ile Yener'in de bir parçasi ölüyordu.. Yener kelebegini kaybediyordu. Aysegül'üne yardim edememisti Yener, ama Umut'a edecekti.. O gün buna karar verdi.. Çünkü umudun gözlerinde ki o sönmüs o isik tanidikti.. Aysegül'ün kilerle ayniydi.

-Bende gitar çaliyorum dedi Umut.. Ama artik pek zamanim olmuyor. Çünkü hayatim yatakta geçiyor.
Yener gitarini aldi,
-Simdi gidiyorum, annenlere söyle gitarini getirsinler. Yarin ugradigim da bir konser veririz ne dersin ?
Umut gülümsedi.. Bu çocugu sevmeye mi baslamisti ne? Gitari ellerine aldilar. Yener öyle neseli parçalar çaliyordu ki, Umut'un yüzü uzun zamandir böyle gülmemisti. Ne tesadüftü ki ikisi de ayni yasta idi. Yener milli bir voleybolcu idi, Umut ise bir basketçi. Ikisi de gitar çaliyordu ama Umut ölüyordu. Bu düsünceyi bir türlü aklindan çikaramiyordu Umut. Gülümsemesi yüzünde dondu kaldi. Yener Umut'un yüzün de yeni yeni parlayan isigin yine sönüp gittigini fark etti.
-Ne zaman çikiyorsun hastaneden diye sordu.
-Yarin. Yazlik evimize gidecegiz.
Sonra tekrar yüzünü gülümseme sardi.
-Sende gelsene.

Umutlarin evi denize bakan güzel bir villa idi. Kayaliklar arasinda ki ev kus bakisi tüm körfezi görüyordu..

Yener
-Hadi yüzmeye... Umut
-Ama ben çok halsizim... Yener
-Evde oturmaya devam edersen daha da halsizleseceksin.
-Haklisin dedi Umut..
Kayalara ulastiklarinda en yüksek kayanin uçunda durdu Yener.
-Sence burasi kaç metredir? dedi.
-Bence 3-4 metre var ve su sig.. dedi Umut.
Yener
-Ben buradan atlayacagim dedi.
-Saçmalama, çok tehlikeli dedi Umut.

Yener kayalarin uçuna gitti bir iki dakika durdu ve hiç tereddüt etmeden atladi.. Umut'un rengi atmisti kayanin uçuna kostu. Bir iki dakika soluk alamadi ve Yener'in su yüzüne çikip ona el salladigini görünce bulundugu yere çömeldi ve ellerini basinin arasina alip öylece kaldi..
Yener kiyiya çikmis gülerek geliyordu. Umut'a yaklasti.. Nasil atlayisti diye sordu gülerek. Umut cevap vermedi yine:
-Umut ??? dedi..
Umut basini kaldirdi, agliyordu bagirmaya basladi..
-Sen delirdin mi? ölebilirdin....
Yener Umut'a bakti önce sonra elindeki havluyu yere atip üzerine, Umut'un yanina oturdu..
Gördünüz mü? Umut bey, insanin gözlerinin önünde bir sevdiginin ölüme gitmesi ne kadar zormus ? Tamam, sen kendini düsünmüyorsun, peki anneni de mi de düsünmüyorsun? Dostun Yener'i de mi düsünmüyorsun? Varini yogunu sana harcamaya hazir babani da mi düsünmüyorsun ? Gördün mü sevdiginin eridigini görmek ne zormus? Sen ölmeden gömülmeyi, seçmissin ölümden korkma demiyorum ben de atlamadan önce bir iki saniye korktum ama korkunun ilaci üzerine gitmektir korkunun.. Savas bu korku ile üzerine git, daha savasa baslamadan yenilgiyi kabul ediyorsun? Üzülme bana bir sey olmazdi dedi...

Yener saka ile ekledi
-Yener ölümü bile yener.
Sonra son derece ciddi söyle dedi
-Ve Yener ile Umut bu hastaligi da yenecek... Söz veriyor musun ?
Aglamayi kesmisti Umut, Yener in söylediklerini dikkatle dinliyordu.. Yener bugüne kadar hiç düsünmedigi bir seyi anlamasina yardim etmisti. Onu sevenlerde çok aci çekiyordu. Kendisi ve sevenleri için yasamaliydi.
Yener ayaga kalkti, Umut'a elini uzatti... Kenetlenen bu eller bir illeti, kanseri yenecekti...

O yil yapilan ilik nakli ile umut hayata döndü, ama asil Umut'un hayata dönüs gününü sadece Yener ve Umut biliyordu sicak bir yaz gününde kayalarin üzerinde Umut tekrar dogmustu.

Umut ve Yener dostlugu her yil çig gibi büyüyerek gelisti.. Ta ki geçen sene Yener bir trafik kazasinda son nefesini verene dek.. 43 yasinda ki Umut, onsuzluga alismanin ne zor oldugunu bilerek, ama sevdikleri için hayatin acilarina katlanarak bir yili doldurmustu. Yazlik evlerinin balkonunda yillar önce hayata yeniden dogdugu kayalara bakti.. Ve seslendi
Yener!!!
Küçük çocuk kosarak geldi
-Evet, baba
-Gitar çalmayi ögrenmek istiyorsun, degil mi ?
Çocuk sevinçle bagirdi
-Eveeeeeeeeet
-Kos o zaman, yatagimin bas ucunda asili olan Yener amcanin gitarini getir, o gitar bu günden sonra senin gitarin olacak dedi..

Gerçek bir dostla kanser bile yenilebilir...

