Sayfa 1 / 2 12 SonSon
1 ile 30 arası toplam 32 sonuç

Konu: Seri katillerin hayat hikayeleri

  1. #1
    Nesil
    2006
    Yer
    Adana
    Yaş
    34
    Mesajlar
    1,407

    Thumbs up Seri katillerin hayat hikayeleri

    EVet seri katillerle ilgili ikinci yazı dizisinde hayat hikayelerini paylaşacağım.Neden seri katillerden gidiyorum bilmiyorum ama ibretlik hikayeleri var çoğunun

    ALfabetik sıraya göre başıyoruz
    A

    ALBERT DE SALVO


    Boston Strangler-Boston Kasabı-Boğucu
    1931 -1973

    "Ben mi? Ben kadınlara zarar vermem. Ben kadınları severim."

    İşe cinsel tacizle başladı. Manken ajansına Model arıyormuş gibi kapı kapı dolaşıp kadınların beden ölçüsünü alır ve bu sırada vücutlarına dokunduğu kadılara cinsel taciz yapıyordu. Bu yüzden kısa bir hapis dönemi geçirmiş ve çıktığında tecavüzcülüğe terfi etmiştir.1960’ların başında New Englan’da yüzlerce kadına saldırdı. Bu sırada yeşil işçi kıyafetleriyle dolaştığı için kendisine ‘Yeşil Adam’ deniyordu.
    1962’de lakabı artık ‘Boston Canisi’ idi. O artık 18 ayda 13 kadını vahşice öldüren tatlı dilli bir sadistti.
    Onun vahşiliği daha çocukluk yıllarında ortaya çıkmaya başlamıştı. Bir köpek yavrusunu bir kediyle aynı sandığa kapatır ve kedinin, köpeğin gözlerini çıkarmasından zevk alırdı.
    Ordudayken evlendi. En vahşi cinayetleri işlediği sırada bile normal bir koca ve baba gibi görünmeyi başarabiliyordu.
    Onun şeytani bir libidosu vardı. Günde en az 6 kez Seks yapmak istiyordu.
    İlk cinayetlerinde tamirci olarak gittiği evlerde tatlı diliyle kandırdığı orta yaşlı kadınları hedef aldı. Onlar tecavüz edip boğduktan sonra, vücutlarını kesiyor, cinsel organlarına şişe ve benzeri maddeler sokuyor ve boğmakta kullandığı naylon kadın çoraplarıyla çenelerinin altına bir çeşit fiyonk yapıyordu. Bu bir çeşit imzaydı.
    1962’den sonra genç kadınlara yöneldi ve daha da vahşi bir hal aldı. Bir kadını yirmi kez bıçaklıyor, diğerini ise yatağın başucuna dayıyor, boynuna pembe bir fiyonk, cinsel organına süpürge sopası sokuyor ve sol ayağının dibine bir yeni yıl kartı bırakıyordu.
    Yakalanma sebebi de ilginç doğrusu. Yine böyle bir kadını evde sıkıştırıp ellerini ayaklarını bağlamış ve eğer ses çıkarırsa onu öldüreceğini söyleyerek tehdit etmiş. Fakat bir süre sonra onu çözüp özür dilemiş ve oradan kaçmış, kadın polisi aramış ve bu vesileyle de yakalanmış duygusal katilimiz.
    De Salvo Boston Canisi Cinayetlerinden değil, Yeşil Adam Tecavüzlerinden yakalandı. Eyalet akıl hastanesinde yatarken arkadaşlarına kadınları nasıl boğduğunu anlatmaya başladığında gerçek anlaşıldı. Ancak Boston Canisi cinayetlerinden ceza almadı. Maharetli avukatı F.Lee Bailey onu cinayet suçlamalarından kurtarmayı başarmıştı. Tecavüzlerden Ömür boyu hapis cezası aldı. Kasım 1973’te bir mahkum tarafından bıçaklanarak öldürüldü.
    Kurbanları:
    1. Anna Slesers 55 14th June 1962
    2. Mary Mullen 85 28th June 1962
    3. Nina Nichols 68 30th June 1962
    4. Helen Blake 65 30th June 1962
    5. Da Irga 75 19th August 1962
    6. Jane Sullivan 67 20th August 1962
    7. Sophie Clark 20 5th December 1962
    8. Patricia Bissette 23 31st December 1962
    9. Mary Brown 69 9th March 1963
    10. Beverley Samans 23 6th May 1963
    11. Evelyn Corbin 58 8th September 1963
    12. Joann Graff 23 23rd November 1963
    13.Mary Sullivan 19 4th January 1964

    Hakkında Kitap:
    The Boston Stranger, 1967, Gerold Frank

    ALBERT FİSH

    Hamilton Fish, Hannibal Lector, Albert Fish
    Albert Fish Early 1900's

    "Gerçek acının son aşaması olarak gördüğüm ölüm fikrini çok sevdim"
    1870 Washington doğumlu seri katildir. Beş yaşındayken babası öldüğünde onu bir yetimhaneye yerleştirdiler. Burada geçirdiği çok sıkıntılı iki yıl onun psikolojisini bozdu. Yedi yaşına geldiğinde annesine teslim ettiler. Ancak korkunç baş ağrıları çekiyordu. Liseyi bitirdikten sonra ülkede yolculuk yapmaya ve ufak tefek işlerde çalışmaya başladı. Bu durum ona suç işlemek için mükemmel bir fırsat sunuyordu.
    1910 yılında işkenceler eşliğinde ilk cinayetini işledi. Kendisine kurban olarak kolay hedef olan çocukları seçmişti. 1920 yılına kadar yolculuklarına devam etti ve izini kaybettirdi. Yolculuk yapmaya devam ederken arkasında birçok kurban bırakmış olabilir miydi? Kurbanlarına acı çektirirken aynı zamanda kendisine de işkenceler yapıyordu. Kasıklarına toplu iğneler batırıyordu. 1910 da başlayıp yakalanıncaya kadar cinayet işlemeye devam etti. 1932-1934 arasında kurbanlarına ve kendisine işkenceler ve yamyamlık yaparak işlediği 4 cinayet ona Brooklyn Vampiri ünvanını getirdi. Onun cinayet sayısı kesin bilinmemekle beraber en az 15 olmasından şüphe duyuldu.
    Albert Fish e "Amerika’nın Öcüsü" adı verilmiştir ve bununda iyi bir nedeni vardır. Sevimli bir ihtiyar görünümü altına gizlenmiş bu korkunç yamyam tüm ebeveynlerin karabasanıydı: çocukları hoşlarına gidecek bir vaatle kandırarak ortadan kaldıran bir iblis.
    Halkın ilgisinin Fish’e dönmesine neden olan suç, 1928 de Grace Budd adında 12 yaşındaki sevimli bir kız çocuğunun kaçırılıp öldürülmesiydi. Ebeveynleri ile arkadaşlık kurmasının ardından Fish, şeytanca bir yalan uydurdu. Yeğeninin doğum günü partisi olduğunu söyledi ve Grace in gitmek isteyip istemediğini sordu. Bir büyükbaba gibi görünen bu ihtiyar adamın bir canavar olduğunu bilmelerine hiç bir imkan olmayan Bay ve Bayan Budd daveti kabul ettiler.

    En güzel kıyafetlerini giyen güven dolu küçük kız, Fish ile birlikte yola koyuldu. Fish, onu New York City’nin kuzey banliyölerinden birinde, yakınlarında hiçbir bina olmayan terk edilmiş bir eve götürdü. Burada onu boğdu, vücudunu parçalara ayırdı ve parçaların bir bölümünü kaldığı pansiyona getirdi. Burada kızın "etini" havucu, soğanı ve jambon dilimleriyle tam bir yamyam yahnisi şeklinde pişirdi. Bundan sonraki 9 günü odasından çıkmadan bu iğrenç yemeği yiyip devamlı mastürbasyon yaparak geçirdi.

    Sonraki 6 yıl botunca Fish serbest dolaştı, ancak Grace Budd olayını kendi kişisel haçlı seferine dönüştüren William King ismindeki bir New York City dedektifi onu inatla arıyordu. Buna rağmen Fish kaçmayı başarabilirdi; tabii kendi içindeki şeytanlarla başa çıkabilseydi. 1934’te Bayan Budd’a bugüne dek yazılmış en hastalıklı mektuplardan biri olan bir mektup göndermeye kendini mecbur hisseti. Sonuçta King, Fish’i mektup kağıdındaki antetten bulup yakalayabildi.

    Fish tutuklandığında yetkililer elerinde tasavvur edilemez sapkınlıkla bir suçlu olduğunu hemen anladılar; bu adam bütün ömrünü acı vererek -- hem kendisine hem de başkalarına -- geçirmiştir. Diğer bir çok seri katil gibi, Fish de bir din manyağıydı ve günahlarının cezası olarak kendisine çok tuhaf işkenceler yapmıştı -- deri kayışlarla ve her yerinden çiviler fırlamış sopalarla kendisini dövmek, kendi dışkısını yemek, kasıklarına dikiş iğneleri sokmak gibi. Yaraladığı ve öldürdüğü çocuklar onun kaçık zihninde Tanrı ya verilen kurbanlardı. Savunma makamı tarafından Fish i muayene etmesi için çağırılan New Yorklu ünlü psikiyatr Dr. Fraderic Wertham, ihtiyar adamın "bilinen her türlü cinsel sapkınlığa" sahip olmasının yanında, bugüne değin kimsenin duymadığı anormallikler taşıdığını belirtmiştir (acayip zevklerinin arasında idrar yoluna gül sapı sokmak da vardı). Hapishanede çekilen leğen bölgesi röntgeninde, mesanesinin etrafındaki alana sokulmuş 29 iğne bulunmuştu.

