Fenerbahçe, gerek Kurtuluş Savaşı’ndaki rolü ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’ü sahiplenmesiyle gerekse halka açık yönünün Türk milli kimliğinin inşasına uygun düşmesiyle Türkiye Cumhuriyeti’nin modernleştirici projelerinin de işlevsel bir aracı olmuştur.AYDIN AKTAY / Sosyolog, Yazar
Ergenekon soruşturmasının futbol ayağını temsil ettiği söylenen şike operasyonunu yakından izlediğimiz şu günlerde kamuoyu Fenerbahçe Spor Kulübü’nün geleceğine yönelik ciddi bir kaygı içindedir. Bu operasyonla birlikte Fenerbahçe Spor Kulübü adeta “sporda temiz eller” isteyenlerin günah keçisi olarak takdim edilmektedir. Aziz Yıldırım da sporun kirli dünyasının baş müsebbibi olarak görülmektedir. Aziz Yıldırım’ı bu kadar fütursuz ve cüretkar yapan iktidar zehirlenmesidir. Ancak şu da bir gerçek ki Türk toplumu üzerinde mülkiyet iddiasında olan 80 yıllık vesayetçi odakların hepsi aynı zehirle zehirlenmiştir. Temiz toplum, temiz ordu, temiz spor ve siyaset çocuklarımıza bırakacağımız en iyi mirastır. Fenerbahçe değil. Yine de en az Aziz Yıldırım kadar Türk sporunun kirli ilişkilerini domine eden siyaset ve iş dünyasından birçok kulübe gönül vermiş birçok isim sayılsa abartısız bu bile bir gazeteyi dolduracak ebatta olur. En başta Mesut Yılmaz, Haluk Ulusoy, Fatih Terim, Mehmet Ağar ilişkisi. Fakat nedense bu konuda akla başka isim de gelmemektedir.
Örneğin meşhur kaleci Cordoba vakası ve onun öncesinde Adnan Polat ve Yıldırım Demirören’in Papermoon’da baş başa yedikleri yemekten sonra o sezon Fenerbahçe’nin adeta elinden çalınan Lig ve Türkiye Kupası, akabinde, dönemin federasyon başkanının hastanede yatan babasına Türkiye kupası ile yapılan malum ziyaret.
Galatasaray’ın kaleci Zalad’la münasebetleri ve Denizlispor futbolcularına Beşiktaş’a karşı teşvik için gönderilen sıfır arabalar. Ya da Denizlispor-Fenerbahçe maçı öncesi dönemin Denizlispor Başkanı Ali İpek’in “küme düşersek her şeyi açıklarım” dediği maçın arkasından takımı düşmeyince hiçbir şey açıklamaması ve akılda acaba neyi açıklayacaktı sorularının kalması... Bu örnekleri Türk futbolu için çoğaltmak mümkün. Ya da, tıpkı geçen sezon Bursa- Beşiktaş maçı öncesi Beşiktaş’ın yedek kadro ile son maça çıkması ve yediği şaibeli goller, kaleci Rüştü ve İbrahim Toraman’ın tuhaf oyunlarını hatırladığımız gibi.
Temizlik köşe bucak olmalı
Bu yüzden bu operasyonların tıpkı Ergenekon davasında olduğu gibi her kirli ele ve her kirli döneme ve tüm kulüplere uzanması gerekmektedir. Sadece son bir yıldaki gelişmeler odağında bir temizlik harekatının çok da adil olamayacağı bütün futbolseverlerce dile getirilmektedir. Çünkü Türk sporunun son otuz yıl içinde verdiği kirli ilişki ağlarıyla örülmüş görüntüsü Türk toplumunun belleklerinde tazeliğini korumaktadır. Sadece Fenerbahçe Spor Kulübü değil Galatasaray ve Beşiktaş’ın hatta Trabzonspor’un da bu görüntünün kirinde emekleri çoktur. Bu yüzden sporda şiddet yasasının çıkması ile bu yasanın, ayağının tozu ile Fenerbahçe Spor Kulübü’nü hedeflemesi hem ilginç hem de yanlıştır. Şike, teşvik yapma ve suç örgütü oluşturma ve değişik isnatlarla spor kamuoyunun yakından tanıdığı, başkan, yönetici, futbolcu göz altılarının yaşandığı bu operasyonlar temenni kabilinden son bir yılın kovuşturmasını hedeflememektedir. Askeri ve siyasi Ergenekon soruşturmalarının bugüne kadar hangi kararlılıkla ve nasıl yürütüldüğü tecrübesinin verdiği rahatlıkla söylenebilir ki peşi sıra bu operasyonların derinleştirilerek artırılacağı beklenmelidir.
