Şeref Reisimiz Hakkı Yeten
Kim ne derse desin bize göre Türkiye'nin gelmiş geçmis en büyük futbolcusu Hakkı Yeten'dir. Tam 17 sene sırtında tasıdığı Siyah-Beyaz formasını zaferden zafere koþturmus, aynı zamanda takımına yenilmezlik vasfı kazandırmıştır. Müthiş kafa vuruşları, balyoz gibi sağ, sol şutları, sürati ve kendine has çalımlarıyla ideal oyuncu tipinin en belirli numunesi olan Hakkı Yeten, ayrıca otoritesi sayesinde takımında senelerce kurduğu disiplinle kaptanlık vazifesini de başarıyla yürütmüştür.
Hakki Yeten'i bütün Beþiktaşlılar değişmez bir kaptan olarak kabul ederler. Bugün bile büyük küçük herkes ona (Kaptan) diye hitap etmektedir.
Futbol oynadığı 17 sene içinde; beş senesi üst üste olmak üzere 8 İstanbul Ligi, 3 İstanbul Şilt ve Kupası, 1 İzmir Enternasyonal Fuar Kupası, 3 Milli Lig, 1 Türkiye Birinciligi ve 2 Başbakanlik Kupası ile dört hususi turnuva birinciliği, ceman: 18 resmi, 4 hususi 22 şampiyonluk kazanan bir takımın orkestra şefliðini yapmak, büyük Türk futbolcusu Hakkı Yeten'in şahsiyeti ve sporculuk değeri hakkında kafi ölçü teşkil eder kanaatindeyiz.
Şöhretini, ustalığını memleket dışına kadar yaymış olan Hakkı Yeten, bir ara İngiltere'nin meşhur ARSENAL takımından transfer teklifi almış, fakat içindeki Beşiktaş sevgisi yüzünden bu cazip teklifi reddetmiştir.
Baba Hakkı 1910 yılında (Vadina) kazasında doğdu. Bir yaşındayken ailece İstanbul'a gelip Beþiktaş semtine yerleştiler. 1914 yılında Birinci Cihan Harbi patlak verince babasý Binbaşı Mahmut Nedim, Çanakkale'de vazife almış ve vatanını müdafa ederken şehit düşmüştür.
Bütün ruhu ve hüviyetiyle tam bir asker olan Mahmut Nedim Bey oğullarını da asker olarak yetiştirmek isterdi. Bu yüzden Hakkı Yeten mutlak olarak askerliği seçmişti.
Dul bir annenin etrafında her biri küçük çağlarda bulunan 6 çocuk yetim kalmışlardı. Bu yüzden sırayla ağabeyleri Muhtar ve Nuri ve onları takiben Hakki Yeten askeri okula dahil oldular.
Kaderin cilvesi veya hayatın akışı, onlara istikballeri için baba mesleği olan askerliği, en doğru yol olarak göstermekteydi. Askerliðe karşı son derece alaka ve sevgi duymaları belki de biraz ırki veya ırsi bir temayülün tezahürü de olabilir. Ona ilk defa spor zevkini bilhassa futbol merakını büyük ağabeyi Muhtar aşılamıştı. Muhtar Bey, Harbiye Futbol Takımı'nýn santrhaf mevkiinde temayüz ettiği gibi ayrica güreş ve boks yapan kiymetli bir sporcuydu. Nihayet Halıcıoğlu Askeri Lisesi'nde futbolu ile (sivrilen) göze çarpan Hakkı Yeten, 1931 yılında şeref merhumun delaletiyle Askeri Lise'den ayrılarak Siyah-Beyaz formalı takıma iltihak etmiştir. Derken muvaffakiyet yılları birbirini kovalamış, Beşiktaş takımı'nda bir yıldız gibi parıldayan ve Türk sporunda devleşen Hakkı Yeten, adeta takımının emniyet sübabı olmuştur. Biz futbolu veyahut daha geniş anlamda sporu, kulüpçülük olarak anlıyoruz.