Gerçek bir dostunuz var ise hayata her an yeniden dogabilirsiniz..

batuhan673
30.Aralık.2005, 23:56
Abi ilk hikaye çok damardandı.Gözüm yaşlandı be.

Bulut
02.Ocak.2006, 02:23
Arkadaşlar konuyu sabitledim tüm arkadaşlar buraya beğendikleri güzel hikayeleri ekleyebilirler! ;)
Kendi hikayeleriniz için ise biz bize bölümüne başlık açabilirsiniz ;)

Bulut
02.Ocak.2006, 02:38
Arkadaşlar biliyorum bunu ayrı başlık halinde daha önce de eklemiştim ama madem burayı hikayeler bölümü yaptık dedim buraya bir kez daha ekleyeyim ; )
Bu arada öbür başlığıda kitledim
Bilginize

Bir bebisin yarım kalan gunlugu : (

Buyrun arkadaşlar bilinçsizce aile planlaması falan bilmeden çocuk yapıp sonra sanki bu bir oyunmuş gibi kürtaj yaptıranlara hitaben ;


5 Ekim: Bugun var edildim. Buradayim. Varim. Muthi$ bir duygu bu.
Var oldugumu henuz annem ve babam bilmiyor.

Bir elma cekirdeginden bile kucugum. Ama ne de olsa, ben benim. Varim
ya! Bu bana yetiyor. Henuz bedenim belli belirsiz, yuzum yok ama,
varligimi ve benligimi hissedebiliyorum. Bir kiz olacagim ve baharda
cicekleri sevecegim.

19 Ekim: Biraz buyudum. Kimildamam mumkun degil. Annem henuz farkinda
degil ama onun kaniyla besleniyorum. Kalbini dola$ip gelen simsicak kan
bana geliyor. Beni sevecek bir kalbin kipirtilarini $imdiden
hissediyorum. Annem beni cok sevecek. Annem icin guzel bir surpriz
olacagim.

23 Ekim: Hic goremedigim bir el agzimi bicimlendirmeye ba$ladi.
Dudaklarimda onun dokunu$unu hissediyorum. Bu "el"in dokundugu yerler
dudagim damagim oluyor. Du$unun bir yil sonra bu elin dokundugu yerde
tebessumler acacak,
gulecegim. Dudagimdan ve dilimden sozler dokulecek. Herhalde once
"Anne!" diyecegim. Anne duyuyor musun beni? Seninle konu$acagim. Sana
gulecegim. Kimilerine gore hâlâ daha var degilmi$im… Nasil olur?
Varim ve gulucukler sunacak dudaklarim da olmak uzere ya… Hem sonra
bir ekmek kirintisi ne kadar kucuk olursa olsun yine ekmektir. Oyle degil
mi annecigim? Ah bir konu$abilsem!

27 Ekim: Bugun pek mutluyum. Icimde tatli bir kipirti ba$ladi. Artik
bir kalbim var. Kalbim atmaya ba$ladi. Hayatim boyunca boyle atip
duracak. Sevgilerle dolduracagim kalbimi. Tipki anneminki gibi... Annem
bedeninde iki kalbin birden atmaya ba$ladigini bilseydi ne kadar
sevinirdi! Duyuyor musun anne?

2 Kasim: Her gun biraz daha buyuyorum. Kollarim ve bacaklarim da
bicimlenmeye ba$ladi. Hele bir buyusun kollarim bak nasil kucaklayacagim
seni annecigim. $u ayaklarim da tamamlansin da, beraber cicekli
bahcemizde yururuz. Belki birlikte okula gideriz.

12 Kasim: Ah evet… Bunlar, bunlar ne kadar sevimli ve kucuk
$eyler. Aman Allah'im parmaklarim da cikmaya ba$ladi. Bunlarla cicek
toplayacagim, annemin elini tutacagim, kalem tutacagim. Belki de guzel
bir $iir yazacagim. Annecigim, orada misin? Ellerimi ellerinin arasina
koymak icin sabirsizlaniyorum.

20 Kasim: Oh, nihayet.. Annem doktora gitti. Burada oldugumu ogrendi..
Ya$asin! Doktor teyze ozel bir cihazla gordu beni. Ultrason diyorlarmi$.
Resmimi bile cekti. Sevinmiyor musun annecigim? Seneye kalmaz kollarinin
arasinda olacagim…

25 Kasim: Artik babam da burada oldugumu biliyor. Fakat henuz kiz
oldugumun farkinda degiller. Onlara surpriz yapacagim..

10 Aralik: Bugun yuzum tamamlandi. Artik iki guzel gozum, bir kucuk
burnum, dudaklarim ve yanagim var… Anneme benziyorum galiba…

13 Aralik: Artik
cevreme bakabiliyorum. Etrafim cok karanlik ama olsun. Yine de
mutluyum. Ya$iyorum ve varim. Kisa bir sure sonra gun i$igini
gorebilecegim, renkleri ve cicekleri taniyacagim. Ruyamda gordum. Dunyada
gokku$agi diye bir $ey varmi$.. Onu cok merak ediyorum.. Annecigim,
babacigim sizin yuzunuzu de gorecegim. Tani$acagiz…. Mutlu
olacagiz. Gulu$ecegiz..

24 Aralik: Kulaklarim daha iyi duyuyor artik. Annecigim, senin
kalbinin seslerini duyuyorum. Benim kalbimin ati$larini da sen
duyabiliyor musun? Hatta sesini bile taniyabiliyorum. Sesin ne kadar
tatli… Hic duymadigim bir $ey bu… Guzel ve saglikli bir kiz
olacagim. Kollarinda uyuyacagim, yuzune bakacagim, o tatli sesini
dinleyecegim. Benim icin ninni de soyleyecek misin annecigim? Sen de beni
ozluyorsundur mutlaka… Beni koklayacaksin.. Cok seveceksin, degil
mi?

