Onurap
07.Mayıs.2007, 03:51
http://www.galatasaray.org/images/haberler/60/B_990_mt_B.jpg
Adını Ezberletti!
17 ay önce, Ekim 2006’da Galatasaray Dergisi’nin 49. sayısında yayımlanan röportajının başlığı "Adımı Ezberletmeye Geldim" idi. Spikerler, futbol yorumcuları, taraftarlar ve biz dahil herkesin dili sürçüyor; “Mehmet Polat” çıkıyordu kimi zaman ağzımızdan. Bugün Nisan 2008’de istisnasız herkes onun adını doğru söylüyorsa sebebi sahada ortaya koyduğu performanstır. Az konuşan, çok çalışan ve sözünü tutan Mehmet Topal’in hikayesi işte böyle başlamıştı. Kaçıranlara....
“11 yaşında Malatya’da bir toprak sahada 38 numara ayağına, içine karton sıkıştırılmış 43 numara kramponları geçiren bir çocuk...
16 yaşında Malatya’dan Çanakkale’ye gurbet yollarına düşen, ikinci gün bozmadığı valiziyle arkadaşlarının otogardan çevirdiği bir genç...
20’sinde Çanakkale’de bir pastanede – hem de transferin son gününde - telefonu çalan ve karşısında Adnan Sezgin’i bulan bir adam...
Galatasaray’a geldiği günden bu yana çokçalarımız düştü aynı hataya: “Mehmet Polat” dedik; Mehmet Topal demek isterken...
'Adımı ezberletmeye geldim' dedi.”
Ekim 2006-Florya Metin Oktay Tesisleri
(Röportaj: Bülent Timurlenk ([email protected]) | Galatasaray Dergisi, Nisan 2008, Sayı: 66)
Mart 2008-Florya Metin Oktay Tesisleri
Çanakkale’de seni otogardan döndüren arkadaşlarınla görüşüyor musun hala?
Tabii, irtibatı koparmadık. Zaten 3-4 sezon birlikte oynadık. Halen kendileriyle görüşüyorum.
Bu noktaya gelmenden gurur duyuyor olmalılar...
Tabii. Birlikte oynadığımız zaman da hep birbirimize destek olurduk. Bu işler biraz da kısmet meselesi. Benim kısmetim biraz açık oldu onlara göre. Buralara gelmek bana nasip oldu. Onlar da buralara gelmemden çok mutlular.
Çanakkale’deki arkadaşlarından Süper Lig’e çıkan var mı?
Yok. Şansları pek yaver gitmedi. İstedikleri yerlere gelemeyince futbolu da bıraktılar. Bir arkadaşım Elazığ’da. Bir başkası iş hayatına atıldı.
Futbolcunun kariyerinde şansın rolü ne kadar sence?
Şansa bağlamam hayatımda hiçbir şeyi. Çok çalıştığın zaman, pozitif düşündüğün zaman emeklerinin karşılığını alıyorsun. Hayatım boyunca bir şeye inandım: Çok çalışmak, çok çalışmak, çok çalışmak...Ve bugünlerde o çalışmanın karşılığını görüyorum.
Malatya’dayken sana büyük gelen kramponlara gazete kağıdı sıkıştırıp girmiştin seçmelere. Bugün şartlar değişti mi Malatya’da...
Malatya Belediyespor’un durumu çok iyi. Altyapıda oynayanların sponsorluklar sayesinde malzeme sorunu çözüldü.
Devir değişti değil mi?
Evet. Devir çok değişti. O zamanlar kramponlarımızı kendi imkanlarımızla almaya çalışıyorduk. Ama şimdi öyle değil. Kulübün sponsoru var ve ayakkabıya ihtiyaçları yok. Kulübün durumu da çok iyi bir yerde.
Çim sahaları yapıldı mı?