Kulübümüzün menfaatleri umumi menfaatlere uymadi mi, hiçbir zaman objektif göremiyoruz.İste bu zihniyet yüzünden miili takım intihabında da isabetli seçim yapamıyoruz. Bugüne kadar hiç olmazsa milli davalarda biraz makul olabilseydik herhalde Hakkı Yeten gibi bir yıldız, Milli Takım'da sadece 3 defacık vazife almazdı. Yıllarca Denizcilik Bankası'nın hukuk müşavirliğini yapan Hakkı Yeten, Futbol Federasyonu'nda ASBAŞKANLIK, Beþiktaş kulübü'nde de 3 defa Başkanlık yapmıştır. Ona sporculuk devrinde "bakışı bile faul" derlerdi, ama vücudunda; nice "yere bakan yürek yakan"ların, sözde müthiş görünüşlü rakip futbolcuların tekme izlerini görmek yaşadığı son yıllarda bile mümkündür.
Hakkı Kaptan'ı, Baba Hakkı' yı, Şeref Reisimiz’i 1989 yılında ebediyete yolcu ettik.
Kendisini rahmetle ve saygýyla anýyoruz.
Gelelim Hakkı Baba'nın Hatıralarına....
--Kırmızı kart gören futbolcu önce Baba Hakkı'ya dönerdi, 'çıkayım mı?' diye sorardı, o evet deyince çıkardı.
--Bir maçta taraftarın onu ıslıklamasından sonra; "bu formayı bana taraftar giydirdi, şimdi onlar isteyince de çıkarırım" demiþtir.
--Tribünlerden karşı takıma gereksiz küfür filan edildiğinde durur, tribüne döner, iki elini þöyle beline koyar, dik dik bakarmış, tribün tabii sus pus...
--Bir Harp Okulu deplasmanında, ilk devre Beþiktaş soyunma odasona 3-0 mağlup gider, Baba Hakkı'da "adam gibi oynamazsanýz dönüş biletlerini yırtarım, yürüyerek dönersiniz" der ve maçı Beþiktaş 6-3 kazanır.
--Bir Fener Beşiktaş maçında yaşanılan hadise de şöyledir...
Şeref Stadı’nın çamurlu ortamında oynanan maçta Beşiktaş 2 farklı skorla önde gitmektedir.Maçın ortasında ataklar ard arda devam ederken orta sahada Fenerbahce kaptanının yakasına yapışan Baba Hakkı der ki:
‘’Arkadaşlarına söyle biraz maça asılsınlar bu maçın zevki böyle çıkmaz, o kadar insan güzel bir maç izlemeye gelmişler sizler dökülüyorsunuz, bir an evvel kendinize çekidüzen verin...’’
diyerek futbolun asıl amacının ne olduğunu vurgulamış gelmiş geçmiş en büyük Türk futbolcusudur.O’ndan sonra gelen bütün efsaneler de Metin Oktaylar, Lefterler; Baba Hakkı’yı örnek aldıklarını milyon kez beyan etmişlerdir.