28 Aralik: Anne burada bir $eyler oluyor. Doktor abla neden mutsuz
bakiyor boyle... Sen aci cekiyor gibisin. Kalp seslerin degi$ti... Sustun.
Benimle niye konu$muyorsun anne? Anne… Anne… Annecigim…
Yuzumde soguk bir $ey hissediyorum. Anne, yuzumu parcaliyorlar... Anne
bir $eyler yap… Anne… Kolumu cekiyorlar anne… Canim
yaniyor anne... Anne… Ayaklarimi parcaliyor bu $ey anne... Beni
sana baglayan damari kopardilar anne… Anne kalbimi
parcaliyorlar… Annecigim… Anne… Anne… An…

Ah! Kurtajiniz ta-mamlandi hanimefendi. Gecmi$ olsun !..

ALINTIDIR

fanatikadnan
09.Ocak.2006, 11:52
Ateş bir gün suyu görmüş yüce dağların ardında
sevdalanmış onun deli dalgalarına.
Hırçın hırçın kayalara vuruşuna,
yüreğindeki duruluğa
Demiş ki suya:
Gel sevdalım ol,
Hayatıma anlam veren mucizem ol...

Su dayanamamış ateşin gözlerindeki sıcaklığa
al demiş;
Yüreğim sana armağan...
Sarılmış ateşle su birbirlerine
sıkıca, kopmamacasına...

Zamanla su, buhar olmaya,
ateş, kül olmaya başlamış.
Ya kendisi yok olacakmış, ya aşkı...
Baştan alınlarına yazılmış olan kaderi de
yüreğindeki kederi de
alıp gitmiş uzak diyarlara su...

Ateş kızmış, ateş yakmış ormanları...
Aramış suyu diyarlar boyu,
günler boyu, geceler boyu
Bir gün gelmiş, suya varmış yolu
Bakmış o duru gözlerine suyun,
biraz kırgın, biraz hırçın.

Ve o an anlamış;
aşkın bazen gitmek olduğunu.
Ama gitmenin yitirmek olmadığını....
Ateş durmuş, susmuş, sönmüş aşkıyla.

İşte o zamandan beridir ki:
Ateş sudan,
su ateşden kaçar olmuş..

Ateşin yüreğini sadece su,
Suyun yüreğini
Sadece ateş alır olmuş...

fanatikadnan
09.Ocak.2006, 11:56
Bu yazı gerçek bir aşk hikayesini anlatmaktadır ve yazıların hepsi aşık delikanlının günlüğünden alınmıştır.

10. sınıf

İngilizce dersinde yanımda bir kız oturuyordu onun için 'benim en iyi arkadaşım' diyordum... ama ben onun ipek gibi saçlarına bakıp onun benim olmasını istiyordum... Ama o bana benim ona baktığım gözle bakmıyordu bunu biliyordum, dersten sonra kalktı ve geçen gün sınıfta olmadığı için o günün notlarını istedi ona notları verirken bana teşekkür etti ve yanağımdan öptü. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum...

11. sınıf

Telefonum çaldı, arayan oydu ve ağlıyordu bana aşkın nasıl kalbini kırdığını anlattı, beni evine çağırdı, yalnız kalmak istemediğini söyledi, bende tabiki gittim, koltuğa, onun yanına oturdum, güzel gözlerine bakmaya başladım ve onun benim olmasını diledim, 2 saat sonra Drew Barrymore'un bir filmi başladı ve onu izledik filmi izledikten sonra uyumaya karar verdi, bana her şey için teşekkür etti ve yanağımdan öptü. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum...

Son sınıf

Mezuniyet balosundan bir gün önce yanıma geldi ve "çıktığım çocuk hasta ve partiye gelemeyecek" dedi, benimde çıktığım biri yoktu ve 7. sınıfta birbirimize söz vermiştik eğer çıktığımız biri olmazsa partilere birlikte gidecektik, "en iyi arkadaş" olarak. Ve partiye birlikte gittik, o akşam çok güzeldi, her şey yolunda gitti, partiden sonra onu evine kapısının önüne kadar bıraktım, kapının önünde ona baktım o da bana o güzel gözleriyle gülümseyerek baktı. Onun benim olmasını istiyordum... Ama o bana benim ona baktığım gözle bakmıyordu bunu biliyordum, bana "hayatımın en güzel zamanını geçirdiğini" söyledi ve yanağımdan öptü. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum...

Günler, haftalar, aylar geçti ve mezuniyet günü geldi çattı...

Sürekli onu izledim onun mükemmel vücudunu seyrettim. Diplomasini almak için sahneye çıkarken sanki havada süzülen bir melek gibiydi. Onun benim olmasını istiyordum... Ama o bana benim ona baktığım gözle bakmıyordu bunu biliyordum. Herkes evine gitmeden önce yanıma geldi ve ağlayarak bana sarıldı sonra başını omzuma koydu ve "sen benim en iyi arkadaşımsın, teşekkürler" deyip yanağımdan öptü. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum...

Aradan yıllar geçti...

Bir kilisedeyim ve o kızın nikahını izliyorum... evet artık evleniyordu, onun "evet, kabul ediyorum" demesini, yeni hayatına girmesini izledim, başka bir adamla evli olarak. Onun benim olmasını istiyordum... Ama o bana benim ona baktığım gözle bakmıyordu bunu biliyordum. Yeni hayatına girmeden önce yanıma geldi ve "nikahıma geldin teşekkürler" deyip yanağımdan öptü. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum...

