KaF KeF
12.Ağustos.2007, 14:57
EVLENMEYİ DÜŞÜNENLERE.......
"Evlenmeyi düşünenlere yol gösterecek bir yazı"...
"Evlilik hazırlığı yapan gençlerin çeyizinde bulunması gereken tavsiyeler"......
Şimdiki gençler çok şanslı.... Bizim zamanımızda bu konularda pek konuşulmaz, fikir verilmezdi.
Evli-barklı, olgun-oturaklı abilerimiz, hep çok daha mühim mevzuları anlatır, bu konuya gelince susarlardı.
Dinî dergilerde de yer almazdı bu konular, gençlerin zihni dağılmasın(!) diye....
Öyle olunca da biz, fısır fısır konuşurduk aramızda: "Evlensek mi acaba?.. Nasıl biriyle evlensek?"
"Büyüklerimin bulacağı bir kızla evlensem mutlu olur muyum sence?
"Siz bu tur açmazlar yaşamazsınız umarım. Zamanımızda bu konular daha rahat konuşuluyor zaten.
Doğru karar vermeniz de yazacaklarımın da biraz faydalı olursa ne mutlu bana....
EVLENMEK ŞART MI?.....
Kimse Robinson Crusoe değildir. O bile bir dost bulduğunda sevinçten zıplamıştı.
Konuşmak, paylaşmak ve yardımlaşmak, bu zorlu imtihan dünyasına tek başına gelen insanın en büyük ihtiyacıdır belki de...
"Zaten evlilik, değil bu insanî ve ulvî ihtiyaçları, insanın en temel ihtiyaçlarını, barınma, beslenme ve üreme dahi,
karşılayan bir kurum olduğu içindir ki, tartışmasız her asırda, her kültürde üstünde tutulmuş, şart gibi görülmüş, hatta kutsanmıştır.
Gelin görün ki, en fazla şikayet edilen kurumdur da aynı zamanda.
Bir problemi olan, işleri yolunda gitmeyen, gençliğinde ki ideallerini yakalayamamış kişiler, evliliğinden şikayet ederler genellikle.
Sanki bekârlığında çok mutluymuş gibi, sanki bekâr kalsa ideallerine ulaşacakmış gibi... Hem evlenir, hem şikayet ederler; hem de,
evlilikten vazgeçmezler. Olan da bekâr gençlere olur. Kafalar karışır.."Evlenmesek mi?....
"Siz bakmayın onlara. Hatta bana da bakmayın siz, bazen ben de "Bekâr bayan yarımdır, evlenince tam olur.
Bekâr erkek yarımdır, evlenince tamamen biter" gibi espriler yaparım ama, bal gibi biliyor, açıkca da görüyorum ki;
bekârlık yıllarımda hedefsiz ve sonuçsuz bir koşturmaca hâlinde geçen hayatım, evlenince,
bir tezgahın başına oturup üretime başlamak gibi bir değişim geçirdi ve maddî, manevî, sosyal sahalarda bu güne dek, ne ürettiysem,
hep evlendikten sonra oldu.
Eski resimleri karıştırdığım da, zaman zaman kendi kendine konuşan, yalnızlık sebebiyle arada kasvete dalan o genci görüp,
bu günkü hâlime şükrediyorum.
Dikkat ettim, kim ki evlenip yuva kurmuşsa; daha huzurlu, daha verimli, hedeflerini gerçekleştirmiş.
"Nasılsın?" diye sorunca gevrek gevrek gülerek "Iyii" diyor.
Kim ki düzenli bir aile hayatı kuramamış; huzursuz, şaşkın, meslekî yönden de verimsiz, başı boş dolanıyor.
"Yaa, bildiğin gibi işte, bir şey yok, ne olsun?......
Bekârlık, bu hayatta kazancı olmayanların işi dir yani. Üstelik onun, az önce yazdığım espriden çok daha hakikatli bir sözü daha var ki;
"Bekâr erkek üç te iki erkek, üç te bir çocuktur. Bekâr kadın üç te iki kadın,üç te bir erkektir.
" Yani erkeklerin haylazlıktan kurtulup olgunlaşmaları, bayanların ise kişiliklerini oturtmaları için evlenmeleri lâzımdır.
Peki, evleneceğiniz kişiyi nasıl seçeceksiniz?.........
ÖNCE NE İSTEDİĞİNİZİ BELİRLEYİN........
"Ne iş olsa yaparım abi" diyen birinin, iyi ve uygun bir iş bulması çok zordur malûm. Hatta iş bulması bile zordur.
Oysa kişi ne istediğini belirlese, aradığını bilmenin rahatlığı ile çok daha kolayca bulabilir.
Evlilik için de böyledir bu. Nasıl biriyle evleneceğine karar vermek, işin yarısını halletmek demektir.
Ama bunun için de tabiî önce kendi kişiliğinizi, yönelimlerinizi ve ihtiyaçlarınızı belirlemeniz gerekir.
Yani kendinizi tanımanız lâzımdır önce. İkili ilişkiler de, aile hayatında sizin için önemli olan nedir?
Huzur mu, paylaşım mı, destek mi, heyecan mı, ya da güven mi?.. Vazgeçemeyeceğiniz öncelikler hangileridir.
Kesinlikle kabul etmeyeceğiniz şeyler nelerdir?....Bunların adını doğru koymanız gerekir.
En az on cümleyle ihtiyaçlarınızı, beklentilerinizi, şartlarınızı sıralayın; elinizde ve aklınızda bulunsun.
Tabiî, bu istekleri sıralarken, abartmayın da lütfen. Adam arkadaşına sormuş: “Evlenmiyor musun?”.”Şartlarımı tutarsa olur”.
-Ne istiyorsun ki?- Güzel olsun, akıllı olsun, dindar olsun, zengin olsun, kültürlü olsun, şefkatli olsun, ciddi olsun, itaatli olsun,
bir de esprili olsun. “Ama abi”, demiş öteki, birden fazla evlilik yasak artık!
Fıkra, önerimi unutturmasın ama. Ne istediğinizi belirlemelisiniz mutlaka. Ön cümle lütfen.
İDEAL BİRLİĞİ ŞART, AMA YETMEZ
Hayat arkadaşını seçerken en çok dikkat edilmesi gereken noktaların başında ideal birliği gelir.
