J.M SaLas
26.Nisan.2006, 15:12
Türk futbolu, son 5 yılın ilk yarısında başarıdan başarıya koştu, ikinci yarısında ise çok hızlı bir şekilde ivme kaybetti. Arka arkaya gelen başarısızlıklar yetmiyormuş gibi bir de organize şiddet olaylarıyla anılmaya başlayan Türkiye, dünya futbolunda en ağır cezaya çarptırılan üçüncü ülke oldu. Euro 2004'ten sonra 2006 Dünya Kupası'na da gidememek ve FIFA'nın verdiği cezalar, nereden nereye geldiğimizi ve bundan sonra ne yapmamız gerektiğini göstermesi açısından çok önemli.
2002 Dünya Kupası’na gitmeden önce dünya üçüncüsü olacağımızı rüyamızda görsek inanmazdık. Zaten birkaç yıl önce de herhangi bir takımımızın UEFA Kupası’nı ve Süper Kupa’yı kazanacağını söyleseler kendimizi rüyada sanırdık. Ama ister inanalım ister inanmayalım, UEFA Kupası ve Süper Kupa’yı havaya kaldıran jenerasyon, dünya 3.’sü olarak da çıtayı en yükseğe koydu. Artık rüya değil, gerçeği görüyorduk. O gerçek de başarıydı. Bu hızla 2006 Dünya Kupası’nı bile kazanabilirdik.
Ama bunun için ayağımızın yere basması gerekiyordu... Kısır çekişmeleri bir kenara bırakıp kenetlenmemiz gerekiyordu... Bu başarılardan nasıl bir ders çıkaracağımızı ve bundan sonraki başarıları nasıl kazanacağımızı düşünmemiz gerekiyordu... Türkiye’nin 5. kategoriden gelip de kısa sürede Avrupa ve dünyanın zirvesine çıktığı gibi, başka ülkelerin de aynı şeyleri yapabileceğini hesaplamamız ve rakiplerimizi küçümsemememiz gerekiyordu... Bunları yapamasak bile en azından 2002 Dünya Kupası’nda Güney Kore ile oynadığımız üçüncülük maçında tüm dünyanın zihnine nakşettiğimiz o fair-play fotoğrafını lekelemememiz gerekiyordu... Ki, hep terörle anılan ve daha sonra spordaki başarılarla büyük ölçüde değişen ülkemizin imajına şiddet olaylarıyla yeniden zarar vermeyelim...
2002’den sonraki ilk ciddi sınavımızı Fransa’daki 2003 Konfederasyon Kupası’nda verdik. Şenol Güneş, ağırlığını gençlerin oluşturduğu bir kadroyu tercih etti. Amaç, bu gençleri yavaş yavaş A Milli Takım’a adapte etmekti. Fransa’da güzel bir futbol ortaya koyan ve üçüncü olan Türkiye, gelecek adına epey ümit vermişti. Bu kadro, Euro 2004’ten itibaren A Milli Takım’ın isketeleti olacaktı.
Portekiz’deki Euro 2004 ele-melerinde İngiltere ile aynı gruba düştük. Tarihte hiç yenemediğimiz ve gol atamadığımız İngilizleri yine mağlup edemeyince grubu ikinci tamamladık. Portekiz vizesi için baraj maçları oynayacaktık. Rakip de Letonya’ydı. Basınımıza göre, çekmiştik bi Letonya! Ama rakibi küçümsedik ve ummadık taş baş yardı! İşte bu, Türk futbolunun oklarının tersine döndüğü ilk ciddi darbeydi. Bu darbeden sonra Güneş’in görevden alınması fazla uzun sürmedi. Zaten Federasyon Başkanı Haluk Ulusoy, 2002 Dünya Kupası’ndan sonra aralarının pek iyi olmadığı Güneş ile yolları ayırmak için bahane arıyordu. Bu bahane de Letonya hezimeti oldu.
Bu hezimeti unutturmak ve yeniden vitrine çıkmak için 2006 Dünya Kupası’na mutlaka katılmamız gerekiyordu. Bunun için de Güneş’in yerine Ersun Yanal getirildi. Fakat Yanal döneminde futboldan ziyade tartışmalar ön plana çıktı. Arka arkaya kaybedilen puanlar, en azından baraj şansını yakalamak için yeni bir ismi gündeme getirdi. O da Fatih Terim oldu.