--Bir maçta oyundan atılan sağbek Cihat, önce Baba Hakkı’ya müracaat etmiş: "Çıkayım mı baba?" "çık!" demiş baba,başını önüne düşürüp çaresiz söylenmiş; "sen çşk Cihat! sen çşk!"... Çıkmış Cihat. Aynı Baba Hakkı 1946 yılında bir Karagümrük maçýnda sahne alýyor bu kez. Orta hakem Müjdat Gezen'in babası Necdet Gezen. Yan hakem de yıllarýn gazetecisi Fahri Somer. Baba bir pozisyonda dömi voleyi yapıştırıyor topa. Ağların yırtık yerinden dıþarı çıkıyor top. Karambol anı; Necdet hoca pozisyonu net göremiyor ve autu gösteriyor. Taraftar iyice çileden çıkıyor ve başlıyor Necdet hocaya çalışmaya... Malzemeler, sahanın içine doğru sökün ediyor. Kan gövdeyi basacak, burnundan aerobik yapan bir insan topluluðu. Kibarlık var, arada Baba Hakkı var, iki de bir eliyle sus işareti yapıyor. Baktılar susmuyor Beþiktaş taraftarı tribünün önüne gidip bağırıyor ; "çıkın dışarı! susmayacaksanız boşaltın burayı!" kafa Sebahattin, Baba'yı tribünün önünde hazırolda dinliyor önce, sonra da talimata uymak gerektiğini anlatıyor taraftarlara. Kafa Sebahattin de tribünün ağır abilerinden. Susuyorlar biraz ama Necdet hoca o maçta ip olsa tutulacak, su olsa kuyudan çekilecek cinsten deðil. Maddenin hiç bir haline benzemiyor, neyse...
Maç zar zor atılan iki golle ve neredeyse mağlup olunacakken Baba Hakk'nın ve Şükrü Gülesin'in golleriyle bitiyor. Ama dert basmış tribünleri. İkibin kişi bekliyor hakemi. Hacamat edecekler. Baba Hakkı maç bitiminde talimatı veriyor Fahri Somer'e; "Necdet abiye söyle yanıma gelsin!" Necdet hoca, Baba'nın yanına sökün ediyor. Biriken kalabalığın arasından birlikte çıkıp gidiyorlar. Türk filmlerinde olurdu böyle sahneler. Ağır abilerden biri girer devreye, kitle dağıtır linç pozisyonunu. Baba Hakkı deyince akan sular dururmuş gerçekten.
Hakkı Yeten ile ilgili daha kapsamlı bir yazı(Serencebey Araştırma Merkezi)
Türk futbol tarihi dikkatlice incelendiğinde; futbol tarihimizde derin izler bırakan, halleri, tutum ve davranışları ile kendilerinden sonraki nesillere örnek olan, oynadıkları kulüplere ve tarihe malolmuş, aşık oldukları renkler için yüreğini ortaya koyan, başka yüreklere de kolayca ulaşıp bu sevgiyi aşılayan, gerektiğinde takımı için tek paltosunu satmaya kalkan, evini ipotek eden, taparcasına sevdiği renkleri her zaman paradan üstün gören, "nev'i şahıslarına münhasır dört baba " karşımıza çıkar.
Baba Hakkı, Baba Recep, Baba Hüsnü ve Baba Gündüz.
Bunların üçü Beşiktaş'lı, biri ise Galatasaray'lıdır...
Beşiktaş'ın Babaları; Hakkı(Yeten), Hüsnü (Sağman) ve Recep (Adanır)...
Peki babalık, babalık kurumu nedir?
Kişiliği temsil ettiği kurumla özdeşleşen, babayiğit, alçakgönüllü, hakşinas, özü-sözü bir olan kişidir baba. Baba'nın tutum ve davranışları yalnız kendi taraftarları, yalnız kendi takımı tarafından değil, rakip takım ve rakip taraftarlarca da aynen kabul edilir. Çünkü Baba haksızlık etmez, adildir.
"Babalık" yalnızca racon kesmek, sorun çözmek, disiplini sağlamak da değildir. Baba'nın özverili olması, sahip olduklarını başkalarıyla, hatta rakipleriyle paylaşması, bildiklerini herkese, hatta rakiplerine bile öğretmesi gereklidir.
Görülüyor ki Babalık, Baba olmak hiç de kolay değil, zordur; hem de çok zor. Baba, bilerek bilmeyerek, yanlış bir karar verdiğinde, bir kere yanlış bir davranışta bulunduğunda, hatta yanlış bir söz söylediğinde Babalığını ebediyen yitirebilir. Onun içindir ki Baba her dakika, her saniye kendini gözlemek, söz ve davranışlarına aşırı dikkat göstermek, Babalığına gölge düşürmemek, söz getirmemek zorundadır. Bu korkunç disiplini ve özveriyi kaç kişi gösterebilir?