Hayatı beraber yaşayacağınız kişinin hayatı ne gözle gördüğü, hedefinin ne olduğu ve değer yargıları,
en çok üzerinde durulması gereken konudur.
Hayat, keyif peşinde, rahat içinde mi yaşanacak, yoksa idealler peşinde, gereğinde fedakârlıkla mı?
Kazanılan para ile daha iyi yaşamak mı hedeflenecek, yoksa o kazanç olabildiğince hayır yollarına mısarf edilecek?
Çocuk sahibi olunduğunda, çocuk hangi prensiplere göre büyütülecek, ona nasıl bir eğitim verilecek?
Sosyal hayatta kimlerle nasıl bir diyalog kurulacak? Bu gibi temel tercihlerde uyum, iyi bir evlilik için olmazsa olmaz şarttır.
Sizin hayatınızı bile uğruna feda edebileceğiniz ideallerinizi, eşiniz yarım kulakla dinliyorsa,
her satırını didik didik okuyup yaşamaya çalıştığınız kitaplarınızı eşiniz dinlerken uyukluyorsa, siz inançlı, eşiniz inançsızsa,
bırakın sevgiyi, saygı bile kalmaz ki aranızda. İlginç bir araştırma okumuştum.
"Evlilikte mutluluğun şartları nelerdir?"sorusuna, her iki cinsin en çok verdiği üç cevaptan birisi, hatta birincisi,'inanç ve ideal birliği' idi.
(Diğerleri de sevgi ve cinsel uyum imiş.) O yüzden evlenmeyi düşündüğünüz kişi de ilk bakacağınız nokta,
aynı idealleri paylaşıp paylaşmadığınızdır. Yani size, sizin yolunuzda 'yoldaş'da olabilmelidir eşiniz.
"Şimdilik istediğim gibi değil, ama ileride düzelir" diye de kendinizi kandırmayın. Ayetin verdiği dersi hatırlayın:
"Sen sevdiğine hidayet edemezsin, ancak Allah dilediğine hidayet eder." Değişeceğine dair garantiniz var mı?..
Ya da o, garanti verebiliyor mu? Yoksa siz kumar meraklısı mısınız?. Veya tehlikeyi çok mu seviyorsunuz?.
Ancak fikir uyumu önemli derken de ölçüyü kaçırmayalım.
En önemli noktadır bu, ama tek önemli nokta değildir. Gereklidir, ama yeterli değildir.
Bu noktada özellikle bir fikir grubu içinde olan ve idealleri yolunda yaşayan kişilerin çokça düştüğü bir hata vardır:
İyisine kötüsüne bakmadan, sırf aynı fikirleri paylaştığı için uyumsuz biriyle evlenmek...
"Zaten benim fikrimde olan az; ideallerimi paylaşan birisini bulursam, huyuna suyuna bakmaz evlenirim" diyenler çoktur.
Ama unutmayalım ki, aynı yola baş koymak, mutlu bir beraberliğin kurulmasına yetmez...
Zaten düşünürsek, aynı ideali bile, farklı insanlar, farklı biçimlerde yaşamaz mı?
En basit bir örnekle, evde oturup kitap okumak, yazı yazmak da bir ideale hizmet biçimidir; Sürekli gezip sohbetlere, faaliyetlere katılmak da.
Ama arada dağlar kadar fark vardır. Sadece fikir birliğini önemseyip, kişilik uyumunu yok saymak gibi bir hataya düşmeyiniz lütfen.
Fikirleri size uyanlar içinde, huyu da size uyan birini mutlaka bulursunuz.....
SEVGİ GEREKLİ, AŞK RİSKLİDİR....
Neredeyse klasik bir münazara konusudur: Evlilikte aşk lâzım mı, değil mi?
Beylik bir cevap olarak herkes "Tabiî ki lâzım" der.
Oysa bence sevgi şarttır, ama aşk şart değil, hatta risklidir bile. Hemen itiraz etmeyin, önce isimlendirmeyi doğru yapalım.
Kullandığım manâ da sevgi, karşısındakine ihtiyacını hissetmek, onunla beraber olmaktan mutluluk duymak, onun eksiklerini de hoş görmektir.
Aşk ise ona muhtaç olmak, onsuz olamamak, eksiklerini ise görmemektir.
Böyle bir aşk, aslında sağlıksız (gözü kör de denir) bir ruh hâli değil midir?.. Peki sağlıksız bir duyguyla sağlıklı bir beraberlik nasıl kurulur?
Depresyon tedavisinde kullanılan bazı ilaçların abartılı aşk duygularını da azalttığını biliyor muydunuz?
Saplantı düzeyinde ki aşk, bir hastalık bile sayılabilir aslında.
Ama modern çağın klişelerinin dayatmasıyla, çoğu gençler aşk evliliğini en büyük hayalleri olarak kabul ederler.
Bu kişilerin çoğu, aşık olduklarında karşılarında ki kişinin eksiklerini, uyumsuz yönlerini görmez,
O coşkulu duygunun esiri olup mantığı tamamen bir kenara atarak yanlış evlilikler yaparlar.
Aşık olmuş birisi için karşısında ki, dünyanın en mükemmel kişisidir, kusursuz dur, onun için yaratılmıştır,
o olmazsa hayat boyu mutsuz kalacaktır. Oysa aşk bir duygu ve duygular da geçici olduğu için bir süre sonra aşk küllenmeye başladığında,
önceleri görülmeyen yanlışlar göze batmaya başlar. Coşkuyla başlayan ilişki hüsranla biter çoğunlukla.
Aslına bakarsanız, aşık olan için bu denli riskler taşıyan bu duygu, aşık olunan kişi için bile çok rahatsız edicidir.
Düşünün; siz öylesine, gelişi güzel bir söz söylüyorsunuz ("İnecek var şoför bey!"), aşığınız "Ne hoş bir cümle kurdun" diyor.
Siz sıradan gündelik bir davranışınızı yapıyorsunuz, o "Ne güzel içiyorsun çorbayı!" diyor.
Böyle olduğundan büyük görülmek insanı rahatsız etmez mi sizce?
İlişkinin doğallığını, davranışların içtenliğini öldürmez mi?
Zaten o yüzden değil midir ki, çılgınca aşık olunanlar, genellikle aşıklarına karşılık vermez, acı çektirir?
