Uzun zaman önce...
Dünya denen gezegende...

Uzun zamandır kayıp olan bir menajerin dönüşü...
Futbol dünyasını yeniden sarsacak mıdır?...
Yoksa..
Kahramanımızın başarısız denemelerine bir çizgi daha mı atılacaktır?...

Taktik..
Vors..

Dı dı dıtırırı dı dıdıdı dı..

---

Alarm sesi... Her zaman ki gibi rahatsız edici... Durdurmalıyım... Kolumu çaresizce saatin üzerine salladım... Alarm durdu. Harika. Sabah yine doğdu. Yatağımıza ışık yeniden vurdu. Karen'a baktım. Hala uyuyordu. Gülümsedim, alnından öpüp kalktım. Onu da kaldırmaya kıyamadım. Çocukların uyuduğunu zaten biliyordum. Android telefonumun şifresini girip dün akşam oynanan maçlara teker teker baktım. Swansea, ligin son haftasında Hull City ile 1-1 berabere kalmıştı. Chelsea, Burnley'i 7-0 yenip şampiyon olmuştu. Arsenal ise Sunderland'i 3-1 ile geçmişti. İspanya'da Barcelona, İtalya'da Juventus, Fransa'da PSG. bla bla bla. Bizi bu sıradanlıktan kim kurtaracak. Zamanında ben, heyecanın ölü olduğu, her şeyin önceden tahmin edilebilir olduğu futbola bir değişim rüzgarı getirmeye çalışmıştım. Eh, azıcık bir şey yapmış olabilirdim ama yokluğumda, modern futbol, bildiğimiz modern futbol işte.

Kim miyim ben? Bana çok şey diyorlar ama kimlikteki adım ''Fytia Henderson.'' Kendimden fazla bahsetmeyi sevmem ama annem ve babam Yunanistan'ın Fytia köyünde tanıştığı için bana bu adı koymuş. Uzun yıllar Swansea'de top koşturdum, menajer oldum, Arsenal'i coşturdum, İtalya'da mafyalar ile başımı belaya soktum, Ajax'ta iken trafik kazası geçirdim, Valencia tarafından kazıklandım, Leverkusen'i de coşturdum. Ama maaş talebim onlara fazla geldiği için yeni sözleşme imzalayamadan gönderildim.

Boşum. Son yıllardır boşum. Bir kıpırtı, bir hareketlenme bekliyorum ama hiç bir şey yok.

''Fytia, kalktın mı hayatım? Günaydın.''. Bu cümle yüzüme yeniden bir gülümseme getirdi. Hayatımın mutluluk kaynağı ailemden başkası değildi artık. Evet, eskiden futbolda bunlar arasındaydı ama sıradanlaştıkça benim için önemini yitirdi. Karen, sevgilim, karım, futbol ise eski metresimdi sanki.

Elbette ki, futbolla bağlantımı yitirince işsiz kalmadım. Gazetelere ilan basıp, çocuklara özel ders aracılığıyla tarih öğretiyordum.

''Saat hala erken, çocuklar hala uyuyor. Gel, biraz daha yat, istersen başka şeyler de yapabiliriz.'' dedi Karen gülümseyerek. Onun bu gülümsemesini çok iyi tanıyordum ve reddetmek zordu. Gülümsedim ve yatağa yeniden girdim. Karen elini tam belime doladığı an telefonum aniden çaldı.

''Alo, Henderson. Tanrı'ya şükür açtın telefonu. Seninle önemli bir konu hakkında konuşmamız gerek.''

Bu sesi tanımamak mümkün mü? Ama John Benjamin Toshack, benden ne istiyor olabilirdi?

''Çabuk arabana atla ve benimle Newport'taki barda buluş.''

Sesi çok ciddiydi. Önemli bir şey olduğunu düşündüm ve yataktan kalktım. Pantolonumu ve t-shirtimi giyip, arkama dönüp bakmadan odadan çıktım. Çocukları uyandırmadan alt kata indim ve anahtarımı alarak dışarı çıktım. Arabaya binip derhal Newport'a yola çıktım.

Newport'taki bara vardığımda Toshack'ın bir masada tek başına oturduğunu gördüm. Hemen onun yanına oturdum.

''Bir şey içer misin Henderson?'' dedi Toshack.

''Tanrım, saat sabahın 6'sı be adam. Bu kadar önemli ne olabilir?'' dedim.

''Futbol. Almanların kazandığı oyun, ayak topu, Amerikalılar soccer der.'' Bu lafı duyduğum an pür dikkat kesildim.

''Eee..''

''Yeniden bir menajer olmakla ilgileniyor musun?'' Toshack bunu dediği zaman gülümsedim. Futbolla bağlarımın kopmasının en önemli sebebi de bana iş verecek takımların mevcut olmamasıydı.

''Şimdi aynı dilden konuşuyoruz.'' dedim.

''Şu takımı biliyor musun Henderson?'' dedi ve önüme bir belge uzattı...

DEVAM EDECEK...