Okuma kültürünü kazanmış futbolseverler mutlaka yakından takip ediyordur futbol dergilerini. Son dönemde bu dergilere bir yenisi daha eklendi: FourFourTwo (4-4-2)... Dergi İngilizlerin en meşhur futbol dergisiyken şimdi de Türkiye'de yayın hayatına başladı. Derginin Nisan 2006 sayısında bir araştırma oldukça ilgimi çekti ve çok beğendim.Araştırmanın konusu ülkemiz futbolunda kanayan yara haline gelen "genç futbolcular" kavramıydı.Yazıyı buraya aktarırken her ne kadar ekrana bakmaktan gözlerim yaşarsa da büyük bir sabırla noktasına virgülüne dokunmadan yazıyı sizlerle paylaşmak istedim.Eminim okumayı sevmeyenler ilk bakışta yazının büyüklüğünden korkup konuyu hemen kapatacaklardır ama ben mutlaka bu yazıyı okumanızı öneriyorum.Zaten okumaya başladığınızda da sürükleyici bir yazı olduğu için sonuna kadar okursunuzFutbol ile yakından ilgilenenlerin büyük bir keyifle okuyacağını düşünüyorum:
Onları nitelendirirken kullanılan kelime hala "genç"...Kimse onların sahada neler yapabileceğiyle ilgilenmiyor.Tek önemli kriter tevellüt.Ama kavrayışımızda problem olduğu için büyüdüklerini de algılayamıyoruz.Peki nerelerde hata yapıyoruz? Ersun Yanal, Aykut Kocaman, ve Adnan Şentürk'le bu soruların cevaplarını aradık.
Geçtiğimiz aylarda "Fenerbahçe'li Genç Semih" ifadesini kaç kere duyduğunuzu sorsak , "Nereden bileyim kardeşim? Böyle soru mu olur?" şeklinde bir cevap da verebilirsiniz.; ama bizim almak istediğimiz cevap daha çok "Eğer 'genç' göbek adı değilse Fenerbahçe'de adı Semih olan ve yaşı futbol için genç sayılabilecek herhangi bir oyuncu yok" olacaktır.
Semih Şentürk 29 Nisan 1983 İzmir doğumlu. 2006 yılı içinde bulunduğumuzu idrak ettiğimizde Semih'in bu ay içinde 23 yaşında olacağını algılayabiliyoruz. 1999 yılından beri profesyonel bir oyuncu olan Semih bu yaşta hâlâ genç bir futbolcu olarak nitelendiriliyorsa bir kavram kargaşası yaşadığımız aşikâr.
23, bir oyuncunun beklenilen potansiyeline ulaşması için henüz vakti olan bir yaş olarak gösterilebilir ama artık oyuncuyu daha farklı bir sıfatla nitelendirmemiz gerektiğinin farkına varmalıyız.
Semih son yıllarda "Rezerv Lig" tartışmalarının odak noktası olan bir isim. Birçok otorite bu ligin gerekliliğini açıklamaya çalışırken isim örneklemede fazla sıkıntı çekmiyor ve cümle içinde Semih'i kullanıyor.Geçtiğimiz yıllarda öncelikle İlhan Cavcav tarafından gerekliğliği vurgulanmaya çalışılan bu organizasyon, Ersun Yanal'ın da milli takımlar sorumluluğu görevini yürütürken ekibiyle birlikte üzerinde projeler ürettiği bir hale geldi. Yanal'ın ayrılışının ardından bir süre rafa kaldırılan proje , İsviçre hezimetininardından yaptığı basın toplantısıyla önümüzdeki 5 yıllık kalkınma plânını açıklayan Fatih Terim'în ana gündem maddesiydi. Biz de rezerv ligin yeniden gündeme geldiği bu günlerde genç oyuncular konusunu irdeledik.
Bu deniz derya konuyu bölümlere ayırıp inceleme gerekliliği ortada. Bu noktada biz tercihimiz profesyonelliğe geçiş noktasına odaklanmadan yana kullandık.Yani altyapıdan gelen oyuncuların kendilerini ispatlamaya çalıştıkları A takımda yaşadıkları sorunlar üzerinde konuşmak istedik.
Bu noktada aklımızdaki soruları sormak için Adnan Şentürk, Aykut Kocaman ve Ersun Yanal'ı tercih ettik. Ersun Yanal transfer döneminde yaptıklarıyla dikkatimizi çekmişti. Vestel'in sponsorluğundakiManisaspor'da kafasındaki kadroyu kurabilmek için yeterli maddi imkanlara sahip bir isim olarak üst düzey oyuncu transferi yapabileceğini Zelenka örneğiyle gösteren Yanal'ın buna karşın devre arasında kadrosuna kattığı isimler arasında Çanakkalespor'un genç oyuncusu Selçuk İnan, Galatasaray'dan kiraladığı Arda Turan ile Zafer Şakar'ın olması ve Selçuk örneğindeki gibi henüz kendini Lig A'daki bir takımda bile net olarak kanıtlayamamış olan Antalyaspor'lu genç Burak Yılmaz için astronomik bir bonservis bedeli önermesi, bu tercihler üzerinde konuşmayı anlamlı kılıyordu. Yanal transfer döneminde takımına kattığı bu oyuncuları ligin ikinci yarısı başlar başlamaz takım iskeletine monte etmeye çalışarak sanki bir şeyleri göstermeye çalışır gibiydi.