    1935 teki duruşmasında jüri onun deli olduğuna karar vermiş olmasına rağmen yine de elektrikli sandalyede idam edilmesi gerektiğine inandı. İdam kararının açıklanmasından sonra, bu anormal ihtiyarın "Elektrikli sandalyede ölmek ne de büyük bir zevk olacak! Bu tadacağım en büyük zevk olacak -- şimdiye kadar tatmadığım tek zevk" dediği bildirilmiştir.

    16 Ocak 1936 da 65 yaşındaki Fish elektrikli sandalyeye gitti -- Sing Sing de idam edilen en yaşlı insandı.

    Hakkında Kitap:
    Black House, Stephen King
    Deranged, 1990, Harold Schechter
    Hakkında Film:
    Kuzuların Sessizliği, Filmdeki Hannibal Lektor tiplemesi ondan esinlenilerek yaratılmıştır.

    ALBERT FİSH EN HASTA MEKTUP

    Şüphesiz, bir seri katil tarafından yazılan en hasta mektup, yamyam çocuk katili Albert Fish’in 1928 yılındaki on iki yaşındaki kurbanı Grace Budd’ın annesine 8 yıl sonra 1934 ‘te yazdığı mektuptur. Büyük şanstır ki Bayan Budd okuma yazma bilmiyordu ve böylelikle bu rezil mektubu okuma dehşetinden kurtulabilmişti. Bu mektubun aslı bu gün sanatçı Joe Coleman’ın koleksiyonundadır.

    Çok Sevgili Bayan Budd,

    1894’te bir arkadaşım Steamer Tacoma gemisinde denizci olarak denize açılmıştı. San Francisko’dan Hong Kong’a gitmek üzere yola çıkmışlardı. Limana varınca iki arkadaşı ile karaya çıkmışlar ve çok içip sarhoş olmuşlar. Döndükleri zaman geminin limandan ayrıldığını görmüşler. Bu sırada orada kıtlık hüküm sürmekteymiş. Etin kilosu 2-6 dolar arasındaymış. Çok fakir olanlar arasında açlık sıkıntısı o kadar büyükmüş ki diğerlerinin açlıktan ölmesini önlemek amacıyla 12 yaşından küçük tüm çocuklar, et olarak pazarlanmaları için kasaplara satılıyorlarmış. Herhangi bir kasaba gidip pirzola, biftek, kuşbaşı isteyebilirmişsiniz. Çıplak bir çocuk vücudunun bir kısmı önünüze getirilir ve istediğiniz parçaları kestirebilirmişsiniz. Bir kızın veya oğlanın kalça kısmı, en lezzetli bölümmüş ve dana kotlet olarak satılan en pahalı etmiş. John orada çok uzun kalmış ve insan etine karşı bir düşkünlüğü oluşmuş. New York’a dönünce biri 7 diğeri 11 yaşında iki oğlan çocuğu çalmış. Onları evine götürüp soymuş ve bir dolaba kapamış. Sonra tüm giysilerini yakmış. Her gün etlerinin iyi ve yumuşak olması için onlara işkence yapıp dövmüş. Önce 11 yaşındaki oğlanı öldürmüş, çünkü onun poposu daha tombul ve tabi ki daha etliymiş. Kafası, kemikleri ve bağırsaklarından başka vücudunun her bir parçasını pişirip yemiş. Fırında pişirmiş (tüm popsunu), haşlamış, kızartmış ve kuşbaşı yapmış. Küçük oğlana da aynı şeyleri yapmış. Ben o zamanlar 409 Doğu 100. Sokak’ta oturuyordum. Bana insan etinin çok lezzetli olduğunu o kadar sık söylemişti ki ben de tatmayı aklıma koydum. 3 Haziran 1928 Pazar günü sizin 406 Batı 15. Sokak’taki evinize geldim, peynir ve çilek getirdim. Öğlen yemeğini birlikte yedik. Grace, kucağıma oturdu ve beni öptü. Onu yemeyi aklıma koydum. Onu bir partiye götüreceğimi söyledim. Siz de evet gidebilir dediniz. Onu Westchester’da daha önce gözüme kestirdiğim boş bir eve götürdüm. Oraya vardığımızda ona dışarıda beklemesini söyledim. Kır çiçekleri toplamaya başladı. Yukarı çıktım ve tüm giysilerimi çıkardım. Çıkarmasaydım üzerlerine kanın bulaşacağını biliyordum. Her şey hazır olunca, pencereden onu çağırdım. O odaya girinceye kadar bir dolapta saklandım. Beni çıplak görünce ağlamaya başladı ve merdivenlerden inmeye çalıştı. Onu yakaladım ve o da bana annesine şikayet edeceğini söyledi. Önce onu tamamen soydum. Nasıl da tekmeledi, ısırdı ve tırnakladı. Boğazını sıkarak onu öldürdüm ve sonra da etlerini odama götürebilmek için ufak parçalara böldüm. Pişirdim ve yedim. Fırında pişen küçük poposu öylesine yumuşak ve tatlıydı ki. Tüm vücudunu yemem dokuz gün sürdü. Ona tecavüz etmedim, ama istesem bunu yapabilirdim. Bir bakire olarak öldü.

    ANDREİ CHİKATİLO


    "Ben doğanın bir hatasıyım, deli bir hayvanım”
    "Yaptıklarımı cinsel bir tatmin için değil, daha çok huzur bulabilmek için yaptım"

    Yöneticiler Seri Cinayetleri çürümüş bir batı fenomeni olarak ilan edip propaganda malzemesi yaptığı sırada, suç tarihinin en büyük psikopatlarından biri Liman şehri Rostov’da bulunmaktaydı. Sınıfsız bir toplumda suç var olamaz doktrinini çürütmemek için Yetkililer 12 yıl boyunca bu canavarca işler yok sayıldı ve toplumdan gizlendi. Bu durumda zavallı vatandaşlar yıllarca bu canavar katille yan yana yaşadıklarını bilemediler.
    42 yaşındaydı, evli ve çocukluydu, bir farikada çalışıyordu.
    Oğlanlar, kızlar ve savunmasız genç kızları hedef olarak seçmişti. Çoğu zaman onları evlerine bırakmak, karınlarını doyurmak ve yardım etmek bahanesiyle otobüs duraklarından yollardan alıp, ıssız yerlere ormanlara götürürdü. Burada onlara hayal gücümüzü zorlayan kötülükler yapıyordu. Dillerini kesiyor, meme uçlarını ısırarak koparıyor, cinsel organlarını yiyor, gözlerini çıkarıyordu. Bu saydıklarımız sadece onun yaptıklarından birkaçıdır. 1984’te dört haftalık bir dönemde 6 genç insanı doğramıştır.
    Chikatilo 1990 yılında yakalandığında 53 insanın öldürülmesinden yargılandı. Ancak herkes biliyordu ki gerçek sayı çok daha fazlaydı. Kurbanların ailelerinden korunması için çelik kafes içinde mahkemeye getirildi. İdama mahkum edildi ve 1994 yılında idam edildi.
    Hakkında Kitap:
    Hunting The Devil, 1993, Richart Lourie
    Hakkında Film:
    Citizen X-Chris Gerolmo'nun Robert Cullen'in aynı adlı romanından uyarlayarak 1995 yılında TV için çektiği ama başarısı üzerine sinemalarda gösterilen, 50'den fazla insan öldüren Rusya’nın tek seri katili Andrei Romanovich Chikalito'nun hikayesini anlatıyor. Yönetmen Neil Jordan'ın favori aktörü Stephen Rea, seri katilin peşindeki yorulmak bilmeyen ve komünist sisteme isyan eden ajan rolünde inanılmaz basarili, Donald Sutherland ve Max Von Sydow diğer başrol oyuncularıdır. Chikatilo’yu ise Jefrey De Munn canlandırmıştır

  2. #2
    Nesil
    2006
    Yer
    Adana
    Yaş
    34
    Mesajlar
    1,407

    Default

    C

    CARL PANZRAM


    "Keske tüm insanligin tek bir boynu olsaydi ve o da benim elimde olsaydi"
    “Bütün bunlarin hiçbiri için en ufak bir pismanlik ve üzüntü duymuyorum”
    “Biraz düsünmek için bir kenara oturmustum. Orada otururken 11 ya da 12 yasinda bir çocuk geldi. Bir seyler ariyordu. Buldu da. Onu birkaç yüz metre uzaklikta bir tas ocagina götürdüm. Onu orada biraktim, ama önce tecavüz ettim, sonra da öldürdüm. Onu biraktigim sirada beyni kulaklarindan çikiyordu ve asla bundan daha ölü olamazdi.”