Yapılıyor sanırım. Orada da futbol yavaş yavaş üst seviyeye geliyor. Doğu’da artık insanlar futbola çok önem veriyor. Futbol, hayatlarının bir parçası. Malatya ve Doğu Anadolu’daki diğer şehirlerde çok yetenekli gençler var. Bunları keşfetmek için büyüklerimizden bir ricam olacak. Lütfen o taraflara dönük biraz daha araştırma yapsınlar. İnanıyorum ki oradan daha da değerler çıkacaktır.
Milli Takım’da U21’e gelene kadar yaş gruplarında hiç oynamadın. Sen mi kendini çok geliştirdin yoksa milli takımlar mı seni keşfedemedi?
O yaşlarda hocalarım, performansımın çok iyi olduğunu, milli takıma gitmem gerektiğini söylüyorlardı. Ama çağrılmadım. Çağrılmadığım zaman içimde bir burukluk oluyordu ama üzülmüyordum. Demek daha çok çalışmam gerek diyordum. Ve daha çok çalıştım. Her zamanki performansımı daha üst düzeye çıkarmaya çalıştım. A takıma çıktıktan sonra insanlar, menajerler daha çok sizi izliyor. Her zaman göz önünde oluyorsunuz. A takımda iyi performans gösterince sonradan yavaş yavaş Ümit Milli Takım’a çağrıldım. Kamplara katıldım ve hazırlık karşılaşmalarında forma giydim. Galatasaray’a geldikten sonra resmi maçlarda oynadım.
Geçen sezona gidersek; bu sezon yaptığın çıkışı geçen sezon yapamamanın sebepleri neler olabilir?
Rekabetten önce insanın performansına dayalı bir şey bu. Galatasaray’a geldiğim ilk zamanlarda çok iyi maçlar çıkarmıştım. Ama deplasmandaki Liverpool maçından sonra 6-7 hafta kadroya giremedim. Neden giremedim ben de bilmiyorum. Antrenmanlarda çok iyi çalışmama rağmen bir türlü olmuyordu. Liverpool’a karşı ilk yarı takım halinde çok kötü oynadık. Gol pozisyonu üretemiyorduk. Liverpool’un inanılmaz bir baskısı ve atmosferi vardı. Sonra hocamız ikinci yarıda beni oyundan çıkardı.
Anfield Road’un kurbanı sen oldun yani...
Türkiye’de söylenen buydu. Ama ben kendimi futboluma verdiğim için, hiçbir zaman bunu sorun etmedim. Her zaman arkadaşlarım bir çalışıyorsa, iki çalışmak zorunda hissettim kendimi. Oynamadığım zaman takımdaki ağabeylerim de söylüyordu, kadroya girmen lazım diye. Ama hocamızın kararına saygı duydum hep. Hiçbir zaman farklı düşünmedim. Sonuçta Gerets, Galatasaray’a gelmemde büyük rol oynadı. Son haftalarda yine forma şansı bulmaya başladım. 7-8 maç çok iyi performans gösterdim. Ama sezon başı Milli Takım’a gittiğimde çok ciddi bir sakatlık geçirdim bağlarımdan. Yaklaşık 1.5 ay tedavi oldum. Sezon başı olduğu için ve Galatasaray’da kalıcı olmak için, hocaya bir şeyler göstermek zorundasınız. İdmanlara sakat sakat çıkıyordum. Ağrılarım olduğu halde bandajla çıkıyordum. Elimden geldiği kadar çok çalışıyordum. Sezon başı çok fazla forma şansı bulamadım.
13 futbolcuyla yolların ayrıldığı sezon başında yine de kendini ispat etme şansını yakalamışsın. Sana inanıyorlardı Florya’da...
Tabii ki. Beni burada çok iyi tanıyorlardı. Futbolumu çok iyi biliyorlardı. Ben zaten Galatasaray’a gözü kapalı, beş yıllık imza attım. Sezon başı ben sakatlık yaşarken tabii ki yeni transferlere öncelik tanınıyordu. Kadroya fazla giremedim. Kendini kanıtlamış bir Tobias Linderoth vardı. İsveç Milli Takımı’nın kaptanı ve mükemmel bir kişiliğe sahip Tobias. Kendime onu da örnek aldım. Çok talihsiz bir sakatlık geçirdi ama inanıyorum yeniden aramıza katılacak. Ben fazla forma şansı bulamadığımda da hiçbir zaman olumsuz düşünmedim.