Yıllar çok çabuk geçti...

Şu an benim bir zamanlar en iyi arkadaşım olan kızın tabutuna bakıyorum, eşyaları toplanırken lise yıllarında yazdığı günlüğü ortaya çıktı... Hemen günlüğünü aldım ve günlükte okuduğum satırlar şöyleydi...

"Onun gözlerine bakarak onun benim olmasını diledim... Ama o bana benim ona baktığım gözle bakmıyordu bunu biliyordum. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum... Keşke bana beni bir kez sevdiğini söyleseydi..."

batuhan673
09.Ocak.2006, 12:40
Vaay be adam amma geç kalmış.Meğerse kız da öle düşünüyomuş.Güzel hikaye sağol.

fanatikadnan
10.Ocak.2006, 11:42
YAA Neden Bu tür konULar SAHİPSİZ kalıyor...Lütfen devam edelim..
ALın bir kaç hikaye daha benden:
BIRAZ UZUN OLSADA LUTFEN OKUYUN..



SINAV
David o gün çok yoğundu, seçim kampanyaları devam
ediyordu. Aceleyle çevirdiği telefonda karşısına çıkan şarkı
gibi bir sesle karşılaşınca şaşırdı. Özür dileyip kapattı.
Ama o hoş ses, aklından çıkmıyordu. Ertesi gün sabah
erkenden o numarayı aradı. Telefon çalarken,
kalbi çok hızlı çarpıyordu. Evet karşısında yine o tatlı
ses vardı. Kendisini tanıttı, konuşmaya başladılar.
Konuştukça kızdan daha da etkileniyordu.

Günler geçti. Hergün onunla konuşuyordu, onun sesini
duymadan güne başlayamıyordu. Kızgın olduğunda
sakinleştiriyor, üzgünken neşelendiriyor, monoton
günlerde yeni heyecanlar aşılıyordu.
O soğuk kış günleri bu sıcacık sesle ısınmış ve
bahar gelmişti. Bu arada seçim kampanyaları da
çetin bir şekilde devam ediyordu.

Bu arada aklından ve kalbinden çıkaramadığı
o kızla evlenmeliyim diye düşünmeye başladı.
Bu, kampanyası için de olumlu olurdu. Danışmanı
başının etini yiyordu "Evlenirsen raitingin 10 puan artar"
diye... Şu ana kadar bu konuyu pek ciddi düşünmemişti.
Neden olmasın dedi ve hızla telefonu çevirdi. Hiç nefes
almadan evlenmek istediğini söyledi, kampanyasını anlattı,
hayallerinden bahsetti, seçimden sonra Karayiplerde bir
balayından bile bahsetti. Onun çoşkusu genç kıza da
geçmişti. Ama bir anda sessizleşti ve mırıltılı bir sesle
"henüz beni görmediniz ya beğenmezseniz." dedi.
David "bu kadar güzel bir sesin ve kalbin sahibi
çirkin olamaz herhalde" dedi. Bu arada eski neşesini ve
çoşkusunu kaybetmişti. O zaman yarın buluşalım dedi.

Buluşacakları yeri konuştular. Ertesi gün David
heyecanla buluşacakları yere geldi. Biraz sonra uzaktan
yanında köpeği ile güzel bir kız geliyordu. Acaba o mu
diye düşündü. Ama parkın o kısmındaki tek kişi
olmasına rağmen ona bakmıyordu. Uzaklara çok
uzaklara bakıyordu. Sanırım o değil dedi. Kızın gözlerinde
güneş gözlükleri vardı. Kızın gözlerinin ne renk olduğunu
düşünmeden edemedi. Kız, David ile telefondaki
meleğin buluşacağı havuzun yanına kadar geldi.
O da ne? Elinde bir beyaz baston vardı.

David şaşkınlıkla ona bakakaldı. Bu o telefonlarda
konuştuğu meleğiydi. Ama o kördü. Ne yapmalıyım
diye düşündü. Kaçıp gitmeli mi? Herşeye rağmen
elini tutup konuşmalı ve onunla evlenmeli miydi?
David yutkundu ve birkaç adım atıp, kızın yanından
geçip sessizce gitti. Parkın dışına çıktığında son
birkez dönüp kıza baktı. Kız hâlâ uzaklara doğru
bakıyor, köpeğiyle konuşuyor ve David 'i bekliyordu.
David, günlerce onu bekleyen kızın hayalini
unutamadı. Sürekli doğruyu yaptığına kendini
inandırmaya çalışıyordu. Bazen eli telefona gidiyor,
"O gün işim çıktı, gelemedim." deyip, herşeye
yeniden başlamayı düşünüyordu.

Günler geçti ve seçimler sonuçlandı. David seçimleri
kaybetti. New Jersey valisi olamamıştı. Yine
avukatlığa devam etmeye başladı. Noel
hazırlıklarının devam ettiği o öğlen, sekreteri içeri
girerek, davanın 25 dk sonra olacağını hatırlattı.
Hızla hazırlandı. Çantasını alıp adliyeye gitti.
Yerine geçti oturdu. Önemli bir tecavüz davası
görülüyordu ve sanığı David savunacaktı, işi zordu.
Biraz sonra karşı taraf ve hakim de yerlerini almıştı.
David, ilk tanığa sorusunu sordu. Moralinin bozulmaması
için karşı tarafın avukatına dönüp bakmamıştı bile.
İkinci tanık ile ilgili notlarına bakarken, yüksek topuklu
bir ayakkabı sesi duydu. Karşı tarafın avukatı tanığın
yanına gidiyordu. Avukat konuşmaya başladı. Bu ses
çok sert, acımasız ama bir o kadar da tanıdık geldi.