"Delice sevdim, ömrümü verdim" diye başlayan şarkılar, "O beni sevmedi, kalbini vermedi" diye devam etmez mi hep?
Tesadüf değildir bu. Aklı başında hiç kimse, olduğundan büyük görünmek, hak ettiğinden fazla ilgi ve sevgi görmekten mutlu olmaz,
kısa süreli bir zevk dışında.....Üstelik bu tip gerçekçi olmayan sevgiler, abartılı hayranlıklar, yöneldiği kişinin zihnine,
"Ben onun zannettiği gibi mükemmel değilim. Öyle olmadığımı fark ettinde ne olacak?" tedirginliğini kazır.
Böyle seven, sevdiğini zorlu bir cendereye sıkıştırmıştır aslında.
Ve göğe çıkaranlar, hayallerinin gerçek olmadığını görünce, ortada bir yerde kalamaz, bu kez de yerin dibine batırırlar sevdikleri(!) kişiyi.
Büyük beklentiler, büyük hayal kırıklıklarını hazırlar.
Siz siz olun, eğer karşınızdaki size olduğunuzdan daha fazla kıymet veriyorsa, sizi olduğunuzdan mükemmel görüyorsa,
size sırılsıklam aşıksa, uzaklaşın ondan.
Dozunca seven, hatalarınızı da gören, ama iyi yönlerinizin hatırına onları affeden, sizden abartılı şeyler beklemeyen,
zorlamayan, destekleyen bir sevgi çok daha güzel değil mi?....
TEK BAŞINA DA MUTLU MUSUNUZ?....
Meşhur atasözüdür: İki çıplak bir hamama yaraşır. Yani, iki mutsuz birleşince mutlu olmaz.
Tek başına mutluluğu bulamamışsanız, ancak bir başkasına dayanarak mutlu olacaksanız, olmayın daha iyi.
Zaten olamazsınız. Üstelik bu dayanma tarzı, o hapşırınca sizin nezle olmanıza yol açacak, fazla dayandığınızda da omuzu ağrıyacaktır.
O yüzden, ilk anda size ters gelecek belki ama, eğer bekârken de mutlu, kendi içinde uyumlu bir insansanız,
evlenince daha da mutlu olursunuz muhtemelen.
Yok eğer bekârlığınız sıkıntılı, problemli, huzursuz geçiyorsa evlenince mutlu olma hülyası kurmanız gerçekçi olmaz.
Kendi içinizde bir toparlanma yaşamalısınız evliliği düşünmeden önce.
Unutmayın, iyi bir evlilik, kötü bir hayatı düzeltmez, ancak düzelmiş bir hayatta iyi bir evlilik yapılır.
Bu sözlerimle bazılarının tatli hayallerini bozuyor olabilirim ama, tüm sıkıntılarının evlenince mucizevî biçimde geçeceğini sanmak,
maalesef çok usulen büyük bir yanılgıdır. Evliliğe bu kadar fazla anlam yüklemek de hem mantıksızdır, hem de riskli.
Karşınızda ki de sizin gibi bir insandır; beyaz atlı prens değil.
Bu aldatıcı beklentinin uzun vadede en çok görülen sonucu ise (başlarda da dediğimiz gibi) evlilik de mutluluk getirmezse eşini suçlamaktır bu kez.
Şu diyalogu o kadar çok yaşadım ki bu güne kadar: "Çok sıkıntılı ve mutsuzum doktor bey.-Sebep nedir sizce?..
"Eşim, evlendiğimden beri bana destek olmuyor hiç"...
Bekârken çok mu mutluydunuz?.."Eeee, sorunlarım vardı tabiî. Gençliğimde de tedavi görmüştüm aslında"
Bu gibi kişiler, hayal ve masalların da etkisiyle, evlenince tüm sorunlarının aniden biteceğini bekledikleri için,
aynen devam eden sıkıntılar, ciddi bir hayal kırıklığını ve öfkeyi de beraberinde getirir maalesef.
Oysa, eğer biz değişmezsek, yarın bu günden farklı olmayacaktır. Nikahta sadece keramet vardır; mucize değil.
O yüzden, önce siz tek başına da mutlu olmayı öğrenin, sonra evlenin. Mutluluk paylaşıldıkça artar.
KONUŞABİLMEK LÂZIM.....
Evlilik anlaşmaktır. İnsanlar da konuşa konuşa anlaşırlar, malum.
Beğendiğiniz kişi dış görüntüsüyle, huyuyla, yaşama biçimiyle size çok uyuyor ama konuşmaya başladığınızda bir kopukluk oluyorsa dikkat!
Dozunda olunca tartışmak bile güzeldir, ama konuşamamak bir felakettir.
Onunla konuştuğunuzda zihniniz açılıyor, 1+1=3 ediyorsa bu çok güzel.
Eğer fazla olumlu bir katkı almıyor ama meramınızı anlatıp onu da anlayabiliyorsanız,1+1=2 ediyor demektir ki, idare eder.
Ama, ne kadar seviyorsanız sevin, onunla konuşurken kendinizi anlatamıyor, onun da ne demek istediğini kavramakta zorlanıyorsanız,
yani, 1+1= 2 bile etmiyorsa işiniz zor.
Hayat boyu mimiklerle anlaşamazsınız çünkü.... Onunla konuşamazsanız, ya kendi kendinize konuşmaya başlarsınız ya da başkalarıyla.
İkisi de risklidir."Mutlaka evlenin. Anlaşırsanız mutlu olursunuz, anlaşamazsanız filozof" diyenlere de katılmıyorum.
Size muhatap olabilen, zihninizi açan, fikrinizi zenginleştiren biriyle evlenirseniz, filozof değil evliya bile olabilirsiniz.
FLÖRT NE İŞE YARAR?.....
Konuşma deyince akla beraber çıkma ve flört de geliyor. İnsanların, birbirlerini tanımak istemeleri çok normal tabiî.
Ama flört dönemi, gerçek beraberliği aksettirmez çoğu zaman.
Eğer flört, gerçek hayatın aynısı olarak yaşanabilse, belki evliliğin nasıl gideceğine dair ip uçları verebilir, ama
bunun da başka bedelleri vardır malûm.
Bildiğimiz anlamdaki flört, yalnızca, arada sırada görüşüp gezmek, sohbet etmek ise,
aslında gerçek hayatta olunandan farklı bir kişiliğin sergilendiği bir dönemdir.
