Oynamadığı bir maçın ardından Üzülmez’e saracak kadar saplantılı değilim ama G.saray maçından sonra bile Üzülmez isminin anılıp, keşkelerle donatıldığını görünce mağlubiyeti de, üzüntüsünü de bir anda unuttum desem yeridir. Efsunlu olduğuna kanaat getireli çok oluyordu ama Manchester maçı arifesinde 11’e yakıştırılması ve bu yönde kamuoyu yaratılmasıyla(ki bir kesim taraftar da buna dahil) bana saldığı korku ile 3 gollü mağlubiyeti bir çırpıda unutturması cidden yıllar sonra kendi nazarımda takdir edilmesini sağladı. (Ben ki derbi mağlubiyetlerini günlerce kafaya takar yemeden içmeden kesilirdim; bu yüzden teşekkürler İbrahim.)
Şimdi beğenilmeyen ve her fırsatta kulp takılan İsmail’e bakıyorum; topla yumuşak, süratli, geriye gömülmek yerine bindiren, ver-kaçlara giren, çizgiye inen, bu sayede orta alanda daralan oyuna genişlik kazandırmak adına 2.bölgedeki pas trafiğine dahil olan, oynamaya çalıştığımız 4-3-3’e ve kısa paslı futbola yatkın, yaşına ve tecrübesizliğine rağmen özgüveni yüksek; hatta Catania ve Süper Kupa maçında sinyallerini verdiği üzere de kendini gösteren ileri uç elemanının ağzına top atacak kadar ayağına hakim ve başı yukarıda. Gelinen noktada bu yetenek ve üretkenliğini maça damgasını vuracak seviyeye çıkaramasa da, kendisine güvenip formayı vermek ve sabretmek adına ciddi ve önemli gerekçelerimiz olduğunu düşünüyorum.
Diğer yandan Üzülmez’e bakıyorum; ama bakmaya başlayalı 10 yıl olmasına rağmen (özellikle son 5 yılında) yukarıda sıraladığım meziyetlerden sadece ‘’bindiren ve çizgiye inen’’ bir oyuncu profili ile karşılaşıyorum, ki bunları da herhangi bir sonuca bağlama yeteneğine sahip olmadığı herkesin malumu; buna mukabil, geriye dönüşlerinde yürüyüş temposundaki yalancı koşuları ile yarattığı sıkıntı ve öncelikle rakibi yerine bölgesini savunması gerektiğini yıllar geçmiş olmasına rağmen kavrayamaması ( rakibi yerine topa odaklanmasından ötürü arkasına sarkan oyuncuları pozisyona sebep olduktan sonra fark ediyor) bu zamana kadar bir çok maçta skora etki etmiştir. Kırmızı kartla atıldığı Fransa milli maçı ve Liverpool deplasmanı, üzerine gidilmesi halinde sözünü ettiğim bu zaafının en net görüldüğü maçlardır. Maalesef pozizsyon bilgisi sıfır.
O kuvvetli olduğu iddia edilen savunma yönü de benim gözümde (birazdan değineceğim) ‘’vazgeçilmeyen bek’’ hikâyeleri kadar yalan ve göz boyamadan başka bir şey değildir. Bir bek düşünün ki ikili mücadelelerdeki top kapma anlayışı ''genellikle'' rakibi formasından çekmek (bu çoğu zaman faulle sonuçlanır ama sonuçlanmasa dahi bu görüntü kirliliğini içime sindiremiyorum) ve yatarak ayağına kapanmaktan ibaret olsun, ki bu da başarısızlıkla sonuçlanması halinde oyundan düşmesi ve pozisyonunu yitirmesine yol açıyor, ama Koray ve Fahri’den görmeye alıştığımız(daha çok Koray) yatarak kayarak müdahaleler, yol açtığı tüm sıkıntılara rağmen bir hırs göstergesi ve mücadele isteği olarak algılanır oldu ve Üzülmez de bu zihniyetin kaymağını yemeye devam ediyor gibi; halbuki savunma oyuncunun öncelikli görevi ayakta kalmak ve pozisyonunu kaybetmemektir; öyle ki yere yatıp da ekarte olduğu her pozisyonda 20-25 metrekarelik bir alan ve rakibe rahat topla oynama fırsatı tanımaktadır; ve Üzülmez denilince akla ilk gelen ‘’ güçlü savunmasına ! ’’dair ekleyeceğim bir başka problem de geriye fazla yaslanmasından ötürü, çizgiye paralel tek bir uzun pasla ceza alanımıza giriş çıkışların fazla efor sarf edilmeden gerçekleşmiş olması, ki bu Şampiyonlar Ligi’nde fazlasıyla baş ağrıtacaktır.
19 yaşındaki İsmail’i mercek altına alırken topla oynama isteği ve özgüveninden söz edebiliyorken, 35 yaşına gelmiş bir oyuncunun defansta yapılan hazırlık paslarını bile ‘’bana atma, ileri şişir, kaleciye dön’’ vb hareketlerle süslemesi aslında içinde bulunduğumuz tartışmanın ne denli gereksiz ve zaman kaybı olduğunun en büyük kanıtdır. Diğer yandan artık kendisiyle özdeşleşen ‘’hücumda topla giderken arkasındaki oyuncunun formasını sarılıp, aynı anda yere düşme’’ hastalığı, son zamanlarda ciddi bir artış gösteriyor ki, bu da yukarıda sözünü ettiğim özgüven eksikliğinin bir başka işareti; zira ne acıdır ki gücünün yetmeyeceğini ve sıyrılıp mesafeyi açması halinde pozisyonu sonlandıramayacağını herkes gibi kendisi de biliyor.