    1920’lerin sonlarindaki son hapis cezasi sirasinda, isledigi 21 cinayeti, sayisiz agir suçu ve binden fazla fiili Livatayi itiraf etmistir.
    Ilk cezasini sarhosluk ve asayisi bozmasi sebebiyle 8 yasindayken aldi. 11 yasindayken bir dizi hirsizlik nedeniyle Islahevine konuldu. Burada geçirdigi süre içinde binalardan birini yakarak, Yüzbin dolarlik bir hasara sebebiyet verdi. 1904 yilinda 13 yasindayken suç islemek hakkinda genis bilgi birikimine sahip olarak buradan çikti.
    Annesinin gözetimi altinda kalmasi sartiyla saliverilmisti. Ancak o bu duruma uzun süre katlanamadi ve evden kaçti. Bir trenin vagonunda dört iri yari serserinin toplu tecavüzüne ugradi. Bu olay ona yeni bir sey ögretmisti. Güç ve kudret her seyi dogru kilar.
    16 yasindayken Orduya katildi. Ancak askeri disiplin ona göre degildi. Askeri Mahkemeye verildi ve 3 yila mahkum oldu.
    Serbest birakilmasindan sonra son derece vahsi ve çarpici Suç Kariyerine baslangiç yapti. Dünya turuna çikti. Avrupa, Afrika, Güney Amerika’yi dolastiktan sonra tekrar ABD’ye döndü. Ardinda bir sürü ceset birakmisti.
    1920’de Panzaram, en kötü söhretli suçunu isledi. Çok karli bir hirsizliktan sonra bir yat satin aldi ve bedava kaçak içki vaadiyle 10 gemiciyi kandirdi. Gemiciler kör kütük sarhos olunca Panzaram hepsine tecavüz etti ve baslarina birer kursun sikarak cesetlerini denize atti.
    Bu olaydan sonra bir ticaret gemisinde tayfa olarak bati Afrika’ya gitti. Timsah avlamak için 8 yerli hamal kiraladi. Afrikalilari öldürüp tecavüz ettikten sonra onlari Timsahlara yedirdi.
    1928 yilinda Amerika’ya döndü, Washington civarinda yaptigi bir dizi hirsizlik olayi nedeniyle tutuklandi ve 20 yil hapse mahkum oldu. Hapishaneye girdiginde, “Beni burada ilk rahatsiz eden adami öldürürüm.”demisti. Bir yil sonra da dedigini çamasirhanenin ustabasinin kafasini parçalayarak yapti. Bu suçtan dolayi Ölüm Cezasina çarptirildi. 5 Eylül 1930 tarihinde asilarak idam edildi.
    Panzaram ölüme bile dilinde küfürle gitmistir. Cellat ilmigi hazirlarken “Çabuk ol Hortumcu ***i, sen aptalca ortalikta dolasirken, ben simdiye kadar bir düzine adami asmistim.” Demistir.
    Hakkinda Kitap:
    Killer, 1970, Thomas Gaddis-Jamer O. Long
    Hakkinda Film:
    Katilin Günlügü

    CHARLES MANSON

    “Bana tepeden bakarsaniz, bir aptal görürsünüz. Bana asagidan bakarsaniz, tanrinizi görürsünüz. Bana tam karsimdan bakarsaniz, kendinizi görürsünüz”(Charles Manson)

    “Vay be, hakikaten uçtum.”
    (Manson ailesinin üyesi Susan Atkins, Sharon Tate’in ellerine bulasan kanini yaladiktan sonra bu sözü söylemistir)

    Manson, cani manyaklar arasinda en özel olanidir. Ona daimi kötü ününü kazandiran cinayetler – 1960’larin en sok edici olan 1969 Tate-LaBianca cinayetleri – aslinda baskalari tarafindan islenmisti; kendisi ala bir silah ateslememis veya biçak kullanmamistir. Fakat onun karanlik cazibesinin kaynagi tam olarak budur: köle gibi kendisini takip eden ve onun en kanli emirlerini yerine getirmeye hazir olan müritleri üzerindeki etkisi. Esasinda Manson bazi büyülü sözler söyleyen zeki bir dolandiricidan daha fazlasi olmamasina ragmen, kendisini seytani bir Mesih, habis bir mürsit yapmisti; o, baris, ask ve çiçeklerin gücü vaazlariyla baslayip Rosemary nin Bebegi, Seytan ve “Sympathy for the Devil” gibi satanist fantezilerle sona eren bir dönemin en karanlik güdülerinin vücut bulmus haliydi.

    Ahlaksiz bir annenin gayri mesru ogluydu. Söylendigine göre, annesi bir defasinda onu bir sürahi bira ile degis tokus etmeye çalismisti. Manson’in terk edilmeler, dayak ve istismarla dolu karabasan gibi bir çocuklugu olmustu. Gençligi de sonu gelmez bir suç tutuklanma, hapis ve kaçis döngüsüydü. (“Isin dogrusu su ki,” demisti Manson kendini tahlil ettigi nadir anlardan birinde, “ben yakalanmadan bir sey çalmayi beceremeyen salak bir hirsizdan baska bir sey olamadim.”) 18 yasindayken kogus arkadaslarindan birine biçak tehdidiyle livata uyguladigindan, federal islah evinde kendine bir yer edindi. 1954’te sartli tahliye edilmesinden sonraki 13 yili sahte çek vermekten, kadin saticiligina kadar muhtelif suçlardan degisik hapishanelere girip çikarak geçirdi. 1967 de serbest birakildiginda – tüm itirazlarina ragmen – 33 yasindaki Manson, hayatinin büyük bir bölümünü demir parmakliklar arkasinda geçirmisti.

    Ask Yazi diye anilan dönemin en cafcafli zamaninda, karsit kültürün coskunlugunun doruk noktasina vardigi günlerde serbest kaldi. San Francisco’nun Haight-Ashbury bölgesinde – hippiligin anavatani – Manson, uyusturucuyu, özgür seksi ve dönemin büyüsünü kesfetmisti. Çok geçmeden mesum karizmasi, serserilerden ve kaybedenlerden olusan bir “aileyi” etrafina toplamasini saglamisti.

    Los Angeles’in disindaki tozlu bir çiftlikte müritleriyle beraber yasayan Manson, kismen – diger tüm etkilerin yani sira – bu güne dek kaydedilmis en ilimli ve mizahi rock n roll albümlerinden biri olan Beatles’in White Albüm ünden esinlenerek çok tuhaf bir kiyamet teorisi gelistirmistir. Özellikle “Helter Shelter” adli sarkiyi (bir lunaparkta çocuklarin bir alete binislerini anlatan bir sarkidir) siyahlarin ayaklanip tüm beyazlari öldürecekleri, yalnizca Manson ve onun az sayidaki seçilmis müridinin geri kalacagi ( çünkü Manson ve taraftarlari dünyanin hakimi olacaklardir) bir irk savasinin habercisi olarak yorumlamistir. Manson savasi kiskirtmak için bazi önde gelen beyazlari suçun siyah devrimcilere yikilabilecegi bir sekilde öldürmeleri için müritlerini sapikça bir göreve gönderdi. 9 Agustos 1969 da Manson’in “ailesinden” 5 kisi, yönetmen Roman Polanski’nin evine girip hamile karisi aktris Sharon Tate ile birlikte 4 kisiyi daha vahsice öldürdüler. Ayrilmadan önce kurbanlarinin kanlariyla duvara kiskirtici yazilar yazdilar. Ertesi gece, Manson, “sürüngenleri”ne bizzat öncülük etti ve LaBianca soyadli bir çifti ayni sekilde öldürüp parçaladilar.

    Cinayetler, Los Angeles bölgesinde panik yaratti ve tüm ulusu sok dalgalari sardi. Manson, en sonunda, olaylarla hiç ilgisi olmayan bir suçtan ötürü hapse düsen kadin taraftarlarindan birisinin hücre arkadasina isledikleri cinayetleri ögünerek anlatmasi sonucu tutuklandi.

    Manson, 1970 teki durusmasini bir sirke dönüstürmüstür, ancak jüri hiç de eglenmemistir. Yakalandiktan sonra mahkemeye alnina büyük bir 'x' kaziyarak çikmistir. Kendisi ve 4 taraftari gaz odasina mahkum edildiler, fakat California Yüksek Mahkemesi idam cezasini kaldirinca, cezalari ömür boyu hapse çevrildi.

    Berbat bir çocukluk geçirmistir. Annesi fahiseydi. Amcasi kendisini etekle okula yollar ve "Bir gün sen de erkek gibi olup kavga etmeyi ögreneceksin" dermis. Daha 9 yasinda hirsizliga baslamistir. Uzun sure hapse girip cikmis, hiç bir olayi olmayan bir serseriydi. Hippilerin ortamlarina girip gitar çalmaya basladi. Oradaki çocuklardan ailesini olusturmaya basladi.

    Sharon Tate cinayeti, aileden Susan Atkins adli kizin itirafiyla aydinlandi. Kisa sure sonra da Manson tutuklandi.

    Bu kadar unlu olmasinin nedeni kurbanlarinin kimlikleridir. Ayrica diger seri katillerden farkli olarak bir inanis yaratmasi da bir nedendir. (Helter Skelter saçmaligiyla kandirmis insanlari, siyahlar ayaklanacak tüm beyazlari öldürecek sadece Manson Ailesi kurtulacak)

    Hala yattigi cezaevine dünyanin her yerinden özellikle gençler tarafindan binlerce mektup geliyor.

