Kendi ağzından biyografisi:
Kendi çapımda spor yazarlığına 16 yaşındayken 1994 yazında başladım. Türkiye’nin katılamadığı 94 Dünya Kupası’nda İrlanda Cumhuriyeti’ni tutuyordum. Önce sadece İrlanda’nın maçları ile ilgili günlükler tuttum ama sonra yazdıkça kendimi çok mutlu hissettiğimi fark ettim ve bütün takımlarla ilgili taktik, teknik, siyasi, kültürel yazılar yazmaya başladım. Sanırım yazı yazmaktan duyduğum mutluluk küçükken uzun süre ağır kekeme olmamdan kaynaklanıyor. Kekemeliğim geçer geçmez de normal olarak çok konuşup yılların acısını çıkarmaya başladım. İlk yorumculuk deneyimim de 1994 Eylül’ünde başladım, lisede (Saint Joseph o zaman erkek lisesiydi) saatlerce dünya futbolu, Liverpool, Cantona ve tabii ki bizim takımlarımız üzerine konuşurduk. Saint Joseph erkek lisesiyken futbol çok önemliydi, tarihi bir baklava turnuvası vardır, birinci olan sınıf 15, ikinci 10, üçüncü sırada bitiren de 5 kilo baklava kazanırdı. Ben Adalı futbolcular gibi bizim Türk futbolculara nazaran biraz fazla sert oynadığım ve oyundan atıldığım için birkaç yıl beni oynatmadılar, ben de diğer oynamasalar da futbolu çok seven arkadaşlarımla beraber okul hoparlörlerinden maç yorumları yaptım turnuva oynanırken! Yani ta o zamandan Türkiye’de herkesin kendi çapında yorumcu olduğunu anladım! Hatta 1990 Dünya Kupası elemelerinde Türkiye ilk kez Tınaz Tırpan yönetiminde üst üste galibiyetler alıp finallerde iddialı hale geldiğinde kendi çapımızda finaller için şarkı bile yazmaya kalkışmıştık! Daha sonra bir başka Dünya Kupası’ndan, 2002′den önce Yapı Kredi Yayınları’nda Enis Batur ve Barış Tut beni sadece edebiyat değil, ciddi ciddi futbol yazmaya yönlendirdiler. Her şey Barış Tut sayesinde başladı. Şu anda FourFourTwo dergisinde onunla beraber yazıyor olmamız çok güzel benim için. Futbol her şeyden önce arkadaşlıktır, kankalıktır, yoldaşlıktır. Neyse, çenem daha da fazla düşmeden devam edeyim: 2002 Dünya Kupası için “Top Bir Dünyadır” adlı bir sergi düzenlemiştik, ben de o 3 ay boyunca Taksim’de İstiklal Caddesi’nde boy gösteren yabancı futbolcuların üzerlerindeki yazılarını yazdım. Daha sonra askerden gelince Vatan gazetesi spor servisinde işe girdim, pek de istemeden iddia yorumları yazdım, hatta eğlenmek için hayali bir İngiliz yorumcu yaratmıştım: Andrew Curtis, tabii ki öyle birisi yoktu, o bendim ve insanlar pek tutturamasam da İngiliz diye onun yorumlarını çok beğeniyorlardı! Ülkemizdeki birçok işyerinde olduğu gibi sigortasız çalıştırdıkları için çocukluk arkadaşım Gökmen Özdemir’le ters düştüm ve iyi bir kavgadan sonra lanet olsun bu işe deyip futbol yazmayı, yorumlamayı bir süre bıraktım. Ama futbol yazarlığı, yorumculuğu beni bırakmadı. Biriktirdiğim birkaç kuruşla babamdan da destek alarak Moda’da bir müzik stüdyosu açtım ama her sabah işe gidince ilk yaptığım BBC’nin sitesinden Liverpool ve Premier Lig’le ilgili haberleri, yorumları okumak oluyordu. Bir süre sonra Barış Tut, yeni çıkacak bir dergiden bahsetti: F dergi! F dergiye ilk yolladığım yazıdan sonra “Siz ne isterseniz yazın ama yeter ki sürekli yazın” dediler. F dergi’nin benim için çok ayrı önemi var. Bazı sayılar var, takma isimlerle neredeyse o sayının tamamını yazmışım! Ayrıca geç de olsa insanlara emeklerinin gerçek karşılığı olan paralarının eksiksiz yatırıldığı ülkemizdeki ender spor basını organlarından birisiydi. Ahmet Altan’ın siyasi görüşlerine tamamen katılmıyorum ama F dergi gibi bir projeyi hayata geçirdiği için çok büyük saygı duyuyorum. F’den sonra gerisi çorap söküğü gibi geldi diyebilirim: Vatan’dayken Türk futbol yazar ve yorumcu sınıfının kalitesi yerlerdeydi hatta yerin bile altındaydı; George Best’in, Johan Cruyff’un kim olduğunu bile bilmeyen palavrasporcular mutlak egemendi. FourFourTwo’ya F dergi kapandığı için geçtim, bir süre sonra da Mehmet Ayan, Lig Radyo’da program yapmamı önerdi, başladım gerisi geldi. İlker Duralı bu süreçte çok önemli rol oynadı. İlker, Fırat İşbecer ve Mehmet Ayan’dan başta “sakin olmak” üzere çok şey öğrendim. Skytürk işi de Berfu Haşıoğlu ve Mustafa Sapmaz’ın sayesinde başladı sonra Lig Radyo ve FourFourTwo ekibi Skytürk’te Total Futbol’da birbirlerine eklemlendi. Beni en çok mutlu eden şu: Sadece kendim gibi davranıp ne düşündüğümü ne hissettiğimi sansürsüz söyleyerek insanlar beni sevdi. Program yapmadan yıllar önce de dışarıda da Pascal Nouma, George Best tişörtleri, siyah bandımla dolaşıyordum, programda da yapay takım elbiseler giymek yerine sokaktaki gibiyim, bu harika bir şey!