Terim’li A Milli Takım, grupta kalan üç maçta 7 puan toplayarak baraj şansını yakaladı. Rakibimiz de hemen herkesin istediği İsviçre oldu. Tıpkı Letonya’da olduğu gibi... Keşke çıkmaz olsaydı... Elendiğimizle kalmadık, dünyaya rezil olduk. İlk maçta yaşananlar ikinci maçtaki olayları körükledi, o olaylar da Türkiye’ye dünya futbol tarihinin en ağır üçüncü cezasını verdirdi: Tüm masrafları Türkiye Futbol Federasyonu karşılamak üzere tarafsız sahada seyircisiz 6 maç... Yanı sıra Alpay ve Emre’ye 6, Serkan Balcı’ya 2 maç oynamama cezası; antrenör Mehmet Özdilek’e 12 ay resmi müsabakalardan men. Ayrıca, Futbol Federasyonu’na ve bu isimlere toplam 270 bin İsviçre Frangı para cezası.
Dünya futbolunda en ağır ceza alan ülke İngiltere’ydi. Mayıs 1985’te Brüksel’deki Heysel Stadı’nda oynanan ve 39 kişinin öldüğü Şampiyon Kulüpler Kupası finalinde (Juventus-Liverpool) meydana gelen olaylar nedeniyle UEFA İngiltere’ye 5 yıl uluslararası maçlardan men cezası verdi. İkinci büyük cezayı ise Şili aldı. 1989’da Brezilya ile oynanan Dünya Kupası eleme maçında çıkan olaylar yüzünden Şili, 1990 ve 1994 Dünya Kupası’ndan men edildi.
FIFA’nın tarihi cezasından sonra hemen Şili ve İngiltere’nin gündeme gelmesi gibi, bundan sonraki olaylarda da Türkiye zikredilecek. Nasıl ki futboldaki dünya üçüncülüğümüz tarihe geçti, çirkin olaylardaki dünya üçüncülüğümüz de hiçbir zaman unutulmayacak. Dileğimiz, bu basamağın, Türkiye’yi dünya üçüncülüğünden üçüncü dünyalığa indiren merdivenin son basamağı olması... Mevcut tablo ve zihniyet, bu konuda fazla iyimser olmamızı engelliyor; ama yine de ümidi elden bırakmamak gerekiyor.
Edit:
Burada bahsedilen "Federasyon yetkilisinin görüşleri" kısmı mesajdan kaldırılmıştır..
Gerekçe:
Bahsi geçen Federasyon görevlisi, bu görüşlerini, arkadaş ortamı olarak gördüğü mail grubunda dile getirmiş; bu dile getirişten aylar sonra bir gazete izin almaksızın bu metni yayınlamış ve bu davranışı ile bir hayli tepki çekmiştir..
Neticede bahsi geçen Federasyon görevlisi bu görüşlerinin yayınlanmasını veya kullanılmasını istememektedir..
meddah
Alıntıdır
2002 Dünya Kupası’na gitmeden önce dünya üçüncüsü olacağımızı rüyamızda görsek inanmazdık. Zaten birkaç yıl önce de herhangi bir takımımızın UEFA Kupası’nı ve Süper Kupa’yı kazanacağını söyleseler kendimizi rüyada sanırdık. Ama ister inanalım ister inanmayalım, UEFA Kupası ve Süper Kupa’yı havaya kaldıran jenerasyon, dünya 3.’sü olarak da çıtayı en yükseğe koydu. Artık rüya değil, gerçeği görüyorduk. O gerçek de başarıydı. Bu hızla 2006 Dünya Kupası’nı bile kazanabilirdik.
Ama bunun için ayağımızın yere basması gerekiyordu... Kısır çekişmeleri bir kenara bırakıp kenetlenmemiz gerekiyordu... Bu başarılardan nasıl bir ders çıkaracağımızı ve bundan sonraki başarıları nasıl kazanacağımızı düşünmemiz gerekiyordu... Türkiye’nin 5. kategoriden gelip de kısa sürede Avrupa ve dünyanın zirvesine çıktığı gibi, başka ülkelerin de aynı şeyleri yapabileceğini hesaplamamız ve rakiplerimizi küçümsemememiz gerekiyordu... Bunları yapamasak bile en azından 2002 Dünya Kupası’nda Güney Kore ile oynadığımız üçüncülük maçında tüm dünyanın zihnine nakşettiğimiz o fair-play fotoğrafını lekelemememiz gerekiyordu... Ki, hep terörle anılan ve daha sonra spordaki başarılarla büyük ölçüde değişen ülkemizin imajına şiddet olaylarıyla yeniden zarar vermeyelim...