    Bir ara gazetecilerden birinin "Büyük bir hayran kitleniz var hapisten çikmanizi heyecanla bekliyorlar" yorumuna, "Burada yemekler harika ayrica kitabim ve gelen mektuplarimla ugrasiyorum, pek heyecanlanmasinlar, Amerika ilk kez iyi bir sey yapiyor bana " seklinde cevap vermistir.

    Charles Manson kurdugu tarikati Robert Heinlein'in yazdigi Yaban Diyardaki Yabanci romanindaki yapilanmaya dayandirir. Hatta müritlerinden birinin oglunun adi Valentine Michael Smith'tir.
    Genç güzel kizlardan kurulu haremiyle seri cinayetlere kalkisan komun sahibi kisi. Kizlarin mahkemeye çikmadan önce koridorlarda kendilerinden geçerek sarki söyledikleri görüntüler insani ürpertir. Bunlardan bazilari hala Charles Manson'in peygamber olduguna inanirken Susan Atkins gibi kimileri kendini Hristiyanliga adayip kitaplar dahi yazmistir. Içlerinden Linda Kasabian'in Türk kökenleri oldugu bilinir.



    Çete Üyeleri:
    Sharon Tate
    Vincent Bugliosi
    Susan Atkins
    Pat Krenwinkel
    Catherine Share
    Paul Watkins
    Kitty Lutesinger
    Abigail Folger

    Kurbanlari:
    6/8/69 Gary Hinman
    8/8/69 Steven Earl Parent
    8/8/69 Voytek Frykowski
    8/8/69 Abigail Folger
    8/8/69 Jay Sebring
    8/8/69 Sharon Tate
    9/8/69 Leno LaBianca
    9/8/69 Rosemary LaBianca
    25-26/8/69 Shorty Shea

    Milyonlarca gencin hayrani oldugu Axl Rose, bir Manson hayranidir ve Spaghetti Incident albümünde siirini kullanmistir. Bu yüzden mahkemelerde süründürülmüs kurbanlarin ailelerine tazminat ödemek zorunda kalmistir. Ayrıca Türkiye konserinde üzerinde Manson T-Shirtleriyle de gezindigi gözden kaçmamalidir.

    Charles Manson'un Hz. Isa oldugunu zanneden çete üyesi, ömür boyu hapse mahkum Leslie Van Houten 1969 yilinda 19 yasindayken 2 kisiyi tabanca ile öldürmüs. Tutuklandiktan 33 yil sonra (28.06.2002) tahliye talebinde bulunmus. Amerikan adli makamlari basvuruyu reddetmistir.

    Hakkinda Kitap:
    -Helter Skelter,1975, Vincent Bugliosi

    Hakkinda Film:
    -The Manson Family,
    -13.hayalet filminde hayaletlerden biri Manson’a benzetilmistir.
    -Bu arada Charles Manson çetesini ve cinayetlerini anlatan Helter Skelter adli bir film çekilmekte oldugu söylenmektedir.

  3. #3
    Nesil
    2006
    Yer
    Adana
    Yaş
    34
    Mesajlar
    1,407

    Default

    D
    DAVİD BERKOWITZ


    “Ben Sam’in ogluyum. Küçük bir veledim.”

    “Onlari incitmek istemedim. Onlari sadece öldürmek istedim”

    Dehset, 29 Temmuz 1976’da Bronx’ta iki genç kadin bir arabanin içinde vurulmus olarak bulununca basladi. Arabalarin içindeki genç çiftler ve genelde sevgililer hedef olarak seçilmekteydi. Bir seferinde evlerinin önünde merdivenlerde oturan iki genç kadini öldürdü. Bir defasinda da okuldan eve gitmekte olan genç bir kadini vurdu. Kadin dehset içinde elindeki kitapla yüzünü kapatti. Katil ates etti ve önce kitap parçalandi, sonra kadinin kafasi. Bu saldirilar sona erdiginde New York’lu 6 genç ölmüs, 7 genç ise agir yaralanmisti.

    New York’un eglence aleminin en hareketli yillariydi. Insanlar, apartman topuklu ayakkabilar, bol elbiseler giyiyor, küçük aynalardan yapilmis bir küre tavanda dönerken Be Gees müziginde dans ediyorlar ve bu muhtesem sehrin gecelerinin tadini çikariyorlardi. 1976-1977 yillarinda elinde bir 44’lügü olan biri sokaklarda dolasip insanlari öldürmeye baslayinca herkesin tadi kaçti. Ve ona ‘44 Kalibrelik Katil’ adini taktilar.

    13 ay boyunca New York u dehsete düsüren dengesiz katil. Temmuz 1976 - Mart 1977 arasinda faaliyet göstermistir. Ufak tefek olup paranoyak ve sizofrendir. Mahkeme akli dengesinin yerinde olduguna karar verip 365 yil hapse mahkum etmistir.

    Yine çifte cinayetin islendigi bir mekanda polis, uzun ve saçmaliklarla dolu bir not buldu. “Ben Sam’in ogluyum. Küçük bir veledim.” O andan itibaren bu acayip lakabiyla anilmaya baslandi.

    13 ay boyunca Sehir korkunun pençesinde kivranirken polis herhangi bir sey bulamadi. Olayin çözülmesi 35 dolarlik bir park cezasi sayesinde gerçeklesti. Bir çift vuruldugu zaman bir tanik olay yerinden bir aracin uzaklastigini görmüstü. Önemli olan ise bu araca park cezasi kesilmis olmasiydi. Bilgisayar kayitlarindan Yonkers’ta yasayan tombul suratli bir posta hane görevlisi olan David Berkowitz oldugu tespit edildi.

    Adami yakaladiklarinda arabasinin bagajinda bir cephanelik buldular. Sam’in Oglu bir katliam planliyordu. Long Island’da bir diskoya intihar saldirisi yapacakti.

    Tutuklandiktan sonra Berkowitz, Sam’in Oglunu söyle açikliyordu; bahse konu Sam, komsusu olan Sam Carr isminde biriydi ve ona göre aslinda Büyük Seytan’di. Öldürme emirlerini Labrador cinsi köpegiyle gönderiyordu.
    En az öyküsü kadar anormal olan Berkowitz, mahkemece akli yeterlilige sahip bulundu ve 300 yil hapis cezasina çarptirildi.

    Hapishanede yakin zamanda dine yöneldi. Halen hapishaneden televizyon vaizligi yapiyor, Incil hakkinda vaazlar veriyor.
    2002 yilinda sartli tahliye basvurusu mahkemece reddedildi.

    60'lara damgasini vuran seri katil Charles Manson ise, 70'lerin ki de David Berkowitz'dir aslinda. Oysaki kendisi uzunca bir süre hak ettigi ilgiden yoksun kalmistir ve alt kültürde biraktigi derin iz ancak '90 sonlari gibi yüzeye çikmaya baslamistir.
    SUMMER OF SAM gibi filmlerle. Sevimli, tombul ve sürekli gülümseyen bir yüzü vardir. Ama cinayet islerken de gülen bu sevimli yüze fazla güvenmemek gerekir.

    Kurbanlarindan Bazilari;
    29 July 1976 Donna Lauria (18) Jody Valenti (19)
    23 October 1976 Carl Denaro (20)
    26 November 1976 Donna DeMasi (16) Joanne Lomino (18)
    30 January 1977 Christine Freund (26) John Diel
    8 Mar 1977 - Virginia Voskerichian (19)
    17 Apr 1977 - Alexander Esau (20), and Valentina Suriani, (18)
    31 July 1977 - Stacy Moskowitz (20)

    Hakkinda Kitap:
    Confession of Son of Sam, 1985, David Abrahamsen

    Hakkinda Film:
    Summer Of Sam


    DENNİS NILSEN

    “Hep durmak istedim, ama yapamadım. Başka bir heyecan veya mutluluk kaynağım yoktu.”
    “Ölümlere sebep olan rüyalar üretiyordum. Benim suçum buydu“