Tamam vefa yalnızca bir semt adından ibaret olmasın, ama sırf vefa ve saygı diyerekten bunca yılı devşirme bir bek oyuncusu ile heba etmek, taraftara yapılan haksızlık ve saygısızlık değildir de nedir. Şu İsmail’i izledikten sonra yemin ediyorum yıllar sonra su ve elektriğe merhaba diyen köylü ile okul yolunu 1 km kısaltan tahta köprülerine kavuşmuş öğrencilerden daha büyük bir mutluluk yaşadım. Sevgiyse klube de sevip, sayarız; hem böylelikle dolaylı yoldan da olsa saha içine faydası dokunur; aksi taktirde bu kadar olumsuzluğundan söz etmişken, iyi-kötü fark etmeksizin şu takımda herkesin kenara alındığı bir ortamda, hiçbir şey vermemesine rağmen sırf tecrübe ve savunma masallarıyla sürekli forma bulan bir oyuncunun varlığı ciddi anlamda takım içinde sıkıntılara yol açacaktır.
Çok iyi hatırlıyorum bundan 3-4 yıl önce Üzülmez’i savunmak adına ortaya atılan gerekçeler sıralandığında futbol kokan tek bir yorum dahi yapılmıyordu, varsa yoksa 5 yıldır hiçbir hoca vazgeçmedi, 6 yıldır hiçbir hoca vazgeçmedi, 7 yıldır bla bla .. ve 10 yıla gelmiş bulunuyoruz.
Öyleyse, Üzülmez’i savunmak adına arkasına sığınılan hangi hoca ‘’benim sol bek adayım Üzülmez’’ demiş bir bakalım.
* Scala dönemi Münch bek, İbo sol iç - kanat*
* Luce zamanında 3lü savunma oynadık, ''beksiz sistem''
* Rıza zamanında 3lü savunma oynadık, ''beksiz sistem''
* Bosque zamanında ilk transfer Fran sol beke, İbo ön tarafa
* Tigana zamanında ilk isteği sol beke Gustavo Nery ama o’nun yerine Rico getirilince tüm planlar alt üst ve Baki’den tutun da Sedef’e kadar herkes deneniyor ve sonunda mecburiyetten Üzülmez’e gün doğuyor.
* Ertuğrul döneminde Üzülmez’in Süper Kupa’dan kalma 3 maçlık cezası ile yola çıkıyoruz ve Antalya maçıyla başlayan periyotta daha 45 dakika dolmadan maçın yorumcusu O. Derelioğlu 5 dakikalık aralıklarla Üzülmez’in kulaklarını çınlatınca tuhaf bir biçimde Üzülmez yine basın ve medyada yokluğu hissedilen ve aranan bek konumuna geliyor; attığı imzanın mürekkebi kurumadan ‘’Kurtuluş’u bu sene sağ bekte izleyebilirsiniz’’ demeci ile Ertuğrul’un da ne denli kendi doğruları olan bir adam olduğunu hesaba kattığımızda Üzülmez'in formayı alması kimseyi şaşırtmıyor.
Vakti zamanında Panathinaikos forumuna üye olup, Seric hakkında bilgi almak maksadıyla açtığım başlığın ve alaycı bir dille yazılan yorumların önce Forza, sonra sözlük ve devamında tüm basına sıçramasından ötürü de hayatımın en büyük pişmanlıklarından birini yaşadığımı itiraf etmeyelim, öyle ki adam daha idmana çıkmadan ön yargılara kurban gitti ve her an patlamaya hazır bir bomba muamelesi görmekten kurtulamadı, zaten bir adama hata yapacak endişesi ile odaklanıldığı vakit, en ufak bir pas hatasında yükselen tepkileri kontrol altına almak da pek mümkün olmuyor; ama Serie A tozu yutmuş bir bek ile Üzülmez kabusunun bu sefer sonlanacağına kendimi öylesine inandırmıştım ki, o anki heyecan ile soluğu Seric’i en iyi bilenlerin yanında almamdan ötürü de kendime kızamıyorum; lakin olur da ''bugüne dek Üzülmez için ne yaptın ?'' sorusu yöneltilirse fazlasıyla tatminkar bir yanıtım olacağından ötürü de rahatım.
Uzun lafın kısası;
Üzülmez bek değildir, hiçbir zaman olmamıştır, bundan sonra da olmayacaktır.
Hayranlık uyandıran performansı ve akılda kalan maçları; Scala ve Luce zamanına tekabul etmektedir, o dönemde de yukarıda ifade ettiğim üzere asla bek olarak görev yapmamıştır; zaten o dönem oynamaya çalıştığımız sistemde bek diye bir mevki de bulunmamaktadır. Lucescu, Beşiktaş kariyeri boyunca Üzülmez ile yalnızca bir kez 4’lü savunma oynamayı denemiş, onda da AEK’dan 5 gol yiyerek Üzülmez ve 4'lü savunmaya töbe etmiştir. Tüm bunlardan ötürü, bilmem kaç yıldır hiçbir hoca vazgeçmedi, bu takımın öncelikli beki Üzülmez vb görüşler zerre kadar gerçeği yansıtmamaktadır.
Gökhan Gönül, Uğur Uçar örneklerinden gerekli dersleri çıkarıp, Üzülmez'in Şampiyonlar Ligi tecrübelerinden yararlanmamamız dileğiyle ...