Futbolun dokunulmazları
Futbolda temiz eller operasyonu adı ile anılarak spor camiasına çeki düzen verme amaçlı bu operasyonların devam edeceği ve siyasetin, hukukun öteden beri dokunulmaz bahçesi olarak kabul edilen yaramaz çocuklarının bol olduğu bu mayınlı arazi üzerindeki tartışmaların bu operasyonlar eliyle birkaç yıl ülke gündemini meşgul edeceği artık kesinleşmiştir. Hatta bu operasyonların, Ergenekon soruşturmalarının odak noktası olan darbelerle askeri ve siyasi vesayetle ilişkiler çerçevesinde ele alınarak, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat gibi ihtilal ve muhtıralarla birlikte değerlendirilmesinin gereği ortadadır. Çünkü bu ilişkiler ortaya konulmadıkça sporumuza hakim olan ve çoğu zaman görmezden gelinen adeta dokunulmaz addedilen hukuksuzluğun, mafya, siyaset, medya ve spor ilişkisinin bu denli fütursuz iş tutmaları izah edilemez ki bugün Fenerbahçe ve diğer spor kulüplerine bu denli cüretkar hareket rahatlığı sağlayan unsurun temelinde de bu ilişkiler ağının kökleşmesinin etkisi muhakkaktır.
Fenerbahçe’nin bir cumhuriyet olarak bağımsızlığını ilan ettiği bir spor dünyasında bu cüretin psikolojik ve sosyolojik temelleri olduğu kadar tarihsel referansları da vardır. Bu referanslar doğru yorumlanmadıkça da varolanı doğru analiz etmek mümkün olmayacaktır. “Fenerbahçe cumhuriyetine” yönelik algılanan bu operasyonun bir düşman taarruzu olarak karşılık göreceği de açıktır. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti gibi “Fenerbahçe cumhuriyetinin” de kendisinden başka dostu yoktur algısı meşhurdur. Dört tarafı da düşmanlarla çevrilidir. Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşu, demokratikleşme tarihi, tecrübesi ve bu süreç içinde yaşanan siyasal sosyal çalkantılarıyla Fenerbahçe Spor Kulübü’nün tarihi ile ilginç örtüşmeler içeriyor. Aziz Yıldırım dönemi öncesinde Fenerbahçe adeta Türkiye Cumhuriyeti’nin koalisyonlar dönemine benzer bir gruplaşma trafiğinin yoğunluğuna, iç çalkantılarına sahipken ve bir çok çıkar grubunun elinde adeta rehinken, Aziz Yıldırım başkanlığında DP, ANAP ya da AKP tarzı bir tek başına iktidar dönemini üstelik hayretlerde bırakan bir tesisleşme ve kurumsallaşma ile başarmıştır.
Fenerbahçe ve Türkiye
AKP’nin ülkeye yaydığı sinerji ve hamleler eş zamanlı olarak Aziz Yıldırım’lı Fenerbahçe’de de görülmüştür. Bu durum merkez sağ partilerin çok güçlü olduğu dönemlerde Fenerbahçe’ye hep olumlu yansımıştır. DP, AP, ANAP ve AKP döneminde Fenerbahçe’nin ekonomik ve sportif açıdan tırmanmasının tesadüflerle mi sosyo-politik realitelerle mi izah edilebileceği ayrı bir tartışma konusudur ama bu siyasetle sporun iç içeliğini göstermesi açısından manidar bir durumdur.