    İngiliz seri katil. Britanyalı Jeffrey Dahmer olarak ta bilinen Nilsen 15 genç erkeğin öldürülmesinden suçlu bulunmuştur. Temel olarak bakıldığında standart seri katil profiline hiç uymuyordu. Çocukken hayvanlara işkence edilmesinden hoşlanmazdı. Daha sonra işgücü hizmetleri komisyonu için çalışarak kendisini zor durumda olanlara yardım etmeye adamıştı. Cinayetleri de incelendiğinde öfke ve nefretten ziyade tuhaf bir sevgiden kaynaklandığı görülmektedir.
    Baba alkolik olmak üzere sürekli kavga eden iki ebeveynin meyvesi, Dennis. Travmatik çocukluğuna karşın otuzlu yaşlarının ortalarına değin cinayete bulaşmamıştır. Çevresindeki insanlar tarafından mazbut ve mazlum bir adam olarak tanınmaktadır.
    Dennis formatif yıllarında travma üstüne travma yaşamış, bir nevi yaşayan hilkat garibesi olmuştur. Beş altı yaşlarında büyükbabası elinde ölmüş, çocukken tanımadığı bir adam tecavüz bile diyemeyeceğimiz tuhaf, anlamsız bir eylemde bulunmuş, midesine oturup mastürbasyon yaparak yüzüne boşalmıştır.
    Askerlik hayatı sırasında bir ara kasap olarak çalışan Nilsen bu mesleğini daha sonraki yıllarda farklı alanlarda da kullanmıştır. Sürekli ayna karşısında ölü olduğunu hayal ederek veya daha ileri gidip vücuduna pudra ve boya sürüp öldürülmüş bir ceset görüntüsü ile mastürbasyon yapardı.
    1972 yılında 18 yaşında bir askerle yaşadığı kısa bir cinsel ilişki sırasında ölü taklidi yaparken filmlerini çekmişti.
    Aynı yıl ordudan ayrıldı ve Londra polis teşkilatına girdi. Ancak burada bir yıldan fazla kalamadı. Devlete bağlı bir iş bulma kurumunda çalışmaya başladı.
    1978 Noel’inden birkaç gün sonra öldürmeye başladı.
    Barda tanıştığı bir adamla eve gitti. Onunla ilişkiye girdi. Adam sabah gitmek isteyince Dennis onun kafasına bir şey ile vurup sersemletmişti, salonun ortasında su dolu bir kovanın içine adamın kafasını sokup boğdu. Salondaki parkeleri kaldırıp cesedi oraya gömdü. 2 gün sonra cesedi tekrar dışarı çıkarıp, küvette yıkayıp temizledikten sonra ona bakarak mastürbasyon yaptı. Vücuduna boşaldı ve onu bir süre evin çeşitli yerlerinde sakladı.
    Sonraki 3 yıl boyunca 11 kişiyi bu şekilde öldürerek aynı sapık ayinleri tekrarladı. Ancak evde biriken cesetler sorun yaratmaya başlamıştı. Nilsen bununla baş edebilmek için iğrenç yollar deniyordu. Başlangıçta cesetleri dolaplara, parkenin altına ve kömürlüğe sakladı. Ancak bir müddet sonra onları parçalayıp bahçede yakmak zorunda kaldı. Kötü kokuları bastırmak için kamyon lastikleri de yaktı.
    1981’de Nilsen başka bir daireye taşındı. Burada 3 genç adamı daha öldürdü. Cesetleri ise küçük parçalara bölüp tuvalete atıyor ve sifonu çekiyordu. Kafasındaki etleri sıyırmak için büyük bir tencerede haşlıyordu. Bu yok etme biçimi onun başına dert olacaktı. Binanın tuvalet boruları tıkanınca tamirci çağırıldı ve boruları insan kemikleri ve çürümüş et parçalarının tıkadığı ortaya çıktı.
    Çok kötü kokan dairenin içinde polis, insan uzuvları ve parçalanmış cesetler buldu. Dennis Nilsen kendiliğinden 15 kişiyi öldürdüğünü itiraf etti ve her şeyi anlattı.
    Öldürdüğü erkeklerin cesetlerini hemen yok etmemiş büyük bir özenle yıkamış, temizlemiş ve saklamıştır. Bu saklama süreci içerisinde bu cesetlere bakarak mastürbasyon eylemi de devam etmiştir. Dennis öldürdüğü erkekleri yıkayıp sterilize ediyor, bir miktar mumyalayıp onlarla yaşıyor. Ama yaşamadıklarını elbette bilerek. Daha önce dediğim gibi, Dennis arzu ettiğimiz kadar şizofren değil.
    1983`te biten mahkeme sonrasında ömür boyu hapse mahkum olmuştur.
    Dennis kendini izole ettiği kabuğunda yaşamış otuzlarına kadar, Üvey babasıyla dahi iyi geçinerek.
    Dennis eşcinsel. İlk cinayeti yattığı bir adam. Ne bu cinayette ne de diğerlerinde soğukkanlılığını yitirmiyor Dennis.
    Genellikle kravatla boğuyor, ya da lavaboda boğuyor.
    Dennis'in arabası yok, yani cesetleri evden salimen tahliye etme şansı da yok. Bu yüzden mabedi olan evi mezarlığı da oluyor.
    Ama dennis asosyal işte, dünyadan bihaber. Sevgililerini bulduğu gay barlardan, gazetesini okuduğu parklardan başka gittiği bir yer yok.

    Dennis hapishanedeyken medyatik bile oluyor. Hatıralarını yazıyor. Ayrıca Dennis Yakalanmasının Ardından Hapiste Olduğu Süre Boyunca Hannibal Lecter Gibi Oldukça İlginç Karakalem Çizimler Yapmıştır. Sad Sketches Adıyla Romantik Bir De Resim Kitabı Hazırlıyor.

    Hakkında Kitap:
    Silence Of The Lambs, Thomas Harris
    Killing for Company, 1985, Brian Masters

    Şimdilik bu kadar ilgiye göre devamıda gelecek......

  4. #4
    Nesil
    2005
    Yer
    İstanbul
    Mesajlar
    4,500

    Default

    Gel de bu adamları idam etme...

  5. #5

    Default

    Quote Originally Posted by ForsakeN View Post
    Gel de bu adamları idam etme...
    aynen.....

  6. #6
    Nesil
    2007
    Yer
    Katılmıyorum
    Mesajlar
    1,356

    Default

    adamın adından belli zaten bikatilo (bir katil o)

  7. #7
    Nesil
    2006
    Yer
    Adana
    Yaş
    34
    Mesajlar
    1,407

    Default

    Seri katillerle ilgili 2 3 tane kitap okumuştum.Hepsinin ortak yanı çocukluklarında ailelerinde sorun olması.Katillerin çoğu çocukluğunda tacize veya tecavüze uğramış saplantılı ezik karakterler.

  8. #8
    Nesil
    2008
    Yer
    İstanbul
    Yaş
    29
    Mesajlar
    8,557

    Default

    “Bana tepeden bakarsaniz, bir aptal görürsünüz. Bana asagidan bakarsaniz, tanrinizi görürsünüz. Bana tam karsimdan bakarsaniz, kendinizi görürsünüz”
    Çok ilginç fantazileri var hepsinin o açık ama en çok ilgimi çeken Manson ve bu sözü oldu
    Screw you guys, I'm goin' home

  9. #9

    Default

    D'den sonrasını bekliyorum.

  10. #10
    Nesil
    2006
    Yer
    Adana
    Yaş
    34
    Mesajlar
    1,407

    Default

    Siz istersinizde ben getirmezmiyim devamını

    E

    EARLE LEONARD NELSON


    “Bana haksızlık edenleri affediyorum”

    Namı diğer Goril Katil, Amerikan suç kayıtlarında tarihi bir yeri vardır. Yirminci yüzyılın ilk seri katiliydi. 1926 Şubatında, onu ülkenin bir ucundan diğer ucuna ve oradan da Kanada’ya götürecek on sekiz aylık çılgın bir yolculuğa çıkmıştı. Yol boyunca en az 22 kadını öldürmüştür. Bu elli yıl boyunca kırılamayacak feci bir rekordu.
    Nelson henüz bir bebekken ailesi frengiden öldüğünden onu annesinin ailesi büyütmüştü. İçine kapanık tuhaf bir çocuktu. Okula tertemiz kıyafetlerle gider ve paramparça elbiseleriyle bir serseri gibi dönerdi. Bisikletiyle gezerken bir troleybüsün çarpması neticesi kafasına ağır bir darbe aldığında hareketleri iyice tuhaflaştı.
    Ergenlik döneminin daha başındayken San Francisco’nun Barbary sahilindeki genelevlerin ve barların müdavimi olmuştu. Ufak tefek hırsızlıklar da yapıyordu. 1915 yılında 18 yaşına yeni girdiğinde hırsızlıktan tutuklanıp iki yıl cezaevinde kaldı. Hapisten çıktığında Amerika 1.Dünya Savaşına girmişti. Earl, Donanmaya yazılmıştı ancak yatağına yatıp vahiy kitabının büyük canavarlarından bahsetmekten başka bir şey yapmadığından bir akıl hastanesine yatırıldı ve savaş bitene kadar orada kaldı.
    1919 yılı içerisinde 22 yaşındayken salıverilen Nelson 60 yaşında hiç evlenmemiş bir kadınla tanışıp evlendi ve onun hayatını bir cehenneme çevirdi. Karısının kendisini terk etmesinden 2 ay sonra 12 yaşında bir kız çocuğuna saldırdı ve yakalanarak akıl hastanesine yatırıldı. 1925 yılında buradan çıkınca Ölümcül kariyerine başladı.
    İşte San Francisco’dan başlayarak Pasifik sahilinden Seatle’a gitti ve daha sonra doğuya yöneldi. Başlangıçta bulvar gazeteleri ona “Karanlık Boğucu” adını taktılar. Daha sonra “Goril Katil” diye anılmaya başladı. Bu lakap görünüşü nedeniyle değil (aslında çok alelade bir görünümü vardı), daha çok suçlarının vahşiliği nedeniyle takılmıştı. Hedeflerini çoğunlukla gazetelere kiralık oda ilanları veren orta yaşlı veya daha yaşlı kadınlardı. Nelson –istediği zaman çok nazik olabilirdi- evlerine gidip odayı görmek istiyordu. Kurbanlarıyla yalnız kalınca Jekyll/Hyde benzeri bir dönüşüme uğruyordu.
    Tipik olarak, kadınları gırtlaklarını sıkarak boğuyor, sonra tecavüz ediyor ve ardından da cesetleri tuhaf yerlere saklıyordu. Kurbanlarından biri, tavan arasındaki bir sandığa konulmuştu. Kimileri de bodrumda kazanın arkasına atılmışlardı. Son kurbanını da dua etmek üzere diz çöken kocası yatağın altında bulmuştu.
    Bir düzine şehirde polis alarmdayken, Nelson Kanada’ya geçip cesetlerle dolu yolun sonuna geldi. İki kişiyi daha öldürdükten sonra, Manitoba’da yakalandı. Hapisten kaçmayı başararak büyük bir paniğe ve muazzam bir insan avı başlatılmasına neden oldu. On iki saat sonra tekrar yakalanmıştı bu defa kaçamamak üzere. Birkaç ay sonra Nelson darağacına gönderildi. Son sözleri; “Bana haksızlık edenleri affediyorum” Olmuştur.

