Takımımızda kura sevinci yaşanırken bir yandan da evimizde oynayacağımız Gençlerbirliği maçı hazırlıkları devam ediyordu. Artık basında ve özellikle taraftarlar arasında benim veya takımım hakkında bir soru işareti kalmamıştı. Çıktığımız Gençlerbirliği maçında da basını ve taraftarları yine yanıltmadık. Önceki maçlara oranla topa daha az sahip olmamıza rağmen Semih Kaya, Selçuk İnan(penaltı), yeni transferimiz Sinan Kurt ve Burak Yılmazın golleriyle taraftarımızı bu maçtan da evlerine mutlu göndermiştik.
Bu maçtan sonra her şey pozitif gözükse de teknik heyetimizi bir panik kaplamıştı. Çünkü transfer döneminin son günü yaklaşmasına rağmen istediğimiz sağ beki bir türlü bulamamıştık. Bu yüzden çalışmalarımıza hız verdik ve Bayern Münihin Rafinha'yı transfer listesine koyduğunu keşfettik. Hemen bu oyuncu için girişimlere başladık ve Bayern Münihe kiralık transfer için başvuruda bulunduk. Ancak ne onlar bizim önerdiğimiz rakama iniyor ne de biz onların istediği rakama çıkabiliyorduk. Zaman giderek daralırken umutlarım da yavaş yavaş tükeniyordu. Umutsuz ve kabul görmeyeceğini düşünerek başkanın karşısına çıktım ve ek transfer bütçesi talebinde bulundum. Beklemediğim şekilde talebimi kabul etti ve 18milyon euro gibi bir rakamı ek bütçe olarak bize sundu. Çok şaşkın ve çok mutluydum. Hemen Bayern Münihli yetkililerle irtibata geçtim ve Rafinha'nın transferini bir an önce bitirmek istediğimi kendilerine ilettim. İkinci bir Grosskreutz vakası yaşamak istemiyordum. Çok şükür ki transfer sezonunun bitmesine sayılı dakikalar kala Rafinha'yı kiralık olarak kadromuza kattık.

Transfer dönemi artık sona ermişti. Kadromuzu Rafinha, Sinan Kurt, Zurutuza ve Origiyle güçlendirmiştik. Takımımızdan ayrılan oyuncular ise Emre Çolak, Umut Bulut ve Tarık Çamdal olmuştu. Adrianoyla çok uğraşmamıza rağmen kadromuza katamamış, Eray İşçan'ı ise bir türlü elden çıkaramamıştık.
Transfer sezonunıu verimli biçimde geçirdiğimizi düşünüyorduk. Özellikle Emre Çolak'ı ucuza bıraktığımız konusunda eleştirilere maruz kalsakta yaptığımız işten memnunduk. Artık bu kadroya ve bu kadroyla kazanacağımız başarılara odaklanmamız gerekiyordu. Önümüzde ilk engel olarak Bursaspor maçı vardı. Sezon öncesinde Süper Kupa maçında karşılaştığımız Bursaspor sezona fırtına gibi başlamıştı. Hiç beraberlik ve yenilgisi olmadan ligde liderliğe oynayan bir takım oluşturmuşlardı. Bu yüzden dersimize yine çok iyi çalışmamız gerekiyordu. Maçtan önce basın toplantıları ve medyanın maça yaklaşımı bir strateji savaşına dönüşmüştü. Maçtan önce teknik adamlar satranç oyunlarıyla birbirlerini alt etmeye çalışıyorlardı adeta. Ama biz ayakları yere daha sağlam basan taraftık ve deplasmanda bunu futbolumuza yansıtmayı başardık. Maç beraber bitecek düşünceleri ağırlık kaanırken sahneye Alman yıldızımız Podolski çıkmış, sakatlıktan sonra iki müthiş golle maçın yıldızı olmuştu.Ligde her şey istediğimiz gibi gidiyordu. Dört hafta geçmesine rağmen bırakın yenilmeyi kalemizde gol bile görmemiş oyun anlayışımızla rakiplerimizi adeta boğmuştuk. Takım olarak taraflı tarafsız herkesin beğenisini kazanan bir futbol oynuyorduk. Sezon öncesi bizi bir adım geride gören bahis şirketleri artık şampiyonluğun en güçlü adayı olarak bizi gösteriyordu. Bu olumlu havanın yarattığı etkiyle takım olarak daha sıkı çalışıyor ve meyvelerini yiyorduk. Ama artık aklımızda tek bir düşünce vardı. Vakit kulaklarda Şampiyonlar Ligi müziğinin duyulması vaktiydi..