Örneğin kişi, günün yirmi üç saati tek başına, sessiz ve sakin bir hayat sürüyor,
biriken sohbet ve gezme ihtiyacını günde bir saatlik buluşmalara saklıyorsa, o bir saatte çok konuşkan, canlı, eğlendirici biri gibi davranabilir.
Ve çıktığı kişi de canlı, atak, sosyal insanlardan hoşlanıyorsa onun gözüne hoş görünebilir.
Ama iş evliliğe gelince, o hareketli görünen kişinin günde ancak bir saat gezmeye ve sohbete tahammül edebildiği,
aslında çok durgun ve sakin bir hayatı sevdiği açığa çıkar ve sürtüşmeler başlar tabiî.
Ben üç dört yil flört edip birbiriyle çok iyi anlaşan, ama evlenince bir kaç ayda hayal kırıklığı yaşayan nice insanlar gördüm.
Evlilik hayatı başlayınca,"Reklamları izlediniz, şimdi haberler". anonsu yapılmış gibi olur.
"Peki, flört bile olmadan evlenilecek kişi nasıl seçilebilir?",diyebilirsiniz.
Aslına bakarsanız bir insanın, karşısındaki kişiyi tanıması o kadar da uzun bir zaman gerektirmez.
Yapılan araştırmalar özellikle bayanların, karşılaştıkları kişiyi ilk üç dakika içinde değerlendirip kategorize edebildiğini göstermiştir.
Dikkatli bir insan için yüz hatları, mimikler, ses tonu, konuşma biçimi, hatta kullanılan kelimeler bile kişiliğe dair önemli işaretler taşır.
Ve özellikle hanımlar, bu tip işaretleri çok iyi değerlendirirler.
Meselâ karşınızdaki kişiye, "Hava bu gün ne güzel, değil mi?", diye sordunuz diyelim.
Hepsi de ayri bir kişilik yapısına işaret eden çeşit çeşit cevaplar alabilirsiniz.-
Gerçekten harika bir hava var, insanın içi coşkuyla doluyor. (Canlı, iyimser.)..
"Böyle havalari çok mu seversin?, (Karşısındaki ile ilgilenen.)..
"Hi hi. (Kontrollü ve ketum.) "Haklısın, çok güzel, değil mi? (Uyumlu, paylaşımcı.)...
"Esas üç gün önce çok daha güzeldi. (Geçmişte yaşayan.)..
"Yaa, bu güzel havada eve tıkıldık işte. (Şikayetçi, karamsar.)..
Bakın, bir tek cümleden ne kadar çok ipucu çıkartabiliyorsunuz. Yeter ki ona iyi bakın, dikkatli dinleyin ve ipuçlarını değerlendirin.
Böylece yakışıklı prensi bulmak için yüzlerce kurbağayı öpmeniz gerekmez.
ONU IYI TANIYIN.......
Yukarıda ki konunun devamı olmakla beraber ayrı bir paragraf olmayı hak eden bir önemi vardır bu bahsin.
Bir insanin karşısındakini iyi tanıyabilmesi için bile, önce kendi sıkıntı ve saplantılarından arınması gerekir.
Şimdi onu bir düşünün. Nasıl bir insan olduğunu tarif edebilir misiniz?
Eğer onun kişiliğini en az on cümle ile tarif edemiyorsanız, onu tanımıyorsunuz demektir.
(Ayrıca bu on cümleyi başta hazırladığınız tarifle kıyaslayacağınızı da anladınız tabiî.)
Eğer onu tam olarak tanımadığınız halde ondan çok hoşlanıyorsanız, bu sizin farketmediğiniz bir kompleksinizle ilgili olabilir, dikkat edin!
Ne demek istediğimi bir örnekle anlatayım...
Faraza, diyelim ki, siz maddî sıkıntı yaşıyorsunuz.
Fena halde zorlanıyorsunuz. Acilen borç para bulmanız lâzım. Ve bu arada bir yazarla tanıştınız.
Çok ilginç fikirleri var. Size son çıkan kitabını anlatıyor. Ama siz onun fikirlerini dinlemiyorsunuz bile. Neden?
Çünkü aklınız para probleminizde. Bu haldeyken onu ancak şöyle dinlersiniz:
"Acaba kitabı iyi sattı mı? Parası var mı?, Bana borç verir mi?", Anlattığı fikirleri dinlemezsiniz bile.
Sonuçta sizin acil ihtiyacınız, meşgul olduğunuz probleminiz, onu tanımanızı engeller, saatlerce konuşsanız bile.
Aynen bunun gibi; Diyelim ki sizin beğenilme, önemsenme konusunda bir kompleksiniz var.
İnsanların size hak ettiğiniz ilgiyi göstermediğini düşünüyorsunuz.
Bu durumda yalancı ve ahlâksız biri bile, size aşırı ilgi gösterse, peşinizden koşsa, sizi göğe çıkarsa, sizi elde etmesi kolaydır.
Siz, uğraştığınız tek konuda derdinize deva olacağını düşündüğünüz bu kişinin, aslında kolayca fark edilebilecek
bir yığın yanlışını fark etmezsiniz.
Sonra da, "Evlenmeden önce anlayamamıştım onun böyle biri olduğunu" diye şikayet edersiniz.
"Küçücük çocuklar bile karşılarındaki insanın huyunu-suyunu hissedebilirken,
siz, nasıl oldu da, onun bu yönlerini görmediniz?", diye sorulduğunda da "Bilemiyorum, fark etmemişim" dersiniz.
Aslında cevap açıktır: O yönlerine hiç bakmadınız ki... Sizin ilgilendiğiniz tek bir konu vardı.
Saplantınız yani....O yüzden, "Önce kendi saplantılarınızı bulup çözmeniz lâzım, doğru seçim yapabilmek için" diyorum.
Ve sonra da, duru bir gözle karşınızdakine bakıp onu tanımaya, anlamaya çalışmanız.
Eğer karşınızdakinin huyunu-suyunu doğru düzgün tarif edemiyor,
size sorulan "şu şu yönleri nasıl?," sorularına cevap bulamıyorsanız, tekrar bir değerlendirme yapmanız gerekiyor demektir.