    EDMUND KEMPER

    “Yalnizca büyükannemi öldürmenin nasil bir his oldugunu merak ettim”

    1963 Agustos’unda Edmud Kemper 15 yasindayken, büyükannesinin arkasina geçti ve büyük bir rahatlikla onu basinin arkasindan vurdu. Emin olmak için onu birkaç kez de biçakladiktan sonra sakince büyükbabasinin isten dönmesini bekledi ve sonra da onu vurdu. Nedeni? Polise yaptigi açiklama, “Yalnizca büyükannemi öldürmenin nasil bir his oldugunu merak ettim” Seklindeydi.

    Geriye dönüp bakildiginda, bu öldürücü hislerin patlamasi çok sasirtici görünmemektedir. Çocuk yaslarindan itibaren Kemper, annesinin iyimser bir ifadeyle söyledigi üzere “Tam anlamiyla tuhafti.” Çocukken en sevdigi oyunlardan biri, gaz odasinda boguluyormus rolü oynamakti. Kiz kardesinin bebeklerinin kollarini ve bacaklarini kesmekten de büyük zevk alirdi.

    10 yasina geldigi zaman, bir kediyi palayla parçalayip ayirdigi parçalari gardirobuna koyarak hayvanlara iskence yapmaya bayiliyordu. Baska bir kediyi de canli canli gömmüs, ardindan –cesedi tekrar çikardiktan sonra –basini kesip onu magrur bir sekilde yatak odasinda sergilemistir.

    Büyükannesini ve büyükbabasini öldürmesinden sonra akli dengesinin yerinde olmadigina karar verilen Kemper, 1963’te maksimum güvenlikli bir akil hastanesine kapatildi. Yalnizca 6 yil sonra saliverildi. Fiziksel olarak çok çarpici bir degisiklige ugramisti. Artik boyu 2.05, kilosu 150 olan bir insan azmaniydi. Ancak psikolojik olarak, eskisi gibiydi. Nekrofili fantezileriyle dolu, sadist bir psikopat.

    Akil hastanesinden çiktiktan iki yil sonra Kemper, iki üniversiteli otostopçu kizi arabasina aldi ve onlari issiz bir yere götürüp biçaklayarak öldürdü. Cesetlerini gizlice eve getirdi ve birkaç saat “ödülleriyle” eglendi. Fotograflarini çekti, parçaladi ve iç organlariyla seks yapti. Sonunda vücut parçalarini torbalayip gömdü ve kesik baslari da bir çukura atti.
    Dört ay sonra baska bir otostopçu genç kizi kaçirdi, onu bogdu, cesedine tecavüz etti, sonra da daha fazla eglenip oyunlar oynayabilmek için cesedini eve getirdi. Ayni süreç, hepsi de otostop yapan ögrenciler olan 3 kadin kurbanla daha tekrarlanacakti. Kemper öldürmekten açikça zevk aliyor olsa da, onu en çok tatmin eden, kurbanlarini öldürdükten sonra gerçeklestirdigi sapikliklardi. Bütün kadinlarin basini kesmis ve bassiz vücutlariyla seks yapmisti. Ayrica vücutlari parçalayip, bazi “hatiralar” almayi seviyordu. En az iki vakada kurbanlarinin etini yemisti. Bacak etlerini kesip firin makarnasi içinde pisirmisti.

    1973 yilinin Ocak ayi itibariyle Santa Cruzlu yetkililer “ögrenci katili” adi verilen bir seri katilin serbest dolastigini itiraf etmislerdi, fakat asla yerel polis teskilatindan bir çok arkadas edinen Kemper’den süphelenmediler. Birkaç ay sonra paskalya tatili sirasinda, Kemper, anne katili oldu; uyuyan annesinin basini çekiçle ezdi ve sonra da kesti. Bassiz vücuda tecavüz ettikten sonra çöp ögütücüsüne atti. Polise daha sonra “yillar boyu bana o kadar çok bagirip çagirdi ve hakaret etti ki bence bu yaptigim çok dogruydu” demistir. Bunlarin ardindan annesinin en iyi arkadasina telefon ederek onu aksam yemegine davet etti. Kadincagiz geldiginde, onun kafasini bir tuglayla ezdi ve cesedi üzerinde alisildik eylemlerini tekrarladi.

    Paskalya yortusunun o Pazar sabahinda, Kemper bir arabaya atladi ve doguya dogru yola çikti. Colorado’ya gelince, Santa Cruz polis teskilatindaki arkadaslarina telefon edip itirafta bulundu. 8 cinayetten hüküm giyen Kemper’a kendisine hangi cezanin verilmesinin uygun olacagi soruldu. Kulaga makul gelen cevabi,”Iskence ile ölüm” olmustu. Onun yerine, ömür boyu hapis cezasina çarptirildi.

    Hakkinda Kitap:
    The Co-Ed Killer, 1976, Margaret Chaney

    EDWARD GEIN

    “Bana doğru gelen güzel bir kız görünce iki şey düşünürüm.
    Bir yanım onunla çıkmak ona gerçekten iyi hoş davranmak gerektiği gibi davranmak ister.
    Öteki yanım mızrağın ucuna geçirilmiş kafasının nasıl görüneceğini.”

    Bir seri katil, belirli bir süre içinde en az 3 kişiyi öldüren biri olarak tanımlanıyorsa, bu durumda -- tanıma tam bağlı kalacak olursak – Edward Gein bir seri katil değildir; çünkü görünüşe göre yalnızca iki kadını öldürmüştür. Ancak işlediği suçlar o kadar sıra dışı ve tüyler ürperticiydi ki Amerika’yı neredeyse kırk yıldır etkisi altında tutmuştur.

    Gein, sürekli olarak kendi cinsiyetinin günah dolu doğasını anlatıp duran, aşırı mutaassıp, hükmedici bir anne tarafından yetiştirilmişti. 1945’te öldüğü zamanı Ed tüm hayatını korkunç bir baskıyla yönlendiren bu kadının hala duygusal olarak esiri olan 39 yaşında bir bekardı. Annesinin odasının pencerelerine tahtalar çakan Gein, orayı sanki mabetmiş gibi muhafız etti. Ancak evin geri kalan bölümler kısa zamanda çılgın bir adamın sapkınlıklarla dolu mezbahasına dönüştü.

    Gein, komşular için birkaç ufak iş yaparak geçimini sağlamadığı zamanlardaki yalnız saatlerini dergilerdeki cinsiyet değiştirme ameliyatları, güney denizlerindeki kafa avcıları ve Nazi zulmünü anlatan yazıları okuyarak geçiriyordu. Onun kendi canavarlığı annesinin ölümünden birkaç yıl sonra başladı. Ümitsiz yalnızlığının ve ilerleyen psikozunun onu itmesiyle etrafındaki mezarlıklara giderek, oradan arta yaşlı kadınların cesetlerini çıkarıp uzaktaki çiftlik evine başladı. 1954’te Mary Hogan adında yerel bir bar sahibini vurup kadının 90 kiloluk vücudunu eve taşıyarak ölü sevicilik faaliyetlerini cinayetle tamamladı. 3 yıl sonra, 1957 yılı av mevsiminin başladığı ilk gün köydeki nalbur dükkanının sahibi olan 58 yaşındaki bir kadını öldürdü.

    Şüpheler hemen son birkaç gündür dükkanın çevresinde dolanan Gein’in üzerinde yoğunlaştı. Mutfağına girdikleri zaman, polisler kurbanın başı kesilmiş, içi boşaltılmış bedenini aynı bir av hayvanı gibi çatı kirişine baş aşağı asılmış şekilde buldular. Evin içine giren dedektifler kelimelerle anlatılamayacak korkunçlukta eşyalar buldular. İnsan derisi ile kaplanmış sandalyeler, kafataslarından yapılmış çorba kaseleri, kadın cinsel organlarıyla dolu bir ayakkabı kutusu, içi gazete kağıtlarıyla doldurulmuş ve duvara av hayvanlarının başları gibi asılmış insan yüzleri ve bir kadının vücudunun üst kısmından yapılmış, göğüsleri olan bir yelek. Gein daha sonra bu yeleği ve insan derisinden yapılmış giysileri giyerek kendini annesi yerine koyduğunu itiraf etmiştir.

    Bu tüyler ürpertici keşif Eisenhower dönemi Amerika’sında şok dalgaları yarattı. Wisconsin de Gein hemen yerel kültürün bir parçası haline geldi. Tutuklanmasından birkaç hafta sonra “Gein fıkraları” diye adlandırılan ölümle ilgili şakalar eyalet çapında moda oldu. Aralık 1957 de hem Life hem de Time dergileri onun “dehşet evi” hakkında makaleler yayınlayınca tüm ülke Gein hakkında her şeyi öğrenmiş oldu.

