Yukarıdakine benzer bir örnek de ben vereyim:
100 sene evvel Ahmet Rasim, bir-iki kez görebildiği bir güzelin menşeini, güzelin kendisine de soramayıp, binbir dereden su getirerek şu sözlerle araştırırken;
Gözümde işve-nümâdır hayâl-i bî-bedeli
Hüdâ bilir ya iki defa gördüm ol güzeli
Yanıp tutuştum o şirin-edâyı -görmeyeli
Acep Vefâ'da mı semti acep acep nereli
Nedir bu gam bu teessür bu türlü bâr-ı mihen
Tükendi kalmadı takat üzüldü bitti bu ten
Ne yerse kaldı ne yoldan geçer o nahl-i semen
Acep Vefâ'da mı semti acep acep nereli
ondan bir 70-80 sene kadar âhir, Ünal Narçın isimli, tanımayız-etmeyiz bir müzisyen, aynı hissiyattan mülhem bir başka soruyu "lap" diye kızın suratına sorar;
Duruşun andırır asil soyluyu
Hisar, Kuruçeşme, sahil boylu mu?
Arnavutköylü mü Ortaköylü mü?
Kız sen İstanbul'un neresindensin?
Bilmem sözlü müsün, ya nişanlı mı?
Sevgilin yaşlı mı, delikanlı mı?
Emirgan, Bebekli, Âşiyanlı mı?
Kız sen İstanbul'un neresindensin?
(kısa kesiyorum, daha uzun bu sorgu).
"Beşerin taptığı bir kendisinin heykelidir"