Açıktır ki Beşiktaş taraftarı ve yönetimi gibi Beşiktaş sporcusu, Beşiktaş futbolcusu da babayiğit, alçakgönüllü, kadirşinas, vefakar ve özverilidir.
Bu sıfatlar gerçekte hem Beşiktaş taraftarını hem de Beşiktaş yönetimleriyle futbolcularını tanımlar. Bütün bu sıfatlarsa tek bir kelimeye, tek bir sıfata indirgenebilir: Baba, Evet, Beşiktaş yönetimleri Baba yönetimlerdir; Beşiktaş oyuncuları Baba Oyunculardır; Beşiktaş taraftarı Baba taraftardır ve Beşiktaş Baba Takımdır. Beşiktaş'ın bu özelliği, onun kuruluşundan bu yana en önemli özelliği olmuştur ve hep olacaktır. Babalık, bir yerde, Beşiktaşlılıkla eşanlamlıdır, özdeştir.
Baba Hakkı Efsanesi
Yarım asırdan fazla Beşiktaş'ın, Beşiktaş'ımın, Beşiktaş'ımızın simgesi olan, övündüğümüz, gurur duyduğumuz, kendimize örnek aldığımız, Beşiktaş'ın futbol dünyamızda tanınmasında, gelişerek büyümesinde büyük pay sahiplerinden, tüm Beşiktaşlılar'la birlikte Türk spor dünyasına Babalığın ne olduğunu öğreten, yöneticisi, oyuncusu ve taraftarlarıyla bütün Beşiktaşlılar'ın kendilerine örnek aldıkları, efsane yaratan yıldız futbolcu, Hakkı Yeten'in karizmatik kişiliği, kaptanlığı ve o çelik otoritesinin örnekleri kuşaktan kuşağa anlatılır ve aktarılırken, istatistikler de Baba'nın hakkını verir. 17 yılda 439 maç, 382 gol! Bu sayıyı yakalamak mümkün mü! Çok zor tabii. İşte bu yüzden Beşiktaş'ın en büyük futbolcusu Baba Hakkı'dır ve Baba Hakkı'nın büyüklüğü tartışılmaz, tartışılamaz, tartışılmamalı.
Baba Hakkı, çatık kaşlı, pek az gülen, sporu ve futbolu çok ciddi bir iş olarak kabul eden ağırbaşlı bir kaptandı. Sadece kendi takımı üzerinde değil, rakip takımlar, hakemler ve kulüp yöneticileri üzerinde de sarsılmaz bir otoritesi vardı. Kuşkusuz ciddiyetine, dürüstlüğüne, herkese karşı ölçülü ve saygılı davranışlarına dayanan bir otoriteydi bu. Kabadayılıkla değil, sevgiyle elde edilmişti. Süratli, kıvrak ve skorer futbolcuydu. Sağ, sol iki ayağıyla da top sürer, çalım atar, gollerini peşpeşe sıralardı. Kafa vuruşları kusursuzdu.
futbolcuydu. Sağ, sol iki ayağıyla da top sürer, çalım atar, gollerini peşpeşe sıralardı. Kafa vuruşları kusursuzdu.
100. yıl kutlamalarıyla gündeme gelen yakalı, kordon bağcıklı nostalji formaları Hakkı Kaptan'ın liderliğinde namağlup şampiyonluklar kazanan kadroların giydiği formalardı... Ama Hakkı Kaptan'ın o formaların yanı sıra giydiği baklava dilimli özel kazak da unutulmamalıdır. Formadan çok, bir süeterdir bu... Kimse itiraz etmemiştir o kişiye özel formaya... Ne kulüp yöneticileri, ne rakip takımlar ne de federasyon!