Başını kaldırdı daha bir dikkatle baktı. O sırada
saçlarını sımsıkı topuz yapmış, menekşe gözlü,
dudakları bir çizgi gibi kapalı avukatla gözgöze geldi.
İşte o anda gözlerinde birden başka bir görüntü
canlandı. Çağlayan gibi omuzlarından aşağı sarkan sarı
saçlar, her an gülmeye hazır yürek şeklinde dudaklar,
melek gibi bir yüz ve güzel bir vücut. Bu, o parktaki
kız olabilir miydi..? Yoksa halisülasyonlar mı görmeye
başlamıştı. 2 saat sonra dava bittiğinde hiç bir şey
hatırlamıyordu. Yanından hızla geçen avukatın peşinden
koşup bahçede yakaladı. Tam ağzını açıp konuşacaktı ki,
o menekşe göze, ta gözbebeklerinin içine kadar
sımsıcak bir şekilde baktı, o çizgi halindeki dudaklar
güller gibi açarak gülümsedi ve şarkı gibi melodik bir
ses duyuldu. "Merhaba, o gün parkta sana şaka yapmak
istemiştim... Herşeye rağmen beni isteseydin, cesurca
yanıma gelip bana telefondaki meleğim demiş
olsaydın. Ya da, 1-2 saniye daha bekleyebilseydin...
Oraya sana evet demek için gelmiştim. Oysa sen,
kendi kalbini sınavdan geçirdin ve başarısız
oldun. Bu arada, sürekli aradığın ya da, parktaki
günden sonra hiç aramadığın telefon, ofisimdeki direkt
telefondu." dedi ve telefondaki melek yürüyüp gitti...

fanatikadnan
12.Ocak.2006, 14:43
ŞÖYLE harika konuların sahipsiz kalmasına cok sinir oluyorum..Lütfen biraz aktif olun arkadaşlar .. :11: :2: ...

Bulut
12.Ocak.2006, 16:29
Adnan cidden hepsi de güzel hikayeler.. Ellerine sağlık..
devamını da bekliyoruz ;)

fanatikadnan
12.Ocak.2006, 17:41
hikayeyi sanırım ilk 2 sene önce filan görmnüştüm ve ilk okuduğumda gözlerim dolmustu :)

batuhan673
13.Ocak.2006, 18:17
Müthiş bişi sağolasın ;)