Bu değerlendirmeyi güvendiğiniz kişilerle beraber yapmanızda da fayda var bence.
"Evlenmeyi düşünenlere yol gösterecek bir yazı"...
"Evlilik hazırlığı yapan gençlerin çeyizinde bulunması gereken tavsiyeler"......
Şimdiki gençler çok şanslı.... Bizim zamanımızda bu konularda pek konuşulmaz, fikir verilmezdi.
Evli-barklı, olgun-oturaklı abilerimiz, hep çok daha mühim mevzuları anlatır, bu konuya gelince susarlardı.
Dinî dergilerde de yer almazdı bu konular, gençlerin zihni dağılmasın(!) diye....
Öyle olunca da biz, fısır fısır konuşurduk aramızda: "Evlensek mi acaba?.. Nasıl biriyle evlensek?"
"Büyüklerimin bulacağı bir kızla evlensem mutlu olur muyum sence?
"Siz bu tur açmazlar yaşamazsınız umarım. Zamanımızda bu konular daha rahat konuşuluyor zaten.
Doğru karar vermeniz de yazacaklarımın da biraz faydalı olursa ne mutlu bana....
EVLENMEK ŞART MI?.....
Kimse Robinson Crusoe değildir. O bile bir dost bulduğunda sevinçten zıplamıştı.
Konuşmak, paylaşmak ve yardımlaşmak, bu zorlu imtihan dünyasına tek başına gelen insanın en büyük ihtiyacıdır belki de...
"Zaten evlilik, değil bu insanî ve ulvî ihtiyaçları, insanın en temel ihtiyaçlarını, barınma, beslenme ve üreme dahi,
karşılayan bir kurum olduğu içindir ki, tartışmasız her asırda, her kültürde üstünde tutulmuş, şart gibi görülmüş, hatta kutsanmıştır.
Gelin görün ki, en fazla şikayet edilen kurumdur da aynı zamanda.
Bir problemi olan, işleri yolunda gitmeyen, gençliğinde ki ideallerini yakalayamamış kişiler, evliliğinden şikayet ederler genellikle.
Sanki bekârlığında çok mutluymuş gibi, sanki bekâr kalsa ideallerine ulaşacakmış gibi... Hem evlenir, hem şikayet ederler; hem de,
evlilikten vazgeçmezler. Olan da bekâr gençlere olur. Kafalar karışır.."Evlenmesek mi?....
"Siz bakmayın onlara. Hatta bana da bakmayın siz, bazen ben de "Bekâr bayan yarımdır, evlenince tam olur.
Bekâr erkek yarımdır, evlenince tamamen biter" gibi espriler yaparım ama, bal gibi biliyor, açıkca da görüyorum ki;
bekârlık yıllarımda hedefsiz ve sonuçsuz bir koşturmaca hâlinde geçen hayatım, evlenince,
bir tezgahın başına oturup üretime başlamak gibi bir değişim geçirdi ve maddî, manevî, sosyal sahalarda bu güne dek, ne ürettiysem,
hep evlendikten sonra oldu.
Eski resimleri karıştırdığım da, zaman zaman kendi kendine konuşan, yalnızlık sebebiyle arada kasvete dalan o genci görüp,
bu günkü hâlime şükrediyorum.
Dikkat ettim, kim ki evlenip yuva kurmuşsa; daha huzurlu, daha verimli, hedeflerini gerçekleştirmiş.
"Nasılsın?" diye sorunca gevrek gevrek gülerek "Iyii" diyor.
Kim ki düzenli bir aile hayatı kuramamış; huzursuz, şaşkın, meslekî yönden de verimsiz, başı boş dolanıyor.
"Yaa, bildiğin gibi işte, bir şey yok, ne olsun?......
Bekârlık, bu hayatta kazancı olmayanların işi dir yani. Üstelik onun, az önce yazdığım espriden çok daha hakikatli bir sözü daha var ki;
"Bekâr erkek üç te iki erkek, üç te bir çocuktur. Bekâr kadın üç te iki kadın,üç te bir erkektir.
" Yani erkeklerin haylazlıktan kurtulup olgunlaşmaları, bayanların ise kişiliklerini oturtmaları için evlenmeleri lâzımdır.
Peki, evleneceğiniz kişiyi nasıl seçeceksiniz?.........
ÖNCE NE İSTEDİĞİNİZİ BELİRLEYİN........
"Ne iş olsa yaparım abi" diyen birinin, iyi ve uygun bir iş bulması çok zordur malûm. Hatta iş bulması bile zordur.
Oysa kişi ne istediğini belirlese, aradığını bilmenin rahatlığı ile çok daha kolayca bulabilir.
Evlilik için de böyledir bu. Nasıl biriyle evleneceğine karar vermek, işin yarısını halletmek demektir.
Ama bunun için de tabiî önce kendi kişiliğinizi, yönelimlerinizi ve ihtiyaçlarınızı belirlemeniz gerekir.
Yani kendinizi tanımanız lâzımdır önce. İkili ilişkiler de, aile hayatında sizin için önemli olan nedir?
Huzur mu, paylaşım mı, destek mi, heyecan mı, ya da güven mi?.. Vazgeçemeyeceğiniz öncelikler hangileridir.
Kesinlikle kabul etmeyeceğiniz şeyler nelerdir?....Bunların adını doğru koymanız gerekir.
En az on cümleyle ihtiyaçlarınızı, beklentilerinizi, şartlarınızı sıralayın; elinizde ve aklınızda bulunsun.
Tabiî, bu istekleri sıralarken, abartmayın da lütfen. Adam arkadaşına sormuş: “Evlenmiyor musun?”.”Şartlarımı tutarsa olur”.
-Ne istiyorsun ki?- Güzel olsun, akıllı olsun, dindar olsun, zengin olsun, kültürlü olsun, şefkatli olsun, ciddi olsun, itaatli olsun,
bir de esprili olsun. “Ama abi”, demiş öteki, birden fazla evlilik yasak artık!
Fıkra, önerimi unutturmasın ama. Ne istediğinizi belirlemelisiniz mutlaka. Ön cümle lütfen.
İDEAL BİRLİĞİ ŞART, AMA YETMEZ
Hayat arkadaşını seçerken en çok dikkat edilmesi gereken noktaların başında ideal birliği gelir.