Fenerbahçe, tarihsel deneyimleri, TC’nin siyasi, tarihi olaylarına ve figürlerine benzer pek çok yönüyle ‘cumhuriyet’ nitelendirmesini hak edecek bir yapıya sahiptir. Darbeler; ekonomik ve siyasi istikrarsızlık gerekçelerine sığınılarak nasıl gerçekleştirilmişse, Fenerbahçe’de de istikrarsızlık ve başarısızlık gerekçe gösterilerek pek çok darbe yapılmıştır. (Semih Bayülken, Ali Şen, Emin Cankurtaran gibi...) 12 Eylül’le Evren ile somutlaşırken Fenerbahçe’de de benzer bir figür olarak Ali Şen’den söz edilebilir. Evren ihtilalini kışkırtan ve istikrar için orduya davetiye çeken gazete patronları ve köşe yazarlarının tezahüratına benzeyen “Ali Şen başkan, Fenerbahçe şampiyon” sloganına Bodrum’daki karargâhında en uygun zamanı kollayarak karşılık verip dönem dönem başkanlık yapma fırsatı kazanan Ali Şen, Marmaris’te resimle uğraşan Evren’den farklı olarak gazeteciliği hobi olarak benimsemiştir. Her ikisinin de Fenerli olması ilginç bir noktadır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yılları öncesinde yaşadığı sorunlar, ödenen bedeller ve bunlarda dönemin Fenerbahçelilerinin rolü, işgalcilerle savaşırcasına yapılan dostluk (!) maçları, Fenerbahçe tarihinde bir efsaneye dönüştürülmüştür. Fenerbahçeliler bununla adeta TC’nin kurucu iradesini temsil ettiklerini, Atatürk’ün de Fenerbahçeli olduğunu referans göstererek ispatlamaya çalışırlar. Galatasaray söz konusu edildiğinde sıklıkla gösterildiği gibi bir elitist yapısının olmaması, aristokratik bir gelenek vurgusunun yapıl-a-maması Fenerbahçe’nin kapılarının halka açılması sonucunu doğurmuştur.
Üç büyükler içinde en son (1907) kurulan bir kulüp olarak en çok taraftara sahip olmasının nedenlerini de biraz da burada aramak gerekir. Halk takımı; hatta İstanbul’da Anadolu takımlarını da Trabzonspor ortaya çıkmadan önce temsil eden Fenerbahçe, gerek Kurtuluş Savaşı’ndaki rolü ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’ü sahiplenmesi ile gerekse halka açık yönünün Türk milli kimliğinin inşasına uygun düşmesiyle Türkiye Cumhuriyeti’nin modernleştirici projelerinin de işlevsel bir aracı olmuştur.
Siyasetin kulüp başkanları!
Ülkede liberalizm rüzgârlarının esmesinde, her köşe başında zengin üretilmesinde, insanların eşitlikçi bir rekabet düzeninin içinde bulunduğunun kabul ettirilmesinde ve söz konusu Türk milli kimliğinin üretilmesinde ve bu kimliğin ülke coğrafyasındaki tüm farklı kişiliklere ulaştırılıp benimsetilmesinde bu işlevsel rolü fazlasıyla ifa ettiği söylenebilir. Fenerbahçe’nin Türkiye’nin son elli yılına damgasını vurmuş Türk sağ siyaseti ve siyasetçileri üzerindeki etkisi de ilgiye değerdir. DP, AP, DYP, ANAP, RP ve AKP kurucularının kahir ekseriyetinin Fenerli olması ve bunların iktidar dönemlerindeki Fenerbahçe’nin başarıları da dikkatle takip edilmesi gereken Türkiye, cumhuriyet, devlet, siyaset ve Fenerbahçe ilgisinin doğru kurulabilmesi için önemli noktalardır. Döneminin belli alanlarda (mafya, siyaset, ekonomi, medya gibi) güçlü ve etkin isimleri Fenerbahçe aracılığı ile halk arasındaki mesafelerini kısaltmış sistemle olan sorunlarını halletmiştir. Halk, kanun ve sistem nezdinde meşruiyet kazanabilmenin en kestirme adresi olarak Fenerbahçe, mafya, iktidar, medya ve para ilişkilerinin buluşması ve kapışmasında önemli bir kavşak noktası olmuştur.
‘Fenerbahçe kulubü'nün başındaki soruşturmalar diğer büyük kulüpleri de kapsamayacaksa bu operasyon Türk sporunun kirlenmiş mahallelerine ve sokaklarına cila atmaktan öteye geçemeyecektir.