Biraz daha ısrarcı olsam bu soruda. Etten kemikten insansın. Forma şansı bulamıyorsun. Hiç mi hayalkırıklığı yaşamadın?
Çok iyi bir noktaya değindiniz. İnsanlar dışarıdan, futbolcu çok iyi paralar kazanıyor, çok iyi arabalara biniyor diye bakıyorlar. Ama işin iç yüzü hiç öyle değil. Bir kere büyük camiada oynuyorsanız karakterinizin ve psikolojinizin çok çok üst seviyede olması lazım. Çok kırıldığım, üzüldüğüm günler de oldu, ağladığım akşamlar da oldu. Kadroya girememek çok yıpratıyordu. Ama bu hep içimde kaldı. Dışarıya yansıtmamaya çalıştım. En büyük destek ailem ve yakın dostlarımdan geliyordu. Onların desteğiyle bu psikolojik baskıyı kırarak yoluma devam ettim. Hakan Ağabey’in (Şükür) bana verdiği öğütleri hiç aklımdan çıkarmadım. Büyük camialarında kalabilmenin şartının çok ama çok çalışmak olduğunu hep söyedi.
Linderoth’un sakatlığı hepimizi çok üzdü. Ancak bu sakatlık senin kariyerindeki çıkışın da sebebi oldu. Feldkamp ile olan diyaloglarınıza değinsek...
Her camiada böyledir, kendini kanıtlamış futbolcular her zaman ilk onbir için ilk adaydırlar. Nasıl futbolcu olduğumu biliyordum. İdmanda performansım artınca hocamın yaklaşımı daha pozitif oldu. Linderoth’u her zaman örnek alan bir insanım. Zaten kişiliği dış görünüşünden bellidir. Onun pozisyonlarını, pozisyonlara bakış açılarını, hepsini takip ediyordum. Ve bunları beynimin bir köşesine kazıyordum. Bana şans geldiğinde neler yapmam gerektiğini kurguluyordum. Sonra şans bana geldi. Ben de bu şansı en iyi şekilde değerlendirdiğimi düşünüyorum.
Uzun ve dikine toplar atıyordun. Bir maçta pas hatalarında tribünlerden ters sesler gelince sanki daha garantili kısa pasla oynamaya başladın. Tribün baskısı yeteneğini bastırıyor olabilir mi?
Doğru. Benim en büyük özelliklerimden biri, dikine sert ve uzun toplar atmak. Türk futbolunda yabancı futbolcuların pas hatası yaptığı zaman bizim kadar tepki toplamıyorlar. Bu ister istemez futbolcunun performansını etkiliyor.
Sen tribünün etkilenen bir futbolcusun. Tepkileri nasıl aştın?
Güven bir futbolcu için çok önemli ve bir futbolcu o güveni oynayarak kazanıyor. Kendini taraftara sevdirerek kazanıyor.
“Hata yaparsam formayı kaptırırım” psikolojisi de söz konusu değil mi?
Kesinlikle... İlk oynadığınızda yaptığınız en ufak yanlış hareket göze batıyor. Türk futbolunun gelişmesi için bence bundan vazgeçmemiz lazım. Bu futbolcuyu çok etkiliyor. Eğer bunu aşarsak Türk futbolu da futbolcusu da ilerler.
Senin en büyük silahlarından biri uzaktan şutların...
Her maçta 3-4 şut pozisyonu yaratmalıyım kendime. Çünkü hocam da toplara vurmam gerektiğini söyledi. Ama pozisyonum gereği çok fazla ileriye çıkamıyorum. Defansa yoğunlaşıyorum. Bu yüzden beklendiği kadar şut atamıyorum. Eğer biraz daha ileri çıkıp şut atarsam benim açımdan daha iyi olacağını düşünüyorum.