    Bir akıl hastanesinde 10 yıl yatmasının ardından Gein in duruşmaya çıkabileceğine karar verildi. Suçlu bulundu, ancak akli yetersizliğine kanaat getirildiğinden hayatının geri kalanını geçirmek üzere tekrar akıl hastanesine yatırıldı ve 1984’te kanserden öldü.

    Evinde bulunan insan parçalarını mezarlıktan çaldığını söylemiştir ve açılan mezarlarda gerçekten de Ed Gein'in evinde bulunan parçaların eksik olduğu fark edilmiştir, abisi Henry Gein'i de öldürdüğü iddia edilir. Teoriye göre annesiyle olan sağlıksız ilişkisi yüzünden endişe duyan Henry, Ed'e annesini kötülemiştir. Annesinin kötülenmesini kabul edemeyen Ed, çiftliklerinin yakınındaki bir yangını söndürmeye çalışırken abisini başına sert bir şeyle vurarak öldürmüştür. Ed'in iddiasına göre yangını söndürmeye çalışırken ayrılmışlar, ama sonra abisinden haber alamamıştır. Abisini aramaya gelen polislerle dolaşırken Ed, doğrudan abisinin olduğu yere gitmiştir. Abisi yanmamıştır, hatta yangından bir kaç metre uzakta, kafasında çürüklerle yatmaktadır. Ama bu elbette kanıtlanamamıştır.
    Annesi hakkında bilinenler zaten alkolik ve zayıf olan kocasını ve çocuklarını kolayca etki altına alan, din saplantısı olan bir kadın olduğudur, ailesini finansal olarak destekleyen kadın, onları şehrin günah dolu yaşamından uzaklaştırmak amacıyla bir çiftlik evi almış ve burada çocuklarını diğer insanlardan uzak tutarak büyütmüştür

    Ed hapisteyken evi yakılmıştır, arabası açık artırmada 780 dolara satılmış ve fuarlarda halka ücret karşılığı gösterilmiştir.
    Kurbanlarının derilerini üzerine giyip ay ışığında dans ettiğinden söz edilir.
    Ed Gein için açılmış bir çok Fun Club bulunmaktadır.
    Kadınların kendisine ateşli aşk mektupları yazması, sosyolojik araştırmalara neden olmuştur.

    HAKKINDA KİTAP:
    Deviant, 1989, Herald Schechter
    HAKKINDA FİLM:
    Ed Gein’in insanın midesini kaldıran suçları, geçtiğimiz 30 yılda çevrilen en korkunç 3 film için esin kaynağı olmuştur. “Sapık”, “The Texas Chainsaw Massacre” ve “Kuzuların Sessizliği”.

    Sapık’ın yazarı Robert Bloch, kitabının Gein’in suçlarının romanlaştırılmasından ibaret olmadığında ısrar etmişse de, ölümsüz karakteri Norman Bates açıkça Gein’den esinlenilerek yaratılmıştır (Aslına bakılırsa Bloch’un romanında Norman’ın kendisi, işlediği suçlarla Gein’in işledikleri arasında paralellik işaret eder).

    The Texas Chainsaw Massacre’ın yönetmeni Tobe Hooper orta batıda yaşayan akrabalarından Gein hakkında hikayeler dinlemiş ve bunlardan etkilenerek büyümüştür. Ancak yarattığı kanın gövdeyi götürdüğü sinema klasiğinde, Gein’den esinlenilen karakter nazik tavırlı, çift karakterli bir kişi değil, Deri Surat adında kurutulmuş insan derisinden yapılmış bir maske takan hayvani bir yaratıktır.

    Thomas Haris, kurbanlarının derilerinden bir elbise dikmeye çalışan bir transseksüel olan hayali seri katili Jame Gumb’ı (namı diğer “Bufalo Bill”) yaratmadan önce FBI’ın Gein hakkındaki dosyalarını araştırmıştır. Jonathan Deme’in Oscar kazanan filminde Gumb’ın, Gein’in evinden esinlenilen evinin tuhaf görünüşü Harold Schechter’in Deviant: The Shocking True Story of the Original “Psycho” adlı kitabına dayanılarak yaratılmıştır.

    Sapık, The Texas Chainsaw Massacre ve Kuzuların Sessizliği’nde Gein hikayesinden bağımsız birçok nokta vardır. Gerçek olaylara en yakın film, 1974’te yapılan düşük bütçeli “Deranged” filmidir ve korku filmi meraklıları arasında bir kült olmuştur. Deranged’in bazı video kopyalarının başında Gein’in evindeki insan etinden yapılma korkunç eşyaların bilinen tek görüntü kaydını içeren İyi ve Sessiz Bir Adam isimli Gein hakkında kısa bir belgesel vardır.

    Ülkemizde “Kasabada Katliam”ı ve “Teksas Katliyamı” adlarıyla gösterilmiştir.


    In the Light of the Moon (2000)

    Yönetmen : Chuck Parello
    Oyuncu : Steve Railsback, Carrie Snodgress, Carol Mansell, Sally Champlin, Steve Blackwood, Nancy Linehan Charles, Bill Cross, Travis McKenna, Jan Hoag, Brian Evers, Pat Skipper, Craig Zimmerman, Nicholas Stojanovich, Dylan Kasch, Tish Hicks...
    Konu: ABD, 50lerin sonu. Wisconsin'in, hareketsiz, küçük bir kasabası. Ed Gein, yaşamındaki tek dostunu, otoriter annesini kaybettiğinde, kasabada da hareketlenme başlar. Annesi tarafından sıkı bir disiplinle arada sırada kemer darbelerine de maruz kalıp "iyi bir Hıristiyan" olarak yetiştirilen Ed'in yaşamı, annesinin ölümünden sonra asla aynı olma
    Last edited by ToRoSKaPLaNı : 26.Kasım.2010 at 23:11

  11. #11
    Nesil
    2006
    Yer
    Adana
    Yaş
    34
    Mesajlar
    1,407

    Default

    F-G

    FRİTZ HAARMANN


    Yirminci yüzyilin en kötü söhretli sehvet katili olan Haarmann 1879 yilinda Almanya’nin Hannover kentinde bir isçi ailesinin çocugu olarak dünyaya gelmisti. En büyük zevki bir kiz çocugu gibi giyinmek olan asik suratli, fazla zeki olmayan bir çocuktu. 17 yasinda çocuk tacizcisi olarak tutuklanmasinin ardindan bir akil hastanesine yatirildi. Alti ay sonra buradan kaçip Isviçre’ye gitti, sonra da Hannover’e geri döndü.

    Bir süre boyunca saygin bir hayat sürmeye gayret etti; Puro fabrikasinda bir is buldu ve genç bir kizla nisanlandi. Ama bu göreceli normal dönem uzun sürmedi. Nisanlisini terk ederek orduya katildi. 1903 yilinda tekrar Hannover’e döndügünde irili ufakli suçlarla dolu bir hayatin içine atildi. Yirmili yaslar boyunca yankesicilikten hirsizliga uzanan türlü suçlar nedeniyle devamli hapse girip çikti. Birinci Dünya Savasi’ni demir parmakliklar arkasinda geçirdi.

    1918’de hapisten çikti, dogdugu sehre döndü ve bir kaçakçilik çetesine katildi; çetenin kaçirdigi mallar arasinda karaborsa sigir eti de vardi. Bu arada polise muhbirlik de yapmis ve bu ek isi ona yasa disi faaliyetlerine karsilik bir koruma saglamistir. Ancak 1919’da yatakta genç bir erkekle yakalaninca tekrar hapse gönderildi.

    Dokuz ay sonra hapisten çikinca, Haarmann daha önce hiçbir sekilde örnegi görülmemis sapkinliktaki kariyerine basladi. Hannover’in suç batagi olan eski mahallesinde yasayan Haarmann, Hans Grans adinda escinsel bir erkek fahisenin esiri oldu. Bu ikili beraberce savasin yiktigi sehri dolduran genç erkek göçmenleri avlamaya çiktilar. Her ne kadar Haarmann 27 cinayetle suçlandiysa da, en az 50 cinayetten sorumlu olmasi muhtemeldir. Kurbanlarini öldürme yöntemi her seferinde ayniydi.

    Karni aç olan genci odasina girdikten sonra, Haarmann onun karnini doyuruyor, daha sonra da üzerine çullanarak (çogu zaman Grans’in da yardimiyla) gencin bogazini neredeyse kafasi kopuncaya kadar isirip çigniyordu. Genellikle kurbanin vücudu üzerinde debelenirken cinsel bir tatmine ulasiyordu. Daha sonra, Haarmann ve Grans cesedi parçalayip karaborsada et niyetine satiyorlardi. Kurbanlarin giysilerini de satiyor ve cesetlerin yenilemeyecek parçalarini kanala atiyorlardi.

    Kaybolan gençlerin sayisi artinca polisin süphesi Haarmann’in üzerinde toplanmaya basladi. Ondan karaborsada “biftek” alan bir kadin, bunun insan eti oldugundan süphelendi ve eti polise götürdü. 1924 yazinda kanalin kiyisinda birkaç tane kafatasi ve bir çuval kemik bulundu. Haarmann’in odasini arastiran dedektifler, gençlerin giysilerini buldular. Ev sahibesinin oglunun giydigi palto-bunu ona Haarmann vermisti- kaybolanlardan birine aitti.

