Kendimi bildim bileli futbolun içerisindeyim. Futbol benim için sadece bir hobi değil aynı zamanda bir yaşam biçimi olmuştur. 2000'lerin ortalarında Üsküdar'ın Barbarosspor adlı mütevazı fakat köklü geçmişi olan kulübün minik takımında yeşil sahalara ilk adımımı attım. Aynı kulübün yıldız ve genç takımlarında galibiyetler, mağlubiyetler, hayal kırıklıkları, şampiyonluklar yaşadım. İlk dayağımı da yeşil sahada yedim, ilk hayat dersimi de orada aldım. Giderek bağlandığım bu kulübe futbolcu olarak yapabileceğim hizmetler sona erdiğinde takımın başına teknik direktör olmak en büyük hayallerimden biri olup çıktı.
Yeni mezun bir mühendis olduğumda da mesleğim futbol sevdamın önüne geçemedi. Bir yandan mesleğimi icra ediyor bir yandan da futbolla haşır neşir oluyordum. TFF'den aldığım teknik direktörlük lisanslarını da bu yıllarda cebime koymuştum. Mesleğimi yurtdışında sürdürmem gerekince futboldan kopacağımı düşündüm. Ancak öyle olmadı. Çalıştığım şehir olan İngiltere'nin başkenti Londra'ya 35 kilometre uzaklıkta bir semt takımı olan Hayes and Yeading'in hocaya ihtiyacı vardı. İngiltere'nin 6. liginde mücadele eden takımın hocaları genelde part-time çalışan eski futbolcular oluyordu. Şansımı denemek için görüşmeye gittim. Başkan Steve Pell ve futbol direktörü Daniel Saunders'ı etkilemiş olacağım ki bana bir senelik part-time teknik direktörlük teklif ettiler. Seve seve kabul ettim.
Ve (her ne kadar takım yarı-pro olsa da) profesyonel hocalık kariyerim böylece başlamış oluyordu. Hayes & Yeading United'da iyisiyle kötüsüyle iki sene geçirdim. İlk sene Blue Square Bet Güney liginde mücadele eden takımımız birinci olarak bir üst kümeye yükselmeye hak kazandı.
İkinci sene Blue Square Premier'de bütün beklentilerin önüne geçerek ligi 7. sırada bitirdik. Ancak finansal eksiklikler ve kulübün vizyonunun geniş olmaması sebebiyle ikinci senemin sonunda kariyerimin başladığı kulüp olan Hayes & Yeading ve taraftarından ayrılmak durumunda kaldım.
O esnada çok kötü günler geçiren Akhisar Belediyespor'un hocası yoktu ve Birinci Lig'e düşmüşlerdi. İngiltere'de ülkemi temsil ettiğimi konuyla alakalı birkaç internet sitesi ve gazeteden öğrenen Akhisar Bld. yönetimi hayatımı değiştirecek iki senelik bir teklif yaptı. Derhal kabul ettim. Akhisar'da geçirdiğim üç sene boyunca taraftarla çok samimi ve olumlu bir ilişki kurdum. İlk senemizde çok rahat bir şekilde şampiyon olarak Süper Lig'e merhaba dedik. İkinci sene ise kulüp yönetiminin güveni ve sağladıkları finansal destek sayesinde bizi üst sıralara taşıyabilecek tecrübeli ve faydalı birkaç transfer yaptık ve kontra atak oyununu takıma benimsetmeye çalıştım. Aşı tutmuş olacak ki, küme düşmesi beklenen Akhisar Bld., Süper Lig'e çıktığı ilk sene ipi göğüslemiş, sezonu şampiyon kapatmıştı.
Akhisar Bld.'deki üçüncü senemde aynı başarıyı gösteremedim. Sezona Galatasaray karşısında alınan Süper Kupa galibiyetiyle başlasak da ligi medyanın da öngördüğü gibi 7. bitirdik. Ama finalde Gençlerbirliği karşısında alınan Ziraat Türkiye Kupası başarısı taraftarın moralini yükseltmeye yetti. Ancak Akhisar Belediye ile yollarımız ayrılıyordu. Sene içerisinde Mallorca'dan gelen teklifi reddetmiş, çocukluk aşkım Fenerbahçe'yi ise sezon sonuna ertelemiştim.
Ve şimdi hikayemiz başladığı yere döndü; İstanbul'un Anadolu yakasının fakir mahallelerindeki bakımsız toprak sahalardan, bu topraklarda yaşayıp, futbola gönül vermiş her gencin bir gün çıkmak istediği o mabede teknik direktör olarak yolum düşmüştü.
"Bu topraklardaki çocukların da yüzleri gülsün diye," başarı sözü verdim Başkan'a ve taraftarımıza. "Ancak rüyalarında görebilecekleri futbolcuları getirmek için değil, Fenerbahçeli çocuğu Dünya'nın en büyüğü yapmak için. Çünkü biliyorum ki orada bir yerlerde milyonlarca çocuk var, geceleri yatmadan Lefter'i, Sinyor'u, Alex'i düşünen ve çubuklu için dua eden."
Göreve geldiğimde Fenerbahçe, ligi iki senedir 5. bitirmişti. Taraftarın sabrı taşmış, yönetimden başarı beklemekteydi. Geçen sene ligde 7. olmama rağmen Akhisar'la Kupa'yı aldığım için Fenerbahçe'nin Avrupa'ya gitme hakkı da yoktu.
Takımımızın 2017 senesinde de yıldızı Moussa Sow'du. Volkan Demirel, Gökhan Gönül, Raul Meireles, Mehmet Topal, Hasan Ali Kaldırım, Salih Uçan, Caner Erkin, Milos Krasic, Recep Niyaz, Beykan Şimşek, Mert Günok ve Serdar Kesimal hala takımdaydı. Cruzerio'dan Leo ve Al-Ahly'den Essaid Belkalem stoper mevkiisine, Anderlecht'ten Kadir Bekmezci ön liberoya, Admira Wacker'den Güney Afrikalı Mandla Masango forvet arkasına, Brezilyalı Juninho ortasahanın ortasına transfer edilmişti. Açıkçası pek kuvvetli olmayan bir takım kurulmuş. Bu şartlar altında başarı zor, ancak yıldız oyuncuların Avrupa kulüplerine satılmasıyla oluşmuş 33.5 milyon euro'luk transfer bütçesi iştah kabartıyor
Bakalım bu şartlar altında takımın durumu ne olacak Umarım başarılı olurum...