2002’den sonraki ilk ciddi sınavımızı Fransa’daki 2003 Konfederasyon Kupası’nda verdik. Şenol Güneş, ağırlığını gençlerin oluşturduğu bir kadroyu tercih etti. Amaç, bu gençleri yavaş yavaş A Milli Takım’a adapte etmekti. Fransa’da güzel bir futbol ortaya koyan ve üçüncü olan Türkiye, gelecek adına epey ümit vermişti. Bu kadro, Euro 2004’ten itibaren A Milli Takım’ın isketeleti olacaktı.
Portekiz’deki Euro 2004 ele-melerinde İngiltere ile aynı gruba düştük. Tarihte hiç yenemediğimiz ve gol atamadığımız İngilizleri yine mağlup edemeyince grubu ikinci tamamladık. Portekiz vizesi için baraj maçları oynayacaktık. Rakip de Letonya’ydı. Basınımıza göre, çekmiştik bi Letonya! Ama rakibi küçümsedik ve ummadık taş baş yardı! İşte bu, Türk futbolunun oklarının tersine döndüğü ilk ciddi darbeydi. Bu darbeden sonra Güneş’in görevden alınması fazla uzun sürmedi. Zaten Federasyon Başkanı Haluk Ulusoy, 2002 Dünya Kupası’ndan sonra aralarının pek iyi olmadığı Güneş ile yolları ayırmak için bahane arıyordu. Bu bahane de Letonya hezimeti oldu.
Bu hezimeti unutturmak ve yeniden vitrine çıkmak için 2006 Dünya Kupası’na mutlaka katılmamız gerekiyordu. Bunun için de Güneş’in yerine Ersun Yanal getirildi. Fakat Yanal döneminde futboldan ziyade tartışmalar ön plana çıktı. Arka arkaya kaybedilen puanlar, en azından baraj şansını yakalamak için yeni bir ismi gündeme getirdi. O da Fatih Terim oldu.
Terim’li A Milli Takım, grupta kalan üç maçta 7 puan toplayarak baraj şansını yakaladı. Rakibimiz de hemen herkesin istediği İsviçre oldu. Tıpkı Letonya’da olduğu gibi... Keşke çıkmaz olsaydı... Elendiğimizle kalmadık, dünyaya rezil olduk. İlk maçta yaşananlar ikinci maçtaki olayları körükledi, o olaylar da Türkiye’ye dünya futbol tarihinin en ağır üçüncü cezasını verdirdi: Tüm masrafları Türkiye Futbol Federasyonu karşılamak üzere tarafsız sahada seyircisiz 6 maç... Yanı sıra Alpay ve Emre’ye 6, Serkan Balcı’ya 2 maç oynamama cezası; antrenör Mehmet Özdilek’e 12 ay resmi müsabakalardan men. Ayrıca, Futbol Federasyonu’na ve bu isimlere toplam 270 bin İsviçre Frangı para cezası.
Dünya futbolunda en ağır ceza alan ülke İngiltere’ydi. Mayıs 1985’te Brüksel’deki Heysel Stadı’nda oynanan ve 39 kişinin öldüğü Şampiyon Kulüpler Kupası finalinde (Juventus-Liverpool) meydana gelen olaylar nedeniyle UEFA İngiltere’ye 5 yıl uluslararası maçlardan men cezası verdi. İkinci büyük cezayı ise Şili aldı. 1989’da Brezilya ile oynanan Dünya Kupası eleme maçında çıkan olaylar yüzünden Şili, 1990 ve 1994 Dünya Kupası’ndan men edildi.
FIFA’nın tarihi cezasından sonra hemen Şili ve İngiltere’nin gündeme gelmesi gibi, bundan sonraki olaylarda da Türkiye zikredilecek. Nasıl ki futboldaki dünya üçüncülüğümüz tarihe geçti, çirkin olaylardaki dünya üçüncülüğümüz de hiçbir zaman unutulmayacak. Dileğimiz, bu basamağın, Türkiye’yi dünya üçüncülüğünden üçüncü dünyalığa indiren merdivenin son basamağı olması... Mevcut tablo ve zihniyet, bu konuda fazla iyimser olmamızı engelliyor; ama yine de ümidi elden bırakmamak gerekiyor.
Edit:
Burada bahsedilen "Federasyon yetkilisinin görüşleri" kısmı mesajdan kaldırılmıştır..
Gerekçe:
Bahsi geçen Federasyon görevlisi, bu görüşlerini, arkadaş ortamı olarak gördüğü mail grubunda dile getirmiş; bu dile getirişten aylar sonra bir gazete izin almaksızın bu metni yayınlamış ve bu davranışı ile bir hayli tepki çekmiştir..
Neticede bahsi geçen Federasyon görevlisi bu görüşlerinin yayınlanmasını veya kullanılmasını istememektedir..
meddah
Alıntıdır