Patrick Vieira’ya hayran olduğunu biliyoruz. İkinizin de ortak özelliği uzun bacaklarınız. Bu sezon rakipten top çalarken vücudunu daç ok iyi kullanmaya başladın onu gibi. Sanırım iyi bir gözlemcisin...
Çocukluğumdan beri maçlarda Vieira’yı izliyorum tabii. Gece yaşantım yok. Çok fazla gezmeyi seven bir insan değilim. Daha çok ailemle vakit geçiririm. O vakitlerde de TV’de maç seyrederim. Seyrettiğim maçlarda hep benim mevkiimde oynayanlara çok dikkat ederim. Pozisyona bakışları, top saklamaları, bunlar önemlidir.
Kimleri beğeniyorsun başka?
Patrick Vieira her zaman favorimdir ama ağır sakatlık sonrası yeni toparlanıyor. Daha çok İngiltere Ligi’ni izlediğim için Scholes, Lampard, Essien’i beğeniyorum. Milan’da Pirlo da mükemmel bir orta saha. En çok beğendiğim futbolar zaten kendi karakterimde futbolculardır.
UEFA Kupası’nda Leverkusen’e elenmemizi sen nasıl değerlendiriyorsun?
Leverkusen’den önce Konya’da maçımız vardı. Ertelendi. Ertesi gün o beton gibi zeminde top oynadık. Leverkusen’de ben dahil iki-üç arkadaşımız sakat sakat oynadı. Dizimde bir problem vardı. Ağrılara rağmen oynayabileceğimi söylediler. Takım arkadaşlarıma faydalı olacağımı düşündüm.
Leverkusen maçını Konya’da kaybettiğimizi düşünebilir miyiz?
Evet. Ama bahane aramamak lazım. Uğur mesela, çok ciddi bir sakatlık geçirdi. Leverkusen maçına çok yorgun çıktık. İlk maça bakacak olursak, Leverkusen’i Ali Sami Yen’de üç dört golle yenebilirdik ama olmadı.
Lige baktığında, “Şu maçtaki puan kaybı beni çok üzdü” diyebileceğin bir maç var mı?
Kasımpaşa mağlubiyeti çok üzdü. Beşiktaş mağlubiyeti de öyle. O puanları alabilsek çok avantajlı durumda olurduk.
Tesislerde yaşıyordun, artık kendi evindesin...
Kardeşlerim burada, onlarla beraber yaşıyorum. Annem ve babam Malatya’da ama onları da yakında getireceğim.
Ailenin burada olması futbolunu etkiliyor mu?
Çok etkiliyor. Ailem yokken akşam yemeğini dışarıda yemek zorundaydım. Yorgun olduğun zaman bu keyif olmaktan çıkıyor. Yalnızlıktan canınız sıkılıyor. Eve çıktığım için çok mutluyum. Şimdi idmanlardan sonra eve gidiyorum. Aile fertleriyle sohbet ediyorum; yemek, her şey hazır oluyor. Daha çok dinlenmiş oluyorsunuz.
Maç günleri evde de bir tribün oluyor değil mi?
Evet! İyi maç çıkarıp eve gittiğimde övgü dolu sözler duyuyorum, bütün yorgunluğum gidiyor.
Futbol dışındaki hayat peki?
Sinemaya gitmeye çalışıyorum. Genelde hep Florya’dayım. Kaç senedir İstanbul’dayım, Akmerkez’e kaç defa gittin derseniz, bir kez gitmişimdir. O da Galatasaray’a ilk geldiğimde...
İyi bir film izleyicisi olduğunu biliyoruz...
Bilgisayarla bir türlü sevemedik birbirimizi. Laptopumu hala film izlemek için kullanıyorum. Özellikle deplasmanlarda ve kamplarda akşamları odamda bol bol film izlerim. Futbol programları yerine daha çok Avrupa’dan naklen maç yayınlarını tercih ediyorum.