Aykut Kocaman da İstanbulspor'da yaptıklarıyla dikkatimizi çekmişti. Bu klübün kısıtlı bütçesiyle daha önce kimselerin adını duymadığı Selçuk Şahin, Musa Büyük ve Musa Kuş gibi isimleri futbol piyasasına kazandırması nedeniyle araştırmamız için konuşmamız gereken bir teknik direktör portresi çiziyordu Kocaman.
Adnan Şentürk de olayı başka bir açıdan ele almak için önemli bir isimdi. Şentürk geçtiğimiz yıl sezonun ilerleyen haftalarında, ligden düşmesi beklenen Ankaragücü'nün başına gelmişti kulübün altyapısında uzun yıllar çalışan bir isim olarak. Ankaragücü her ne kadar hemşerisi Gençlerbirliği'nin gölgesinde kalıyor olsa da , yine de altyapı anlamında olumlu işler yapan bir kulüp. Adnan Şentürk o zor durumdaki Anakargücü'nde son haftalarda bir gençleştirme operasyonuna giderek takımı ligde tutmayı da başararak herkesin takdirini kazanmıştı.
Cevabını almak istediğimiz soruların başında gemç oyuncu oynatmanın risk boyutunun ne olduğuı ve teknik direktörlerin bu konuya yaklaşımı geliyordu. Aykut Kcaman "Futbol sonuçla ilişkili bir oyun. Şu an içinde bulunduğum kulüp de dahil olmak üzere benzer kulüplerde 'sonuçtan oyuna' gitmek zorundasınız.Sonuçların istenildiği gibi olması lazım. Bu tabloda gençlere fazla zaman harcanmıyor" diyerek bu baskının her daim hissedildiğini ifade ediyor. Kocaman İstanbulspor'da istisnai bir durum yaşandığını anlatıyor. İstanbulspor'da antrenörlüğe başladığı andan itibaren sıkıntılı süreçler yaşadıklarını ve hedeflerinin daima ligde barınmaya çalışmak olduğunu belirten teknik adam, buna karşın kulübün örnek yapılanmasının o süreçte kendisini çok rahatlattığını söylüyor. Bu örnek yapılanmada profesyonel yöneticinin antrenöre bıraktığı alanda "oyundan sonuca" gitme şansına sahip oldukalrını ifade eden Kocaman'ın "Sürekli bir hesap verme zorunluluğu ve baskı grubunun olmaması karar süreçlerinde rahat olmamızı sağladı Birçok oyuncu için doğru zamanı bekleyebildik. Bu durum futbolcular açısından gelişimlerini tamamlama ve kötü oynadıkları maçlardan sonra kendilerini onarabilecekleri bir yapı içerisinde olmaları anlamında yararlı oldu" sözleri bu durumun futbola ve oyuncuya bakışında bir değişim imkânı için "fırsat" olarak nitelendiriyor.
Adnan Şentürk'e geçtiğimiz yıl Ankaragücü kalesini tecrübeli Zafer'den kapan ve bu sezon milli takım kadrosuna kadar yükselen Orkun Uşak örneğinde gördüğümüz "riski göğüsleyip güvenebilme" konusunu sorduğumuzda, geçtiğimiz yılda edilen başarıda gençlere güvenmenin büyük rol oynadığı konusuna temas ediyor. Genç oyuncuları sahaya sürebilmenin cesaret işi olduğunu kabul eden teknik adam, en önemli eksikliklerinin deneyim ve kalabalık taraftar toplulukları önünde oynama tecrübesizliği olduğunu belirterek genç oyuncuların yeteneklerini
daha sağlıklı kullanabilme becerisine kavuşabilmeleri için onlara inanıldığını kanıtlamak ve ısrar edilmesi gerektiğinin altını çiziyor. Oyuncunu özgüveni ancak bu şekilde kazanabileceğine inanıyor Şentürk.
Ersun Yanal da konu hakkında "Onlara bir şans verdiğimiz zaman çok başarılı olabileceklerine öncelikle bizim inanmamız gerek.Ben inanıyorum" diyor büyük bir heyecanla.
Yanal sözlerine başlarken en temelde incelememiz gereken şeyin ülkedeki sağlıksız başarı kültürü olduğuna işaret ediyor. Önemli olanın yenmek ya da yenilmek olmaması gerektiğini belirten Yanal, kurmamız gereken sağlıklı futbol organizasyonunun en temel ihtitacı olan oyuncuyu ancak "kaybederken kazanarak" yaratabileceğimizi söylüyor.