Bütün futbol hayatında ve özel yaşamında Baba Hakkı hep "babalığa" uygun davrandı. Beşiktaş'a, Karakartallar'a kaptanlık yaptığı yıllarda, onun sözü yalnızca Beşiktaşlı futbolcular için değil, aynı ölçüde rakip takımların futbolcuları, rakip takımların taraftarları, hatta hakemler ve bütün bir spor dünyası için de "kanun" du. Çünkü Baba Hakkı, adı üstünde, asla haksızlık yapmazdı.
Bakın gerçek G.Saraylı Reha Eken ne diyor bu konuda: "Biz futbol terbiyesini Hakkı ağabeylerden aldık... Yıllarca önce Beşiktaş ile bir maçımız vardı... İngiliz hocamız bana Hakkı kaptanı sinirlendirme görevi vermişti... 9 ay Hakkı kaptanın peşinde koştum, beni affetmesi için... Sonra bir gün Olimpiakos maçı öncesi gittim özür diledim... Bülent ile beni kolları arasına alarak futbol dersi vermeye başladı... Oysa rakiptik..."
Yine gerçek bir G. Saraylı olan Suat Mamat'sa şunları söylüyor Baba Hakkı hakkında:
"1963 senesiydi... Galatasaray'da oynuyordum ve Beşiktaş'a transferim gerçekleşmişti... Final maçında Beşiktaş'a karşı oynamış ve yenerek şampiyon olmuştuk... Maç sonrası Beşiktaş soyunma odasına gittiğimde Baba Hakkı, 'Kötü oynasaydın buraya giremezdin' dedi... İşte böylesine bir ortamda top oynadık."
Ve bir zamanlar Galatasaray'ın sembolü olan Bülent Eken: "Baba Hakkı, Angouleme maçı için Reha (Eken) ile beni takıma çağırmıştı ve biz koşa koşa gitmiştik" diyor.
Beşiktaş'ın Başkanı Süleyman Seba ise Baba Hakkı ya da Hakkı Kaptan'la ilgili olarak şöyle diyordu: "Bizde bir Hakkı Kaptan ekolü var. Dünyada bir benzeri yok. Sahaya kendi kazağıyla çıkar, her şeyini Beşiktaş için verir. Son derece asildir. Oynayanın hakkını asla yemez ve yedirmez. Birinin eksiği varsa tamamlamaya çalışır. Oğlum, o topa öyle değil böyle vuracaksın diye öğretir."
İşte Beşiktaşlılar yarım asırdan fazladır Baba Hakkı'yla övünerek, Baba Hakkı'nın yolunu izleyerek ve bütün davranışlarında Baba Hakkı'yı utandırmamaya, Baba Hakkı'nın gözüne girmeye, Baba Hakkı'ya layık olmaya çalışarak böylesine güç bir görevin, böylesine güç bir yükümlülüğün üstesinden gelebilmek için ellerinden geleni yaptılar. Şimdi de onun yolunu izlemeye çalışıyorlar. Türk futbol tarihinde futbolculuğuyla, otoritesiyle, hareketleriyle apayrı bir yeri olan, gelmiş geçmiş en büyük takım kaptanlarından Hakkı Yeten'in yolunu...
Bu yol öyle aydınlık ki; Kulübünüzden sonra hangi kulübü daha çok seversiniz? sorusuna, "Kulübümden sonra iyi spor yapan, sağlam gençlik yetiştiren her kulübü severim." diyerek sporla ilgili herkese, yöneticilere, sporculara, taraftarlara sportif erdem düşüncesinin en parlak ışığını yansıtır.