GALATASARAY DERGİSİ / RÖPORTAJLAR
Adını Ezberletti!
17 ay önce, Ekim 2006’da Galatasaray Dergisi’nin 49. sayısında yayımlanan röportajının başlığı "Adımı Ezberletmeye Geldim" idi. Spikerler, futbol yorumcuları, taraftarlar ve biz dahil herkesin dili sürçüyor; “Mehmet Polat” çıkıyordu kimi zaman ağzımızdan. Bugün Nisan 2008’de istisnasız herkes onun adını doğru söylüyorsa sebebi sahada ortaya koyduğu performanstır. Az konuşan, çok çalışan ve sözünü tutan Mehmet Topal’in hikayesi işte böyle başlamıştı. Kaçıranlara....
“11 yaşında Malatya’da bir toprak sahada 38 numara ayağına, içine karton sıkıştırılmış 43 numara kramponları geçiren bir çocuk...
16 yaşında Malatya’dan Çanakkale’ye gurbet yollarına düşen, ikinci gün bozmadığı valiziyle arkadaşlarının otogardan çevirdiği bir genç...
20’sinde Çanakkale’de bir pastanede – hem de transferin son gününde - telefonu çalan ve karşısında Adnan Sezgin’i bulan bir adam...
Galatasaray’a geldiği günden bu yana çokçalarımız düştü aynı hataya: “Mehmet Polat” dedik; Mehmet Topal demek isterken...
'Adımı ezberletmeye geldim' dedi.”
Ekim 2006-Florya Metin Oktay Tesisleri
(Röportaj: Bülent Timurlenk ([email protected]) | Galatasaray Dergisi, Nisan 2008, Sayı: 66)
Mart 2008-Florya Metin Oktay Tesisleri
Çanakkale’de seni otogardan döndüren arkadaşlarınla görüşüyor musun hala?
Tabii, irtibatı koparmadık. Zaten 3-4 sezon birlikte oynadık. Halen kendileriyle görüşüyorum.
Bu noktaya gelmenden gurur duyuyor olmalılar...
Tabii. Birlikte oynadığımız zaman da hep birbirimize destek olurduk. Bu işler biraz da kısmet meselesi. Benim kısmetim biraz açık oldu onlara göre. Buralara gelmek bana nasip oldu. Onlar da buralara gelmemden çok mutlular.
Çanakkale’deki arkadaşlarından Süper Lig’e çıkan var mı?
Yok. Şansları pek yaver gitmedi. İstedikleri yerlere gelemeyince futbolu da bıraktılar. Bir arkadaşım Elazığ’da. Bir başkası iş hayatına atıldı.
Futbolcunun kariyerinde şansın rolü ne kadar sence?
Şansa bağlamam hayatımda hiçbir şeyi. Çok çalıştığın zaman, pozitif düşündüğün zaman emeklerinin karşılığını alıyorsun. Hayatım boyunca bir şeye inandım: Çok çalışmak, çok çalışmak, çok çalışmak...Ve bugünlerde o çalışmanın karşılığını görüyorum.
Malatya’dayken sana büyük gelen kramponlara gazete kağıdı sıkıştırıp girmiştin seçmelere. Bugün şartlar değişti mi Malatya’da...
Malatya Belediyespor’un durumu çok iyi. Altyapıda oynayanların sponsorluklar sayesinde malzeme sorunu çözüldü.
Devir değişti değil mi?
Evet. Devir çok değişti. O zamanlar kramponlarımızı kendi imkanlarımızla almaya çalışıyorduk. Ama şimdi öyle değil. Kulübün sponsoru var ve ayakkabıya ihtiyaçları yok. Kulübün durumu da çok iyi bir yerde.
Çim sahaları yapıldı mı?
