leave_992
28.Nisan.2006, 21:55
Gerekirse taş yiyecektim"
İşte hayatın en dibinden en yükseğe doğru sıçramış başarılı oyuncumuz Song'un hayat hikayesi
Zaman zaman parasını alamadığı için çıkardığı küçük çaplı isyanlarla Galatasaray yönetiminin tepkisini toplasa da sanki 40 yıllık ‘Aslan’mışçasına tekmeye kafa uzatan gözüpekliği, sınır tanımayan hırsı, arkadaşlarına güç katan karizması ve sahaya sadece fiziğini değil beynini de koyan akılcılığıyla sarı-kırmızılı taraftarların sevgilisi o. Aslında ‘Aslan’ unvanını kazanması Florya’nın kapısından girmesinden çok daha eskilere dayanıyor. Çünkü o bir Kamerunlu ve ülkesinin “Afrika Aslanları” olarak tanınan milli takımının da kaptanlığını yapıyor.
Babası Paul Song'u küçük bir bebekken kaybeden ve üzüntüsünü “Onu hiç tanıyamadım. Hiç bir şeyi babamla paylaşamadım. Başarılarımın mutluluğunu birlikte yaşamayı, meyvelerini onunla paylaşmayı çok isterdim. Ancak kader bu ve kabul etmekten başka hiçbir şey yapılamıyor” cümleleriyle dile getiren Rigobert Song’un Afrika’dan Fransa’ya, oradan da neredeyse bütün Avrupa’yı dolaştıktan sonra Türkiye’ye uzanan hayat öyküsü ilginç maceralarla dolu. Gelin bu hikayeyi Song’un ağzından dinleyelim.
GEREKİRSE TAŞ YİYECEKTİM
Genç Rigobert futbolcu olmayı kafasına koymuştur ve bu amaçla yaşadığı şehir olan Yaounde’yi terk ederek Bangou’nun yolunu tutar. Amacı, İtalya-90 Dünya Kupası’nda hayranlıkla izlediği ‘Kamerun Aslanları’ndan biri olmaktır. O günleri anlatırken şu sözleri kullanır Song: “Bangou şehrinin takımı Red Star'da oynamak için Yaounde'yi terk ederken, çok saygı duyduğum annem evden ayrılmamı büyük bir olgunlukla kabul etti ve hiç tepki göstermedi. Hayat benim için zorlaşmıştı. Kiramızı denk getirmek için bir odada kalabalık bir arkadaş topluluğuyla kalmak ve her sabah 200 litre su taşımak zorundaydım.
İtalya’daki Dünya Kupası’nda başarısına hayranlık duyduğum futbolcularla benim için yeni bir dönem de başlamış oldu. ‘Niçin bir gün ben de onlar gibi olmayayım?’ diye düşünüyordum. İdealim olan oyuncuları selamlamak için caddelerde otobüslerinin peşinden koştuğumu hayatım boyunca unutamayacağım. Zira ben de onlara benzemek istiyordum. Artık benim için çok sıkı çalışma zamanıydı ve hedeflerime ulaşmak için gerekirse taş bile yiyecektim
.......
alıntıdır
İşte hayatın en dibinden en yükseğe doğru sıçramış başarılı oyuncumuz Song'un hayat hikayesi
Zaman zaman parasını alamadığı için çıkardığı küçük çaplı isyanlarla Galatasaray yönetiminin tepkisini toplasa da sanki 40 yıllık ‘Aslan’mışçasına tekmeye kafa uzatan gözüpekliği, sınır tanımayan hırsı, arkadaşlarına güç katan karizması ve sahaya sadece fiziğini değil beynini de koyan akılcılığıyla sarı-kırmızılı taraftarların sevgilisi o. Aslında ‘Aslan’ unvanını kazanması Florya’nın kapısından girmesinden çok daha eskilere dayanıyor. Çünkü o bir Kamerunlu ve ülkesinin “Afrika Aslanları” olarak tanınan milli takımının da kaptanlığını yapıyor.
Babası Paul Song'u küçük bir bebekken kaybeden ve üzüntüsünü “Onu hiç tanıyamadım. Hiç bir şeyi babamla paylaşamadım. Başarılarımın mutluluğunu birlikte yaşamayı, meyvelerini onunla paylaşmayı çok isterdim. Ancak kader bu ve kabul etmekten başka hiçbir şey yapılamıyor” cümleleriyle dile getiren Rigobert Song’un Afrika’dan Fransa’ya, oradan da neredeyse bütün Avrupa’yı dolaştıktan sonra Türkiye’ye uzanan hayat öyküsü ilginç maceralarla dolu. Gelin bu hikayeyi Song’un ağzından dinleyelim.
GEREKİRSE TAŞ YİYECEKTİM
Genç Rigobert futbolcu olmayı kafasına koymuştur ve bu amaçla yaşadığı şehir olan Yaounde’yi terk ederek Bangou’nun yolunu tutar. Amacı, İtalya-90 Dünya Kupası’nda hayranlıkla izlediği ‘Kamerun Aslanları’ndan biri olmaktır. O günleri anlatırken şu sözleri kullanır Song: “Bangou şehrinin takımı Red Star'da oynamak için Yaounde'yi terk ederken, çok saygı duyduğum annem evden ayrılmamı büyük bir olgunlukla kabul etti ve hiç tepki göstermedi. Hayat benim için zorlaşmıştı. Kiramızı denk getirmek için bir odada kalabalık bir arkadaş topluluğuyla kalmak ve her sabah 200 litre su taşımak zorundaydım.
İtalya’daki Dünya Kupası’nda başarısına hayranlık duyduğum futbolcularla benim için yeni bir dönem de başlamış oldu. ‘Niçin bir gün ben de onlar gibi olmayayım?’ diye düşünüyordum. İdealim olan oyuncuları selamlamak için caddelerde otobüslerinin peşinden koştuğumu hayatım boyunca unutamayacağım. Zira ben de onlara benzemek istiyordum. Artık benim için çok sıkı çalışma zamanıydı ve hedeflerime ulaşmak için gerekirse taş bile yiyecektim
.......
alıntıdır