Hayatı beraber yaşayacağınız kişinin hayatı ne gözle gördüğü, hedefinin ne olduğu ve değer yargıları,
en çok üzerinde durulması gereken konudur.
Hayat, keyif peşinde, rahat içinde mi yaşanacak, yoksa idealler peşinde, gereğinde fedakârlıkla mı?
Kazanılan para ile daha iyi yaşamak mı hedeflenecek, yoksa o kazanç olabildiğince hayır yollarına mısarf edilecek?
Çocuk sahibi olunduğunda, çocuk hangi prensiplere göre büyütülecek, ona nasıl bir eğitim verilecek?
Sosyal hayatta kimlerle nasıl bir diyalog kurulacak? Bu gibi temel tercihlerde uyum, iyi bir evlilik için olmazsa olmaz şarttır.
Sizin hayatınızı bile uğruna feda edebileceğiniz ideallerinizi, eşiniz yarım kulakla dinliyorsa,
her satırını didik didik okuyup yaşamaya çalıştığınız kitaplarınızı eşiniz dinlerken uyukluyorsa, siz inançlı, eşiniz inançsızsa,
bırakın sevgiyi, saygı bile kalmaz ki aranızda. İlginç bir araştırma okumuştum.
"Evlilikte mutluluğun şartları nelerdir?"sorusuna, her iki cinsin en çok verdiği üç cevaptan birisi, hatta birincisi,'inanç ve ideal birliği' idi.
(Diğerleri de sevgi ve cinsel uyum imiş.) O yüzden evlenmeyi düşündüğünüz kişi de ilk bakacağınız nokta,
aynı idealleri paylaşıp paylaşmadığınızdır. Yani size, sizin yolunuzda 'yoldaş'da olabilmelidir eşiniz.
"Şimdilik istediğim gibi değil, ama ileride düzelir" diye de kendinizi kandırmayın. Ayetin verdiği dersi hatırlayın:
"Sen sevdiğine hidayet edemezsin, ancak Allah dilediğine hidayet eder." Değişeceğine dair garantiniz var mı?..
Ya da o, garanti verebiliyor mu? Yoksa siz kumar meraklısı mısınız?. Veya tehlikeyi çok mu seviyorsunuz?.
Ancak fikir uyumu önemli derken de ölçüyü kaçırmayalım.
En önemli noktadır bu, ama tek önemli nokta değildir. Gereklidir, ama yeterli değildir.
Bu noktada özellikle bir fikir grubu içinde olan ve idealleri yolunda yaşayan kişilerin çokça düştüğü bir hata vardır:
İyisine kötüsüne bakmadan, sırf aynı fikirleri paylaştığı için uyumsuz biriyle evlenmek...
"Zaten benim fikrimde olan az; ideallerimi paylaşan birisini bulursam, huyuna suyuna bakmaz evlenirim" diyenler çoktur.
Ama unutmayalım ki, aynı yola baş koymak, mutlu bir beraberliğin kurulmasına yetmez...
Zaten düşünürsek, aynı ideali bile, farklı insanlar, farklı biçimlerde yaşamaz mı?
En basit bir örnekle, evde oturup kitap okumak, yazı yazmak da bir ideale hizmet biçimidir; Sürekli gezip sohbetlere, faaliyetlere katılmak da.
Ama arada dağlar kadar fark vardır. Sadece fikir birliğini önemseyip, kişilik uyumunu yok saymak gibi bir hataya düşmeyiniz lütfen.
Fikirleri size uyanlar içinde, huyu da size uyan birini mutlaka bulursunuz.....
SEVGİ GEREKLİ, AŞK RİSKLİDİR....
Neredeyse klasik bir münazara konusudur: Evlilikte aşk lâzım mı, değil mi?
Beylik bir cevap olarak herkes "Tabiî ki lâzım" der.
Oysa bence sevgi şarttır, ama aşk şart değil, hatta risklidir bile. Hemen itiraz etmeyin, önce isimlendirmeyi doğru yapalım.
Kullandığım manâ da sevgi, karşısındakine ihtiyacını hissetmek, onunla beraber olmaktan mutluluk duymak, onun eksiklerini de hoş görmektir.
Aşk ise ona muhtaç olmak, onsuz olamamak, eksiklerini ise görmemektir.
Böyle bir aşk, aslında sağlıksız (gözü kör de denir) bir ruh hâli değil midir?.. Peki sağlıksız bir duyguyla sağlıklı bir beraberlik nasıl kurulur?
Depresyon tedavisinde kullanılan bazı ilaçların abartılı aşk duygularını da azalttığını biliyor muydunuz?
Saplantı düzeyinde ki aşk, bir hastalık bile sayılabilir aslında.
Ama modern çağın klişelerinin dayatmasıyla, çoğu gençler aşk evliliğini en büyük hayalleri olarak kabul ederler.
Bu kişilerin çoğu, aşık olduklarında karşılarında ki kişinin eksiklerini, uyumsuz yönlerini görmez,
O coşkulu duygunun esiri olup mantığı tamamen bir kenara atarak yanlış evlilikler yaparlar.
Aşık olmuş birisi için karşısında ki, dünyanın en mükemmel kişisidir, kusursuz dur, onun için yaratılmıştır,
o olmazsa hayat boyu mutsuz kalacaktır. Oysa aşk bir duygu ve duygular da geçici olduğu için bir süre sonra aşk küllenmeye başladığında,
önceleri görülmeyen yanlışlar göze batmaya başlar. Coşkuyla başlayan ilişki hüsranla biter çoğunlukla.
Aslına bakarsanız, aşık olan için bu denli riskler taşıyan bu duygu, aşık olunan kişi için bile çok rahatsız edicidir.
Düşünün; siz öylesine, gelişi güzel bir söz söylüyorsunuz ("İnecek var şoför bey!"), aşığınız "Ne hoş bir cümle kurdun" diyor.
Siz sıradan gündelik bir davranışınızı yapıyorsunuz, o "Ne güzel içiyorsun çorbayı!" diyor.
Böyle olduğundan büyük görülmek insanı rahatsız etmez mi sizce?
İlişkinin doğallığını, davranışların içtenliğini öldürmez mi?
Zaten o yüzden değil midir ki, çılgınca aşık olunanlar, genellikle aşıklarına karşılık vermez, acı çektirir?