Yapılıyor sanırım. Orada da futbol yavaş yavaş üst seviyeye geliyor. Doğu’da artık insanlar futbola çok önem veriyor. Futbol, hayatlarının bir parçası. Malatya ve Doğu Anadolu’daki diğer şehirlerde çok yetenekli gençler var. Bunları keşfetmek için büyüklerimizden bir ricam olacak. Lütfen o taraflara dönük biraz daha araştırma yapsınlar. İnanıyorum ki oradan daha da değerler çıkacaktır.
Milli Takım’da U21’e gelene kadar yaş gruplarında hiç oynamadın. Sen mi kendini çok geliştirdin yoksa milli takımlar mı seni keşfedemedi?
O yaşlarda hocalarım, performansımın çok iyi olduğunu, milli takıma gitmem gerektiğini söylüyorlardı. Ama çağrılmadım. Çağrılmadığım zaman içimde bir burukluk oluyordu ama üzülmüyordum. Demek daha çok çalışmam gerek diyordum. Ve daha çok çalıştım. Her zamanki performansımı daha üst düzeye çıkarmaya çalıştım. A takıma çıktıktan sonra insanlar, menajerler daha çok sizi izliyor. Her zaman göz önünde oluyorsunuz. A takımda iyi performans gösterince sonradan yavaş yavaş Ümit Milli Takım’a çağrıldım. Kamplara katıldım ve hazırlık karşılaşmalarında forma giydim. Galatasaray’a geldikten sonra resmi maçlarda oynadım.
Geçen sezona gidersek; bu sezon yaptığın çıkışı geçen sezon yapamamanın sebepleri neler olabilir?
Rekabetten önce insanın performansına dayalı bir şey bu. Galatasaray’a geldiğim ilk zamanlarda çok iyi maçlar çıkarmıştım. Ama deplasmandaki Liverpool maçından sonra 6-7 hafta kadroya giremedim. Neden giremedim ben de bilmiyorum. Antrenmanlarda çok iyi çalışmama rağmen bir türlü olmuyordu. Liverpool’a karşı ilk yarı takım halinde çok kötü oynadık. Gol pozisyonu üretemiyorduk. Liverpool’un inanılmaz bir baskısı ve atmosferi vardı. Sonra hocamız ikinci yarıda beni oyundan çıkardı.
Anfield Road’un kurbanı sen oldun yani...
Türkiye’de söylenen buydu. Ama ben kendimi futboluma verdiğim için, hiçbir zaman bunu sorun etmedim. Her zaman arkadaşlarım bir çalışıyorsa, iki çalışmak zorunda hissettim kendimi. Oynamadığım zaman takımdaki ağabeylerim de söylüyordu, kadroya girmen lazım diye. Ama hocamızın kararına saygı duydum hep. Hiçbir zaman farklı düşünmedim. Sonuçta Gerets, Galatasaray’a gelmemde büyük rol oynadı. Son haftalarda yine forma şansı bulmaya başladım. 7-8 maç çok iyi performans gösterdim. Ama sezon başı Milli Takım’a gittiğimde çok ciddi bir sakatlık geçirdim bağlarımdan. Yaklaşık 1.5 ay tedavi oldum. Sezon başı olduğu için ve Galatasaray’da kalıcı olmak için, hocaya bir şeyler göstermek zorundasınız. İdmanlara sakat sakat çıkıyordum. Ağrılarım olduğu halde bandajla çıkıyordum. Elimden geldiği kadar çok çalışıyordum. Sezon başı çok fazla forma şansı bulamadım.
13 futbolcuyla yolların ayrıldığı sezon başında yine de kendini ispat etme şansını yakalamışsın. Sana inanıyorlardı Florya’da...
Tabii ki. Beni burada çok iyi tanıyorlardı. Futbolumu çok iyi biliyorlardı. Ben zaten Galatasaray’a gözü kapalı, beş yıllık imza attım. Sezon başı ben sakatlık yaşarken tabii ki yeni transferlere öncelik tanınıyordu. Kadroya fazla giremedim. Kendini kanıtlamış bir Tobias Linderoth vardı. İsveç Milli Takımı’nın kaptanı ve mükemmel bir kişiliğe sahip Tobias. Kendime onu da örnek aldım. Çok talihsiz bir sakatlık geçirdi ama inanıyorum yeniden aramıza katılacak. Ben fazla forma şansı bulamadığımda da hiçbir zaman olumsuz düşünmedim.