manager_42
02.Şubat.2006, 13:01
Okulun ilk gününde 5 nci sınfın önünde dururken, ögretmen çocuklara bir yalan söyledi.
Çoğu öğretmen gibi, öğrencilerine bakti ve hepsini ayni derecede sevdigini söyledi.
Ancak, bu imkansiz idi, çünkü ön sırada, oturduğu yerde bir yana kaykılmış, ismi Teddy Stoddard olan küçük bir oğlan vardı.
Bayan Thompson bir yil önce Teddy'yi izlemişti ve diğer çocuklarla iyi oynamadığını, elbiselerinin kirli olduğunu ve sürekli olarak kirli dolaştığını gözlemişti.
Ilave olarak, Teddy tatsiz olabiliyordu. Bu öyle bir noktaya geldi ki,bayan Thompson onun kağıtlarını büyük kırmızı bir kalemle
işaretlemekten, kalın çarpılar (X) yapmaktan ve kağıdının üstüne büyük "F" (en düşük derece) koymaktan zevk alır oldu.
Bayan Thompson'un okulunda, her çocuğun geçmiş kayıtlarını incelemesi gerekiyordu ve Teddy'nin kayıtlarını en sona bıraktı.
Ancak, onun hayatını gözden geçirdiginde, bir sürpriz ile karşılaştı.
Teddy'nin birinci sınıf ögretmeni şöyle yazmıştı,
"Teddy gülmeye hazır parlak bir çocuk. Ödevlerini derli toplu ve temiz yapıyor ve çok terbiyeli. Onun etrafta olması çok eğlenceli.
Ikinci sınıf ögretmeni şöyle yazmıştı,
"Teddy mükemmel bir ögrenci, sınıf arkadaşları tarafından çok seviliyor, ama annesinin ölümcül bir hastaligi oldugu için sıkıntı içinde ve evdeki yaşamı mücadele içinde geçiyor."
Üçüncü sınıf ögretmeni söyle yazmisti,
"Teddy'nin annesinin ölümü onun için çok zor oldu. Teddy elinden gelenin en iyisini yapmaya çalisiyor, ama babasi ona ilgi göstermiyor ve eger bazı adımlar atılmazsa evdeki yaşamı yakında onu etkileyecek."
Teddy'nin dördüncü sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı,
"Teddy içine kapanik ve okulda derslere çok fazla ilgi göstermiyor. Çok fazla arkadasi yok ve bazen sınıfta uyuyor."
Bayan Thompson problemi kavradı ve kendinden utandı.
Öğrencileri ona güzel kurdelelerle ve parlak kagitlarla sarılmış Noel hediyeleri getirdiginde bile çok kötü hissetti, Teddy'nin ki hariç. Teddy'nin hediyesi bir marketten aldığı kalın, kahverengi ambalaj kagıdı ile beceriksizce sarılmıştı,Bayan Thompson onu diger hediyelerin ortasında açmaktan acı duydu. Bayan Thompson paketten taşlarından bazıları düşmüş yapma elmas taşi bir bilezik ve çeyreğ dolu olan bir parfüm şişesi açınca çocuklardan bazıları gülmeye başladı.
Ama o bileziğin ne kadar güzel olduğunu haykırdıgında çocukların gülmesini engelleyebildi, bilezigi takti ve parfümü bileklerine sürdü.
Teddy Stoddard o gün okuldan sonra ögretmenine şunu söylemek için kaldı,"Bayan Thompson, bugün aynı annem gibi kokuyordunuz".
Çocuklar gittikten sonra, bayan Thompson en az bir saat ağladı. O günden sonra, sadece okuma, yazma ve aritmetik ögretmeyi bıraktı.
Bunun yerine, çocukları eğitmeye başladı.Bayan Thompson Teddy'e özel dikkat gösterdi.
Onunla çalışırken, zihni canlanmaya başlıyor görünüyordu. Onu daha fazla teşvik ettikçe,daha hızlı karşılık veriyordu.
Yılın sonuna kadar, Teddy sınıftaki en zeki çocuklardan biri oldu ve tüm çocukları ayni derecede sevdiği yalanına ragmen,
Teddy onun gözdelerinden biri idi.
Bir sene sonra, Bayan Thompson kapısının altındaTeddy'den bir not buldu,ona hala tüm yaşamında sahip oldugu en iyi ögretmen oldugunu söylüyordu.
Altı yıl sonra Teddy'den bir not daha aldı. Liseyi bitirdigini, sınıfında üçüncü oldugunu ve onun hala hayatindaki en iyi ögretmen oldugunu yazmıştı.
Bundan dört yıl sonra, bazı zamanlar zor geçmesine ragmen okulda kaldığını, sebatla çalışmaya devam ettigini ve yakında kolejden en yüksek derece ile mezun olacağını yazan başka bir mektup aldı. Yine Bayan Thompson'un tüm yaşamındaki en iyi ve en favori ögretmen oldugunu yazmıştı.
Sonra dört yıl daha geçti ve başka bir mektup geldi.
Bu kez fakülte diplomasını aldıktan sonra, biraz daha ilerlemeye karar verdigini açıklıyordu. Mektup onun hala karşılaştığı en iyi ve en favori ögretmen oldugunu açıklıyordu.
Ama şimdi ismi biraz daha uzundu. Mektup söyle imzalanmıştı.
Theodore F. Stoddard, MD. (tip doktoru).
Öykü burada bitmiyor.
Görüyorsunuz, ortaya çikan başka bir mektup var.
Teddy bir kızla tanıştığını ve onunla evleneceğini söylüyordu. Babasının birkaç hafta önce vefat ettigini açıklıyordu ve evlenme töreninde Bayan Thompson'un damadın annesine ayrılan yere oturup oturamayacagını soruyordu.Şüphesiz Bayan Thompson bunu kabul etti.
Ve tahmin edin ne oldu ?
Taşları düşmüş olan o bilezigi taktı. Dahası, Teddy'nin annesinin süründügü parfümden sürdü.
Birbirlerini kucakladılar ve Dr. Stoddard, Bayan Thompson'un kulagina şöyle fısıldadı,
"Bana inandığınız için teşekkür ederim BayanThompson.
Bana önemli olduğumu hissettirdiginiz ve bir fark yaratabilecegimi gösterdiginiz için çok teşekkür ederim"
Bayan Thompson, gözlerinde yaşlarla fısıldadı, söyle dedi,
"Teddy, bu dogru degil. Bir fark yaratabileceğimi bana ögreten sensin. Seninle tanışıncaya dek, neyi nasıl ögretecegimi bilmiyordum".
(Bilmeyenler için, Teddy Stoddard, Des Moines'teki Stoddard Kanser Binasi olan Iowa Methodist'te doktordur.)
Sizde bugün birinin yüregini ısıtın ..
Bugün birinin hayatında bir fark yaratmaya çalışın, sadece "onu yapın"
"Yaşamın Kıyısından Kartpostallar"

batuhan673
02.Şubat.2006, 15:18
Vay be ne hikaye çok güzel paylaşım için sağol :)

mami_LEE
12.Şubat.2006, 04:26
paylaşımlar için saolun biraz uzun sürdü ama okuması çok güzeldi bi tane de benden geliyo



Bu hikaye Northwestern Universitesi is dairesi master ogrencileri ile zaman yonetim dersi profosoru arasinda gecer:

Profosor sinifa girip karsisinda duran, dunyanin en secilmis ogrencilerine kisa bir sure baktiktan sonra, Bu gun zaman yonetimi konusunda deneyle karisik bir sinav yapacagiz dedi.Kursunun altindan kocaman bir kavanoz cikarip ardindan yumruk buyuklugugunde taslari alip buyuk bir dikkatle taslari kavanozun icine yerlestirmeye basladi.Kavanozon daha fazla tas almayacagindan emin olduktan sonra ogrencilere dondu ve bu kavanoz doldumu? diye sordu.Ogrenciler hep bir agizdan doldu diye cevapladilar.

Profosor oylemi? dedi ve kursunun altina egilerek bir kova micir cikarti.Miciri kavanozun agzindan yavas yavas doktu sonra kavanozu sallayarak micirin taslarin arasina yerlesmesini sagladi.Sonra ogrencilere donerek bir kez daha bu kavanoz doldumu? diye sordu.Bir ogrenci dolmadi heralde diye cevap verdi.Dogru dedi.