"Delice sevdim, ömrümü verdim" diye başlayan şarkılar, "O beni sevmedi, kalbini vermedi" diye devam etmez mi hep?
Tesadüf değildir bu. Aklı başında hiç kimse, olduğundan büyük görünmek, hak ettiğinden fazla ilgi ve sevgi görmekten mutlu olmaz,
kısa süreli bir zevk dışında.....Üstelik bu tip gerçekçi olmayan sevgiler, abartılı hayranlıklar, yöneldiği kişinin zihnine,
"Ben onun zannettiği gibi mükemmel değilim. Öyle olmadığımı fark ettinde ne olacak?" tedirginliğini kazır.
Böyle seven, sevdiğini zorlu bir cendereye sıkıştırmıştır aslında.
Ve göğe çıkaranlar, hayallerinin gerçek olmadığını görünce, ortada bir yerde kalamaz, bu kez de yerin dibine batırırlar sevdikleri(!) kişiyi.
Büyük beklentiler, büyük hayal kırıklıklarını hazırlar.
Siz siz olun, eğer karşınızdaki size olduğunuzdan daha fazla kıymet veriyorsa, sizi olduğunuzdan mükemmel görüyorsa,
size sırılsıklam aşıksa, uzaklaşın ondan.
Dozunca seven, hatalarınızı da gören, ama iyi yönlerinizin hatırına onları affeden, sizden abartılı şeyler beklemeyen,
zorlamayan, destekleyen bir sevgi çok daha güzel değil mi?....
TEK BAŞINA DA MUTLU MUSUNUZ?....
Meşhur atasözüdür: İki çıplak bir hamama yaraşır. Yani, iki mutsuz birleşince mutlu olmaz.
Tek başına mutluluğu bulamamışsanız, ancak bir başkasına dayanarak mutlu olacaksanız, olmayın daha iyi.
Zaten olamazsınız. Üstelik bu dayanma tarzı, o hapşırınca sizin nezle olmanıza yol açacak, fazla dayandığınızda da omuzu ağrıyacaktır.
O yüzden, ilk anda size ters gelecek belki ama, eğer bekârken de mutlu, kendi içinde uyumlu bir insansanız,
evlenince daha da mutlu olursunuz muhtemelen.
Yok eğer bekârlığınız sıkıntılı, problemli, huzursuz geçiyorsa evlenince mutlu olma hülyası kurmanız gerçekçi olmaz.
Kendi içinizde bir toparlanma yaşamalısınız evliliği düşünmeden önce.
Unutmayın, iyi bir evlilik, kötü bir hayatı düzeltmez, ancak düzelmiş bir hayatta iyi bir evlilik yapılır.
Bu sözlerimle bazılarının tatli hayallerini bozuyor olabilirim ama, tüm sıkıntılarının evlenince mucizevî biçimde geçeceğini sanmak,
maalesef çok usulen büyük bir yanılgıdır. Evliliğe bu kadar fazla anlam yüklemek de hem mantıksızdır, hem de riskli.
Karşınızda ki de sizin gibi bir insandır; beyaz atlı prens değil.
Bu aldatıcı beklentinin uzun vadede en çok görülen sonucu ise (başlarda da dediğimiz gibi) evlilik de mutluluk getirmezse eşini suçlamaktır bu kez.
Şu diyalogu o kadar çok yaşadım ki bu güne kadar: "Çok sıkıntılı ve mutsuzum doktor bey.-Sebep nedir sizce?..
"Eşim, evlendiğimden beri bana destek olmuyor hiç"...
Bekârken çok mu mutluydunuz?.."Eeee, sorunlarım vardı tabiî. Gençliğimde de tedavi görmüştüm aslında"
Bu gibi kişiler, hayal ve masalların da etkisiyle, evlenince tüm sorunlarının aniden biteceğini bekledikleri için,
aynen devam eden sıkıntılar, ciddi bir hayal kırıklığını ve öfkeyi de beraberinde getirir maalesef.
Oysa, eğer biz değişmezsek, yarın bu günden farklı olmayacaktır. Nikahta sadece keramet vardır; mucize değil.
O yüzden, önce siz tek başına da mutlu olmayı öğrenin, sonra evlenin. Mutluluk paylaşıldıkça artar.
KONUŞABİLMEK LÂZIM.....
Evlilik anlaşmaktır. İnsanlar da konuşa konuşa anlaşırlar, malum.
Beğendiğiniz kişi dış görüntüsüyle, huyuyla, yaşama biçimiyle size çok uyuyor ama konuşmaya başladığınızda bir kopukluk oluyorsa dikkat!
Dozunda olunca tartışmak bile güzeldir, ama konuşamamak bir felakettir.
Onunla konuştuğunuzda zihniniz açılıyor, 1+1=3 ediyorsa bu çok güzel.
Eğer fazla olumlu bir katkı almıyor ama meramınızı anlatıp onu da anlayabiliyorsanız,1+1=2 ediyor demektir ki, idare eder.
Ama, ne kadar seviyorsanız sevin, onunla konuşurken kendinizi anlatamıyor, onun da ne demek istediğini kavramakta zorlanıyorsanız,
yani, 1+1= 2 bile etmiyorsa işiniz zor.
Hayat boyu mimiklerle anlaşamazsınız çünkü.... Onunla konuşamazsanız, ya kendi kendinize konuşmaya başlarsınız ya da başkalarıyla.
İkisi de risklidir."Mutlaka evlenin. Anlaşırsanız mutlu olursunuz, anlaşamazsanız filozof" diyenlere de katılmıyorum.
Size muhatap olabilen, zihninizi açan, fikrinizi zenginleştiren biriyle evlenirseniz, filozof değil evliya bile olabilirsiniz.
FLÖRT NE İŞE YARAR?.....
Konuşma deyince akla beraber çıkma ve flört de geliyor. İnsanların, birbirlerini tanımak istemeleri çok normal tabiî.
Ama flört dönemi, gerçek beraberliği aksettirmez çoğu zaman.
Eğer flört, gerçek hayatın aynısı olarak yaşanabilse, belki evliliğin nasıl gideceğine dair ip uçları verebilir, ama
bunun da başka bedelleri vardır malûm.
Bildiğimiz anlamdaki flört, yalnızca, arada sırada görüşüp gezmek, sohbet etmek ise,
aslında gerçek hayatta olunandan farklı bir kişiliğin sergilendiği bir dönemdir.