Biraz daha ısrarcı olsam bu soruda. Etten kemikten insansın. Forma şansı bulamıyorsun. Hiç mi hayalkırıklığı yaşamadın?
Çok iyi bir noktaya değindiniz. İnsanlar dışarıdan, futbolcu çok iyi paralar kazanıyor, çok iyi arabalara biniyor diye bakıyorlar. Ama işin iç yüzü hiç öyle değil. Bir kere büyük camiada oynuyorsanız karakterinizin ve psikolojinizin çok çok üst seviyede olması lazım. Çok kırıldığım, üzüldüğüm günler de oldu, ağladığım akşamlar da oldu. Kadroya girememek çok yıpratıyordu. Ama bu hep içimde kaldı. Dışarıya yansıtmamaya çalıştım. En büyük destek ailem ve yakın dostlarımdan geliyordu. Onların desteğiyle bu psikolojik baskıyı kırarak yoluma devam ettim. Hakan Ağabey’in (Şükür) bana verdiği öğütleri hiç aklımdan çıkarmadım. Büyük camialarında kalabilmenin şartının çok ama çok çalışmak olduğunu hep söyedi.
Linderoth’un sakatlığı hepimizi çok üzdü. Ancak bu sakatlık senin kariyerindeki çıkışın da sebebi oldu. Feldkamp ile olan diyaloglarınıza değinsek...
Her camiada böyledir, kendini kanıtlamış futbolcular her zaman ilk onbir için ilk adaydırlar. Nasıl futbolcu olduğumu biliyordum. İdmanda performansım artınca hocamın yaklaşımı daha pozitif oldu. Linderoth’u her zaman örnek alan bir insanım. Zaten kişiliği dış görünüşünden bellidir. Onun pozisyonlarını, pozisyonlara bakış açılarını, hepsini takip ediyordum. Ve bunları beynimin bir köşesine kazıyordum. Bana şans geldiğinde neler yapmam gerektiğini kurguluyordum. Sonra şans bana geldi. Ben de bu şansı en iyi şekilde değerlendirdiğimi düşünüyorum.
Uzun ve dikine toplar atıyordun. Bir maçta pas hatalarında tribünlerden ters sesler gelince sanki daha garantili kısa pasla oynamaya başladın. Tribün baskısı yeteneğini bastırıyor olabilir mi?
Doğru. Benim en büyük özelliklerimden biri, dikine sert ve uzun toplar atmak. Türk futbolunda yabancı futbolcuların pas hatası yaptığı zaman bizim kadar tepki toplamıyorlar. Bu ister istemez futbolcunun performansını etkiliyor.
Sen tribünün etkilenen bir futbolcusun. Tepkileri nasıl aştın?
Güven bir futbolcu için çok önemli ve bir futbolcu o güveni oynayarak kazanıyor. Kendini taraftara sevdirerek kazanıyor.
“Hata yaparsam formayı kaptırırım” psikolojisi de söz konusu değil mi?
Kesinlikle... İlk oynadığınızda yaptığınız en ufak yanlış hareket göze batıyor. Türk futbolunun gelişmesi için bence bundan vazgeçmemiz lazım. Bu futbolcuyu çok etkiliyor. Eğer bunu aşarsak Türk futbolu da futbolcusu da ilerler.
Senin en büyük silahlarından biri uzaktan şutların...
Her maçta 3-4 şut pozisyonu yaratmalıyım kendime. Çünkü hocam da toplara vurmam gerektiğini söyledi. Ama pozisyonum gereği çok fazla ileriye çıkamıyorum. Defansa yoğunlaşıyorum. Bu yüzden beklendiği kadar şut atamıyorum. Eğer biraz daha ileri çıkıp şut atarsam benim açımdan daha iyi olacağını düşünüyorum.