Yanal'ın ifadeleri can alıcı: "Rüştü'nün Rüştü olabilmesi için Engin'in ayağı kırılmamalıydı, Volkan'ın Volkan olabilmesi için Rüştü omzundan sakatlanmamalıydı. Tesadüflere bağlı oyuncu yetiştirme politikalarını, bir mağlubiyette kellelerin kopartıldığı başarı kültürümüzü değiştirmek zorundayız. Bu kültür böylr devam ettiği sürece Türk futbolu üretimden vazgeçecek. Üretmeyecek. İstediğiniz kadar testler yapın , istediğiniz kadar oyuncu tarayın, keşfetmeye çalışın; oynamıyorlar, oynatamıyoruz! Milli takımda çalışırken avazım çıktığı kadar bağırdım; '83-84-85 ve 86 doğumluları oynatamıyoruz' dedim. Bana 'Hoca bırak bu işleri, bizi Almanya'ya götür' dediler. Şimdi Türk futbolunu kurtarmaya çalışıyoruz."
Ersun Yanal yaratmaya çalıştıkları takımı "Geleceği olan ve gelecek için büyük bir açlık hisseden ekip" olarak tanımlıyor. Kadroyu genç ve tecrübesiz isimlerden oluşturduğu şeklindeki görüşlere de katılmadığını ekliyor; "Arda 20, Zafer ve Selçuk 21 yaşında. Futbol içinçok da genç sayılabilecek yaşlar değil bunlar.Zaten ben onlara 'oyuncu' olarak bakıyorum, yaşları beni ilgilendirmiyor. Onlar kaliteli, vizyonu ve umutları olan oyuncular. Tecrübe sahibi olmak için de 25-30 yaşında olmanız gerekmiyor. Emre Belözoğlu 17 yaşında Galatasaray'da şampiyonluklar yaşadı.Takımımızdaki Caner de çok tecrübeli.Altmışa yakın milli maç oynamış.Tecrübe nedir ki? Caner'in 'maç yaşı'birçok kişiden daha fazla.Ayrıca yeni jenerasyon oyuncuların öncekilere oranla çok daha kaliteli olduklarını da söyleyebiliriz. Profesyonelliğe daha iyi hazırlanmışlar, hedeflerini daha iyi belirlemişler."
Ülkemizde teknik direktörlerin oyuncuyu sadece teknik olarak değil, birçok anlamda koruması ve kollaması gerekliliğinin ortada olduğunu ifade ederek genç futbolcuların psikolojik eksiklikleri hakkında teknik direktörlerin neler yapabileceğini soruyoruz Aykut Koacaman'a. "Keşke tek derdimiz bu olsa" diyor Kocaman iç geçirerek. "O kadar çok eksiğimiz var ki bu noktaya gelene kadar. Alttan gelen oyuncularımızın pek çoğu, artık taktik antrenmanına yoğunlaşılması gereken profesyonel takım seviyesine, temel bilgilerden yoksun bir biçimde; top kontrolünde, orta yapmakta, şut atmakta bariz hatalar yaparak çıkıyorlar."
Kocaman, oyunculardaki psikolojik sorunların sadece futbolun problemi olmadığına da dikkat çekiyor: "Bu durum ülkenin problemi.Futbolu diğer alanlardan soyutlayamazsınız! Sadece şöhret daha fazla olduğu için futbolcular daha fazla göze batıyor."
Aykut Kocaman. oyuncuların yeterince hazır gelmemesi nedeniyle Rezerv Lig fikrine de pek sıcak bakmadığını açıklıyor: "PAF takım ile A takım arasına sıkışmış oyuncuları daha çok kullanacağımız, ama bakış açısı nedeniyle hiçbir zaman idealize edilen şekle ulaşamayacağını düşündüğüm bir A2 ligidense, PAF takım ile A takım arasında kalmayacak, A takıma direkt geçiş yapabilecek çapta oyuncular yetiştirmenin daha doğru olduğunu, bunun çaresinin de UEFA'nın gelecek yıllarda yürürlüğe sokacağı 'kadroda belli sayıda altyapı oyuncusu bulundurma zorunluluğundan geçtiğini düşünüyorum."
Ersun Yanal ise Rezerv Lig'den yana tavır koyuyor: "Milli takımlar sorumlusuyken 'Alternatif Lig organizasyonu yapmalıyız' diye ğzerinde basa basa söyledim. Çünkü oynatamıyoruz, oynatmıyoruz! Coğrafi, ekonomik ve kültürel değerlerin tartışılmasıyla en iyi sistemi bulmalıyız. Seçmeyle oyuncu bulunmasına karşıyım; milli takımlarda yapılan kamplar da oyuncunun gelişimi için yeterli değil. Oyuncu kulüpte yetişir." Yanal, Manisaspor'da ciddi altyapı hamlelerine başlayacaklarını ve eğer Rezerv Lig projesi bir sonuca ulaşmazsa, pilot takım çalışmasına gireceklerini de belirtiyor.