Profosor yine kursunun altina egilip bu defa bir kova kum cikartti ve kumu kavanoza bosaltarak taslarin ve micirlarin arasina yerlesmesini sagladi.Tekrar ogrencilere kavanozun dolup olmadigini sordu ogrenciler hayir diye cevapladilar.Guzel dedi ve bu defa bir surahi su alarak kavanoza bosaltti.Sonra ogrencilere donerek bu deneyin amaci ne? diye sordu.Uyanik ogrencilerden biri zamanimiz ne kadar dolu gorunurse gorunsun aslinda ayirabilecegimiz zamanimiz mutlaka vardir diye yanitladi.

Hayir dedi Profosor bu deneyin esas amaci Eger buyuk taslari bastan yerlestirmezsen kucukler girdikten sonra buyukleri asla kavanozun icine yerlestiremezsin gercegidir.

Profosor devam etti nedir hayatimizdaki buyuk taslar?Cocuklariniz, esiniz, sevdikleriniz, arkadaslariniz, hayalleriniz, sagliginiz, egitiminiz vs vs.. buyuk taslariniz belki bunlardan biri belki bir kaci belkide hepsi.Bu aksam uyumadan once iyice dusunun sizin buyuk taslariniz hangileri iyice karar verin.
Bilinki buyuk taslarinizi kavanoza ilk basta yerlestirmezseniz bir daha asla yer bulamazsiniz ...

J.M SaLas
24.Nisan.2006, 13:19
güzel hikayeydi arkadasım Tesekkürler.. bi tane de benden.. biraz uzun ama mutlaka okuyun. bi okumaya baslayın zaten nasıl bittiğini anlayamayacaksınız hikayenin..


ßU KADAR SEVEBİLİRMİSİNİZ ?

Bir otobüs durağında karşılaşmışlardı ilk kez.... Biri tıpta okuyordu, öbürü mimarlıkta. O ilk karşılaşmadan sonra, bir kere, bir kere, bir kere daha karşılaşabilmek için, hep aynı saatte, aynı duraktan, aynı otobüse bindiler. Gençtiler, çok genç... Birbirileriyle konuşacak cesareti bulmaları biraz zaman aldı ama sonunda başrdılar. İkisi de her sabah otobüse bindikleri semtte oturmuyorlardı aslında. Delikanlı arkadaşında kaldığı için o duraktan binmişti otobüse, kız ise ablasında.... Sırf birbirilerini görebilmek için, her sabah erkenden evlerinden çıkıp, şehrin öbür ucundaki o durağa, onların durağına geldiklerini, gülerek itiraf ettiler bir süre sonra...

Okullarını bitirince hemen evlendiler. Mutluydular hem de çok mutlu... Bazen işsiz, bazen parasız kaldılar ama öylesine sıkı kenetlenmişti ki yürekleri ve elleri hiçbir şeyi umursamadılar. Ayın sonunu zor getirdikleri günlerde de ünlü bir doktor ve ünlü bir mimar olduklarında da hep mutluydular. Zaman aşımına uğrayan, alışkanlıklara yenik düşen, banka hesabında para kalmadığı için ya da tam tersine o hesabı daha da kabarık hale getirmek uğuruna bitip-tükeniveren sevgilerden değildi onlarınki... Günler günleri, yıllar yılları kovaladıkça sevgileri de büyüdü, büyüdü... Tek eksikleri çocuklarının olmamasıydı. Zorlu bir tedavi sürecine rağman çocuk sahibi olmayınca, "bütün mutlulukların bizim olmasını beklemek, bencillik olur" diyerek devam ettiler hayatlarına. Çocuk yerine, sevgilerini büyüttüler... "Senin için ölürüm" derdi kadın, sımsıkı sarılıp adama ve adma "Hayır, ben senin için ölürüm" diye yanıt verirdi hep...

Bazen eve geldiğinde, aynanın üzerinde bir not görürdü kadın, "Bir tanem, kütüphanenin ikinci rafına bak...." Kütüphanenin ikinci rafında başka bir not olurdu, "Mutfaktaki masanın üzerine bak ve seni çok sevdiğimi sakın unutma" Mutfaktaki masadan, salondaki dolaba sevgi dolu notları okuya okuya koşturan kadın, sonunda kimi zaman bir demet çiçek, kimi zaman en sevdiği çikolatalar, kimi zaman da pahalı armağanlarla karşılaşırdı... Aldığı hediyenin ne olduğu önemli değildi zaten....

Hayat ne kadar hızlı akarsa aksın, işleri ne kadar yoğun olursa olsun hep birbirlerine ayıracak zaman buluyorlardı bulmasına ama kırklı yaşların ortalarına geldiklerinde, daha az çalışmaya karar verdiler. Adam, hastaneden ayrıldı ve muayenehanesinde hasta kabul etmeye başladı. Kadın da mimarlık bürosunu kapadı ve sadece özel projelerde görev aldı.
Artık daha fazla beraber olabiliyorlardı. Bir gün sahilde dolaşırken, harap durumda bir ev gördü kadın, üzerinde "satılık" levhası asılı olan. "Ne dersin, bu evi alalım mı?" dedi adama. "Bu viraneyi yıktırır, harika bir ev yaparız. Projeyi kafamda çizdim bile. Kocaman terası olan, martıları kahvaltıya davet edeceğimiz bir deniz evi yapalım burayı..." "Sen istersin de ben hiç hayır diyebilirmiyim?" diye yanıt verdi adam. "Amerika'daki tıp kongresinden döner dönmez ararım emlakçıyı... Kaç para olursa olsun, burası bizimdir artık...."