Vodinalı Hakkı, Beşiktaş'la tanışıyor
İmparatorluk döneminde, 1910 yılında babası Vodina'da askerlik şubesi başkanı olarak görev yaparken dünyaya gelmiş Hakkı Yeten. Babası Binbaşı Mahmut Nedim Bey 1914 yılında Çanakkale'de şehit düşünce annesi ve kardeşleriyle beraber İstanbul'a gelir ve baba mesleğini seçerek Halıcıoğlu Askeri Lisesine girer. Askeri okula giden her öğrenci gibi o da doğum yeri ile anılır; Hakkı Vodina! Halıcıoğlu'nda, Maltepe'de, Kuleli'de okurken hep Vodinalı Hakkı demişler ona. Kendine sorulduğunda ise asıl doğum yeri Vodina değil, Beşiktaş, Muradiye Mahallesi, Karakol Sokağı... olmuş hep.
Beşiktaş'ın sembolü Baba Hakkı, futbola Halıcıoğlu Askeri Lisesi'nde başlar ve kısa sürede olağanüstü yeteneği ile ünlenir. Lisenin 11. sınıfında okurken, oynadığı futbol ile Beşiktaş'ın ilgisini çeker. Beşiktaş Kulübü'nün o zamanki başkanı Merhum Şeref Bey, kulübün bugün ikisi de rahmetli olan Fehmi Erok ve Abdullah Kozanoğlu isimli bilgili, becerikli iki idarecisini Baba Hakkı'nın peşine takar. Erok ve Kozanoğlu, sık sık okula giderek bu yetenekli delikanlı ile ilgilenmeye, konuşmaya başlarlarlar.
Bundan sonra neler olduğunu, gelin Baba Hakkı'dan dinleyelim: "1930 yılında Beşiktaş ecnebi bir takımı İstanbul'a davet etmişti. Taksim Stadı'nda oynanacak maça benim de çıkmamı istediler. Ben maça hazırlıksız çıktım tabii ama iyi oynamışım ki beğendiler, peşimi bırakmadılar. 'Seni okuldan çıkaralım, dışarıdaki (sivil) okulun masraflarını biz karşılayalım, hem öğrenimine devam et, hem de Beşiktaş'a gel futbol oyna' dediler. O zamanlar, rahmetli Muhtar ağabeyim Harbiye'de santrhaf oynardı. Yani 1924 yılında şampiyon olan bu takımda oyuncuydu. Uzatmayalım, ağabeyimle konuştum. 'Biz askeriz, sen de sivil ol' dedi. Muvafakatını aldığım için ben de Beşiktaş Kulübü'ne 1930 yılında girdim. Bir yandan tahsilimi sürdürürken bir yandan da futbol oynuyordum. O zamanlar bizim takım, bugünkü gibi ön sıralarda değildi. Arkadaşlarımın bilgileri ve kabiliyetleri ile takım gün geçtikçe kuvvetlendi. Güzel futbol oynamaya başladı, neticede, böyle gele gele bugünkü seviyesine ulaştı.
Benim ciddi ve otoriter birisi olduğumu söylerler, doğrudur. Asker bir aileden geldiğim, askeri okullarda uzun süre okuduğum için disiplini severim. Eskiden takıma hem kaptanlık hem de antrenörlük yapardım. Öğretmesini çalıştırmasını sever ve iyi bilirim. Biraz da hırçın tabiatlı olduğum için çocuklara belki sert muamele yapmışımdır. Onlar beni hem severler hem de sayarlardı. Bana ürkmekten değil saygıdan dolayı sempatileri vardı.
Hakeme karşı gelen oyuncuları azarlardım. Sen hakemle uğraşma oyununu oyna derdim. Mesela rahmetli hakem Feridun Kılıç bir maç esnasında Şükrü'yü işaret etti. Kaptan şu Şükrüye bir baksana dedi. Hemen çağırdım yanıma Şükrü'yü, sonra işler düzeldi.