Örneğin kişi, günün yirmi üç saati tek başına, sessiz ve sakin bir hayat sürüyor,
biriken sohbet ve gezme ihtiyacını günde bir saatlik buluşmalara saklıyorsa, o bir saatte çok konuşkan, canlı, eğlendirici biri gibi davranabilir.
Ve çıktığı kişi de canlı, atak, sosyal insanlardan hoşlanıyorsa onun gözüne hoş görünebilir.
Ama iş evliliğe gelince, o hareketli görünen kişinin günde ancak bir saat gezmeye ve sohbete tahammül edebildiği,
aslında çok durgun ve sakin bir hayatı sevdiği açığa çıkar ve sürtüşmeler başlar tabiî.
Ben üç dört yil flört edip birbiriyle çok iyi anlaşan, ama evlenince bir kaç ayda hayal kırıklığı yaşayan nice insanlar gördüm.
Evlilik hayatı başlayınca,"Reklamları izlediniz, şimdi haberler". anonsu yapılmış gibi olur.
"Peki, flört bile olmadan evlenilecek kişi nasıl seçilebilir?",diyebilirsiniz.
Aslına bakarsanız bir insanın, karşısındaki kişiyi tanıması o kadar da uzun bir zaman gerektirmez.
Yapılan araştırmalar özellikle bayanların, karşılaştıkları kişiyi ilk üç dakika içinde değerlendirip kategorize edebildiğini göstermiştir.
Dikkatli bir insan için yüz hatları, mimikler, ses tonu, konuşma biçimi, hatta kullanılan kelimeler bile kişiliğe dair önemli işaretler taşır.
Ve özellikle hanımlar, bu tip işaretleri çok iyi değerlendirirler.
Meselâ karşınızdaki kişiye, "Hava bu gün ne güzel, değil mi?", diye sordunuz diyelim.
Hepsi de ayri bir kişilik yapısına işaret eden çeşit çeşit cevaplar alabilirsiniz.-
Gerçekten harika bir hava var, insanın içi coşkuyla doluyor. (Canlı, iyimser.)..
"Böyle havalari çok mu seversin?, (Karşısındaki ile ilgilenen.)..
"Hi hi. (Kontrollü ve ketum.) "Haklısın, çok güzel, değil mi? (Uyumlu, paylaşımcı.)...
"Esas üç gün önce çok daha güzeldi. (Geçmişte yaşayan.)..
"Yaa, bu güzel havada eve tıkıldık işte. (Şikayetçi, karamsar.)..
Bakın, bir tek cümleden ne kadar çok ipucu çıkartabiliyorsunuz. Yeter ki ona iyi bakın, dikkatli dinleyin ve ipuçlarını değerlendirin.
Böylece yakışıklı prensi bulmak için yüzlerce kurbağayı öpmeniz gerekmez.
ONU IYI TANIYIN.......
Yukarıda ki konunun devamı olmakla beraber ayrı bir paragraf olmayı hak eden bir önemi vardır bu bahsin.
Bir insanin karşısındakini iyi tanıyabilmesi için bile, önce kendi sıkıntı ve saplantılarından arınması gerekir.
Şimdi onu bir düşünün. Nasıl bir insan olduğunu tarif edebilir misiniz?
Eğer onun kişiliğini en az on cümle ile tarif edemiyorsanız, onu tanımıyorsunuz demektir.
(Ayrıca bu on cümleyi başta hazırladığınız tarifle kıyaslayacağınızı da anladınız tabiî.)
Eğer onu tam olarak tanımadığınız halde ondan çok hoşlanıyorsanız, bu sizin farketmediğiniz bir kompleksinizle ilgili olabilir, dikkat edin!
Ne demek istediğimi bir örnekle anlatayım...
Faraza, diyelim ki, siz maddî sıkıntı yaşıyorsunuz.
Fena halde zorlanıyorsunuz. Acilen borç para bulmanız lâzım. Ve bu arada bir yazarla tanıştınız.
Çok ilginç fikirleri var. Size son çıkan kitabını anlatıyor. Ama siz onun fikirlerini dinlemiyorsunuz bile. Neden?
Çünkü aklınız para probleminizde. Bu haldeyken onu ancak şöyle dinlersiniz:
"Acaba kitabı iyi sattı mı? Parası var mı?, Bana borç verir mi?", Anlattığı fikirleri dinlemezsiniz bile.
Sonuçta sizin acil ihtiyacınız, meşgul olduğunuz probleminiz, onu tanımanızı engeller, saatlerce konuşsanız bile.
Aynen bunun gibi; Diyelim ki sizin beğenilme, önemsenme konusunda bir kompleksiniz var.
İnsanların size hak ettiğiniz ilgiyi göstermediğini düşünüyorsunuz.
Bu durumda yalancı ve ahlâksız biri bile, size aşırı ilgi gösterse, peşinizden koşsa, sizi göğe çıkarsa, sizi elde etmesi kolaydır.
Siz, uğraştığınız tek konuda derdinize deva olacağını düşündüğünüz bu kişinin, aslında kolayca fark edilebilecek
bir yığın yanlışını fark etmezsiniz.
Sonra da, "Evlenmeden önce anlayamamıştım onun böyle biri olduğunu" diye şikayet edersiniz.
"Küçücük çocuklar bile karşılarındaki insanın huyunu-suyunu hissedebilirken,
siz, nasıl oldu da, onun bu yönlerini görmediniz?", diye sorulduğunda da "Bilemiyorum, fark etmemişim" dersiniz.
Aslında cevap açıktır: O yönlerine hiç bakmadınız ki... Sizin ilgilendiğiniz tek bir konu vardı.
Saplantınız yani....O yüzden, "Önce kendi saplantılarınızı bulup çözmeniz lâzım, doğru seçim yapabilmek için" diyorum.
Ve sonra da, duru bir gözle karşınızdakine bakıp onu tanımaya, anlamaya çalışmanız.
Eğer karşınızdakinin huyunu-suyunu doğru düzgün tarif edemiyor,
size sorulan "şu şu yönleri nasıl?," sorularına cevap bulamıyorsanız, tekrar bir değerlendirme yapmanız gerekiyor demektir.
Bu değerlendirmeyi güvendiğiniz kişilerle beraber yapmanızda da fayda var bence.