Sadece bir hafta ayrı kalacaklarını bildikleri halde, ayrılmaları zor oldu adam Amerika'ya giderken. Her gün, her saat konuştular telefonla.
Gözyaşları içinde kucaklaştılar havaalanında. Fakat birkaç gün sonra, kocasında bir tuhaflık olduğunu fark etti kadın. Eskisi kadar mutlu görünmüyor, konuşmaktan kaçınıyordu. Onu neşelendirmek için, sahildeki evi hatırlattı ve çizdiği projeyi verdi kadın ama hiç beklemediği bir cevap aldı: "Canım, o ev bizim bütçemizi aşıyor. Sen en iyisi o evi unut..."

Mutsuzluk, mutluluğun tadına alışmış insanlara daha da acı, daha da çekilmez gelir. Kadın, hiç sevmedi bu beklenmedik misafiri. Derdini söylemesi için yalvardı adama, "Senin için ölürüm, biliyorsun, ne olur anlat" diye dil döktü boş yere... Yıllardır sevdiği adam, duyarsız ve sevgisiz biriyle yer değiştirmişti sanki. Ona ulaşmaya çalıştıkça, beton duvarlara çarpıyordu kadın, her çarpmada daha fazla kanıyordu yüreği...

Bir gün, çocukluğunun, gençliğinin ve bütün hayatının birlikte geçtiği arkadaşına dert yanarken, "Artık dayanamıyorum, sana söylemek zorundayım" diye sözünü kesti arkadaşı. "O, seni aldatıyor. İş yerimin tam karşısındaki restoranda genç bir kadınla yemek yiyiyor her öğlen. Sonra sarmaş dolaş biniyorlar arabaya...." "Sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanları" diye bağırdı kadın. Onca yıllık arkadaşını, kendisini kıskanmakla suçladı.... Ertesi gün, öğle vakti o restoranın hemen karşısında bir köşeye sindi sessizce ve peri masallarının sadece masal olduğunu anladı... Kocasının eskiden aynı hastanede çalıştığı genç çocuk doktorunu tanıdı hemen. Bazen evlerinde ağırladıkları kadına nasıl sarıldığını gördü adamın...

Akşam kocası eve gelir gelmez, bazen bağırıp, bazen ağlayarak, bazen ona sımsıkı sarılıp bazen de yumruklayarak haykırdı suratına her şeyi. İnkar etmedi adam. Zamanla duyguların değişebildiği, insanların orta yaşa geldiklerinde farklılık aradığı gibi bir şeyler geveledi ağzında ve bavulunu alıp gitti evden. Kapıdan çıkarken, "son bir kez kucaklamak isterim seni" diyecek oldu ama kadın, "defol" dedi nefretle...

İlk celsede boşandılar... Modern bir aşk hikayesinin böyle son bulmasına
kimse inanamadı. Arkadaşlarının desteğiyle ayakta kalmaya çalıştı kadın.
Adamın, sevgilisiyle birlikte Amerika'ya yerleştiğini öğrendi. Bazen yalnız kaldığında, onu hala sevdiğini hissedince, ağlama nöbetleri geçiriyor, aşkın yerini, en az onun kadar yoğun bir duygu olan nefretin kalması için dua ediyordu.


Aradan bir yıl geçti... Her şeyin ilacı olduğu söylenen zaman bile, kadının derdine çare olamamıştı. Bir sabah, ısrarla çalan zilin sesiyle uyandı. Kapıyı açtığında, karşısında o kadını gördü. "Sen, buraya ne yüzle geliyorsun" diye bağırmak istedi ama sesi çıkmadı. "Lütfen, içeri girmeme izin ver, mutlaka konuşmamız gerekiyor." dedi genç kadın. Kanepeye ilişti ve zor duyulan bir sesle konuşmaya başladı: "Hiçbir şey göründüğü gibi değil aslında. Çok üzgünüm ama o bir saat önce öldü. Geçen yıl Amerika'daki kongre sırasında öğrendi hastalığını ve yaklaşık bir senelik ömrü kaldığını. Buna dayanamayacağını, hep söylediğin gibi onunla birlikte ölmek isteyeceğini biliyordu. Seni kendinden uzaklaştırmak için, benden sevgilisi rolünü oynamamı istedi. Ailesine de haber vermedi. Birlikte Amerika'ya yerleştiğimiz yalanını yaydı. Oysa ilk karşılaştığınız otobüs durağının karşısında bir ev tutmuştu. Tedavi görüyor ve kurtulacağına inanıyordu ama olmadı. Gece fenalaşmış, bakıcısı beni aradı, son anda yetiştim. Sana bu kutuyu vermemi istedi..." Gözlerinden akan yaşları durduramayacağını biliyordu kadın. Hemen oracıkta ölmek istiyordu. Eline tutuşturulan kutuyu açmayı neden sonra akıl edebildi. İtinayla katlanmış bir sürü kağıt duruyordu kutuda. İlk kağıtta, "Lütfen bütün notları sırayla oku bir tanem" diyordu... Sırayla okudu; "Seni çok sevdim", "Seni sevmekten hiç vazgeçmedim", "Senin için ölürüm derdin hep, doğru söylediğini bilirdim." "Fakat benim için ölmeni istemedim" "Şimdi bana söz vermeni istiyorum." "Benim için yaşayacaksın, anlaştık mı?" son kağıdı eline alırken, kutuda bir anahtar olduğunu gördü kadın... Ve son kağıtta şunlar yazılıydı:

"Sahildeki evimizi senin çizdiğin projeye göre yaptırdım. Kocaman terasta martılarla kahvaltı ederken, ben hep seni izliyor olacağım...."

zargı
30.Nisan.2006, 00:44
abi bende süper hikayeler var ama hafif küfür gibi kelimeler yazsam bişe olurmu ama koparsınız yani acayip hele ingilizlerle ilgili bi tane var süper