Ben futbolu İngilizler gibi oynamak isterim. Atak canlı, sıkı bir oyun. Bomba gibi şut. Futbol hayatımda kasten tekme atarak sakatladığım oyuncu yoktur. Fakat futbol tarzım sert görünür, istemeyerek de olsa faul yaptığım da olmuştur. Bilerek sertlik yapanlara çok kızarım. Taksim'de Güneş-Beşiktaş maçı yapılıyor. Atlet ve futbolcu Melih, bizim kaleci Mehmet Ali topu yakalamış olmasına rağmen yerde yatan çocuğun kafasına bir tekme vurdu. Mehmet Ali yerde yuvarlanıyor, ağzından köpükler geliyor. Melih'e yaklaştım, ona neden bu kadar insafsız davrandığını ve buna neden lüzum gördüğünü soracaktım. Yanına yaklaştım hemen sıkı koşmaya başladı. Ben de heyecan içinde ve halkın önünde onu kovaladım. Bir futbol içinde yüz metre koştuk.
Dönelim gene eski günlere... 1930'dan 1948'e kadar durmadan futbol oynadım. 38 yaşına geldiğimde artık bende manevi bezginlik başlamıştı. Çünkü her hafta maç, idman, başka şey yok. 'Artık yoruldum, sizler de yetiştiniz, ben futbolu bırakıyorum' dedim. Çocuklar çok iyiydi, kabiliyetliydi. Kemal, Şükrü, Hüseyin, Sabri, güzel futbol oynarlardı. Yıllarca üstüste şampiyon olduk. Gol atmada da rekor kırardık. Attık mı 5 tane, 10 tane birden atardık. Öyle 1, 2 tane değil. Avukat da olmuştum ama, dediğim gibi, futbol oynamaktan avukatlık yapamıyordum. Böylece AIK maçından sonra futbol oynamayı bıraktım. Fakat kulübümü bırakmayacak kadar çok sevdiğimden bu sefer yöneticiliğe başladık. Umumi kaptanlık, idarecilik, başkanlık filan derken, sonunda idarecilikten de ayrıldık. Başkanlığım sırasında da çok mutlu olduğum olaylardan biri de, takımımızın 1976 ve 1977 yıllarında, art arda iki kere şampiyon olmasıdır. Ondan sonra bana lütfettikleri şeref başkanlığı görevini de bugün halen sürdürmekteyim."
Mehmed Kemal'in Gözüyle Baba Hakkı
Türk dilinin usta kalemlerinden Mehmed Kemal, Baba Hakkı'yı anlatırken, "Kulübüyle kendini böylesine özdeşleştiren, böylesine içiçe kılan başka bir futbolcu var mıdır?" diye sorduktan sonra yanıtı yine kendisi veriyor: "Kendini hep Beşiktaşlı sayıyor. Hep askeri okulda okumuyor, işgal sırasında bir giriyor, bir çıkıyor; sivil okullarda da okuyor. 14-15 yaşlarında askeri okuldadır. Çok iyi futbol oynuyor. Futbol onun için eskilerin deyimiyle 'Dad-ı hak'tır. Yani doğarken futbolcu doğmuştur. Okulda dersleri çok iyidir. Ama futbolda, daha o yıllarda büyük bir ünü vardır. Sınıflararası yapılan maçlarda meraklılar gelip maçları izliyorlar. Vodinalı Hakkı'yı seyrediyorlar. 'Bu çocuk büyük bir futbolcu olacak!' Böyle düşünenler yanılmıyorlar."
Mehmed Kemal'in, Baba Hakkı henüz aramızdayken, onun kişiliği hakkında söyledikleri ise her futbolcunun bir efsane haline gelemeyeceğini ortaya koyuyor: "Baba Hakkı'nın en önemli yanı; duruş, oturuş, bakış, davranış, nesi varsa, onun kişiliğini ortaya koyması. Bu yaşa gelmiş (72), bu özelliğini koruyor, kim olursa olsun yanında, kişiliğiyle etkisi altına alıyor. Yere bakar gibi yapışları, başını ağır ağır döndürüşü, boynu ve gözleri ile konuşur gibi oluşları, hep ağır basan kişiliğinin belirtisi."