Patrick Vieira’ya hayran olduğunu biliyoruz. İkinizin de ortak özelliği uzun bacaklarınız. Bu sezon rakipten top çalarken vücudunu daç ok iyi kullanmaya başladın onu gibi. Sanırım iyi bir gözlemcisin...
Çocukluğumdan beri maçlarda Vieira’yı izliyorum tabii. Gece yaşantım yok. Çok fazla gezmeyi seven bir insan değilim. Daha çok ailemle vakit geçiririm. O vakitlerde de TV’de maç seyrederim. Seyrettiğim maçlarda hep benim mevkiimde oynayanlara çok dikkat ederim. Pozisyona bakışları, top saklamaları, bunlar önemlidir.
Kimleri beğeniyorsun başka?
Patrick Vieira her zaman favorimdir ama ağır sakatlık sonrası yeni toparlanıyor. Daha çok İngiltere Ligi’ni izlediğim için Scholes, Lampard, Essien’i beğeniyorum. Milan’da Pirlo da mükemmel bir orta saha. En çok beğendiğim futbolar zaten kendi karakterimde futbolculardır.
UEFA Kupası’nda Leverkusen’e elenmemizi sen nasıl değerlendiriyorsun?
Leverkusen’den önce Konya’da maçımız vardı. Ertelendi. Ertesi gün o beton gibi zeminde top oynadık. Leverkusen’de ben dahil iki-üç arkadaşımız sakat sakat oynadı. Dizimde bir problem vardı. Ağrılara rağmen oynayabileceğimi söylediler. Takım arkadaşlarıma faydalı olacağımı düşündüm.
Leverkusen maçını Konya’da kaybettiğimizi düşünebilir miyiz?
Evet. Ama bahane aramamak lazım. Uğur mesela, çok ciddi bir sakatlık geçirdi. Leverkusen maçına çok yorgun çıktık. İlk maça bakacak olursak, Leverkusen’i Ali Sami Yen’de üç dört golle yenebilirdik ama olmadı.
Lige baktığında, “Şu maçtaki puan kaybı beni çok üzdü” diyebileceğin bir maç var mı?
Kasımpaşa mağlubiyeti çok üzdü. Beşiktaş mağlubiyeti de öyle. O puanları alabilsek çok avantajlı durumda olurduk.
Tesislerde yaşıyordun, artık kendi evindesin...
Kardeşlerim burada, onlarla beraber yaşıyorum. Annem ve babam Malatya’da ama onları da yakında getireceğim.
Ailenin burada olması futbolunu etkiliyor mu?
Çok etkiliyor. Ailem yokken akşam yemeğini dışarıda yemek zorundaydım. Yorgun olduğun zaman bu keyif olmaktan çıkıyor. Yalnızlıktan canınız sıkılıyor. Eve çıktığım için çok mutluyum. Şimdi idmanlardan sonra eve gidiyorum. Aile fertleriyle sohbet ediyorum; yemek, her şey hazır oluyor. Daha çok dinlenmiş oluyorsunuz.
Maç günleri evde de bir tribün oluyor değil mi?
Evet! İyi maç çıkarıp eve gittiğimde övgü dolu sözler duyuyorum, bütün yorgunluğum gidiyor.
Futbol dışındaki hayat peki?
Sinemaya gitmeye çalışıyorum. Genelde hep Florya’dayım. Kaç senedir İstanbul’dayım, Akmerkez’e kaç defa gittin derseniz, bir kez gitmişimdir. O da Galatasaray’a ilk geldiğimde...
İyi bir film izleyicisi olduğunu biliyoruz...
Bilgisayarla bir türlü sevemedik birbirimizi. Laptopumu hala film izlemek için kullanıyorum. Özellikle deplasmanlarda ve kamplarda akşamları odamda bol bol film izlerim. Futbol programları yerine daha çok Avrupa’dan naklen maç yayınlarını tercih ediyorum.
GALATASARAY DERGİSİ / RÖPORTAJLAR