    Sonunda Haarmann her seyi itiraf etti. 1924’te yargilandi, suçlu bulunup idama mahkum edildi. Idamini beklerken “Hannover Vampiri” (Bu ad ona basin tarafindan verilmisti.), yazili bir itirafname hazirladi ve burada yaptigi korkunç seylerden aldigi zevki hiçbir saklama endisesi duymadan anlatti. Kendi istegi üzerine sehrin Pazar alaninda basi bir kiliçla kesildi. Öldükten sonra beyni çikarildi ve incelenmek üzere Goettingen Üniversitesine gönderildi. Maalesef bu incelemeden bir sonuç çikmadi. Yetmis yil sonra bile ilim Fritz Haarmann gibi canavarlarin içindeki seytani anlamaya yaklasmis degildir.

    GARY HEIDNIK


    Gary Heidnik 1943'de doğdu.Hayatı boyunca asker, hemşire, bakan gibi birçok meslek edindi.60'ların başında 2 sene boyunca ordudaydı.Zihinsel bir sakatlık yüzünden tahliye edildi.Ordudan tahliyesinden sonra birçok kez intahara kalkıştı ve Pensilvanya'da çeşitli akıl hastanelerinde vakit geçirdi.IQ'su 130'du ve ona yarım milyon dolar yapıcak bir yatırım portföyü oluşturdu.1986'da Gary'nin içindeki şeytanlar, ona 10 kadından oluşan bir harem kurup evlatlarından oluşan küçük bir kabilede kendisini hakiki bir patrik yapmasını sölediler.

    Deliliği için 60'ların başında orduda ona yapılan LSD deneylerini suçladı, fakat alkolik annesi ve onun disiplinci kocasinin sebep olduğu düşünülüyordu.Heidnik'in kadınlardan yana tercihi siyah ve gerizekalı olanlardı.70'lerde bu tarz bir kadını bir akıl hastanesinin önünden kaçırıp ona tecavüz ve işkence çekdirmeyüzünden hapse girdi. 1985'de Filipinli bir kadınla evlendi.Aşağılandıktan ve zorla Heidnick'i fahişelerle se** yaparken izledikten sonra onu terketti.

    Kaçırmış olduğu 6 kadını bordumunda hapsetti ve orda 4 ay boyunca farkedilmeden tutuldular.Kadınlardan biri kaçıp polise gittiğinde,polis anlattığı işkence ve cinayetlere inanmadı.25 Mart 1987'de polis Heidnick'in evini aradı.Dipfirizde dirseğe kadar kesilmiş bir insan kolu ve sobada da kızarmış insan kaburgası buldular.Bir hafta boyunca bileklerinden asılmış ve bodrumda ölmüş bir cesedi oymuştu.

    Cesedi, ilk önce elektrikli testereyle kesmiş, daha sonra etini yemeye hazırladı ve köpek mamasıyla karıştırıp diğer esirlerine zorla yedirdi.

    Yedirdiği diğer kadınlar hala bodrumdalardı ve ikisi borulara zincirlenmiş, biri de çukurun içindeydi.Kadınlardan biri çokdan öldürülmüştü; su dolu bir çukura atılmış ve Heidnick cereyanlı telle elektrik akımı vererek öldürmüştü.Daha sonra onun cesetini alıp New Jersey'de bir ormana attı.Hapse atıldığından beri çeşitli intahar girişimlerinde bulundu.Gary Heidnick Pensilvanya eyaleti tarafından 6 Temmuz 1999'da idam edildi.

    Avukatının heidnik için söylediği bir söz:"Bir blendere köpek maması ve insan artıkları koyup buna leziz bir yemek diyen ve bunu başkalarına yediren herhangi birisi için yemeğe çıkmış denilebilir"

  12. #12
    Nesil
    2006
    Yer
    Adana
    Yaş
    34
    Mesajlar
    1,407

    Default

    Arkadaşlar şayet bu konulara ilgi duyuyorsanız kitap ve film tavsiyeleride verim.
    kitaplar
    "A dan z ye Seri Katiller Ansiklopedisi--Harold Schechter"
    "Seri Katillerin iç Dünyası--Alan Bentham"

    filmler
    Cinnet(Frenzy) 1972
    Henry:Portrait of a Serial Killer 1990
    Psycho 1960
    M 1931
    Peeping Tom 1960
    Citizen X 1995
    The Vanishing 1988
    Zodiac 2007

    Fİlmlerin hepsi süper.Hepsini izledim 2 3 kere.

    Bugünlükte bu kadar olsun.İlgiye göre devam edeceğiz

  13. #13
    Nesil
    2007
    Yer
    Nilüfer / Bursa
    Yaş
    30
    Mesajlar
    1,997

    Default

    Tavsiyeler için teşekkür ederim. Ne caniler varmış.

  14. #14
    Nesil
    2008
    Yer
    İstanbul
    Yaş
    29
    Mesajlar
    8,557

    Default

    Bunları okudukça hoşuma gidiyor yav bende de hafif psikolojik sorunlar var heralde

  15. #15
    Nesil
    2010
    Yer
    54 & 34
    Yaş
    35
    Mesajlar
    14,577

    Default

    Quote Originally Posted by Spy.94 View Post
    Bunları okudukça hoşuma gidiyor yav bende de hafif psikolojik sorunlar var heralde
    Türk seri katili çıkma başımıza

  16. #16
    Nesil
    2007
    Yer
    Katılmıyorum
    Mesajlar
    1,356

    Default

    Quote Originally Posted by ToRoSKaPLaNı View Post
    Seri katillerle ilgili 2 3 tane kitap okumuştum.Hepsinin ortak yanı çocukluklarında ailelerinde sorun olması.Katillerin çoğu çocukluğunda tacize veya tecavüze uğramış saplantılı ezik karakterler.
    normaldir.

    1- psikologlar neden çocukluğunda ne yaşadın diye sorar

    2- genelde bu tarz ailesinin sevgisi değil dayağı, şiddeti vs. ile karşılaşanlar dışarıdan yeterli destek te göremeyince toplumdan kopuyorlar. agatha christie de örneğin romanlarında katillere de hak verir hatta över. sonunda romanında katil çıkan birini bravo nasıl yapmış gibisinden okuruz. sanki övünç duyulacak bir şeymiş gibi. ama romanları hakkaten güzeldir.

  17. #17

    Default

    Pskolojim bozuldu.

  18. #18

    Default

    bende 2 yıldır zodiac'ın cdsi var ve hiç izlemedim bugün izliyim

  19. #19
    Nesil
    2005
    Yer
    İstanbul
    Mesajlar
    4,500

    Default

    Quote Originally Posted by ToRoSKaPLaNı View Post
    Arkadaşlar şayet bu konulara ilgi duyuyorsanız kitap ve film tavsiyeleride verim.
    kitaplar
    "A dan z ye Seri Katiller Ansiklopedisi--Harold Schechter"
    "Seri Katillerin iç Dünyası--Alan Bentham"

    filmler
    Cinnet(Frenzy) 1972
    Henry:Portrait of a Serial Killer 1990
    Psycho 1960
    M 1931
    Peeping Tom 1960
    Citizen X 1995
    The Vanishing 1988
    Zodiac 2007

    Fİlmlerin hepsi süper.Hepsini izledim 2 3 kere.

    Bugünlükte bu kadar olsun.İlgiye göre devam edeceğiz
    Se7en 'ı da ekleyeyim.

  20. #20
    Nesil
    2008
    Yer
    Istanbul
    Mesajlar
    2,405

    Default

    Tamamını okuyamadım sözlerini okudum. Marka sözler söylemişler Teşekkürler devamını bekliyorum

  21. #21
    Nesil
    2006
    Yer
    Adana
    Yaş
    34
    Mesajlar
    1,407

    Default

    DEvamı gelecek yalnız pc bozuldu benim o yüzden şu aralar devamını getiremeyeceğim

  22. #22
    Nesil
    2007
    Yer
    Nilüfer / Bursa
    Yaş
    30
    Mesajlar
    1,997

    Default

    Devamı nerede

  23. #23
    Nesil
    2010
    Yer
    Karabük
    Mesajlar
    1,195

    Default

    C miydi neydi o fotoğrafı görünce çok fena sövdüm hee

  24. #24
    Nesil
    2010
    Yer
    Karabük
    Mesajlar
    1,195

    Default

    He birde
    ALBERT FİSH
    Neeskens'e benziyor he

  25. #25
    Nesil
    2007
    Yer
    Katılmıyorum
    Mesajlar
    1,356

    Default

    Quote Originally Posted by Rick Nelson View Post
    He birde
    ALBERT FİSH
    Neeskens'e benziyor he
    fish bence benzetildiği gibi hanibal lector(a.hopkins) e benziyor da
    bu en üstteki de salvo yu fm deki walter di salvo ya benzetiyorum bende,
    isim olarak artı bi türlü kontrat teklifimi kabul etmediğinden sinir oluyorum
    fmrte falan kullanıp silmeyi düşünmedim de değil...
    artı serinin sürmesini istiyorum mümkünse.

  26. #26
    Nesil
    2006
    Yer
    Adana
    Yaş
    34
    Mesajlar
    1,407

    Default

    Yorumlarınız için saolun arkadaşlar.Seriye devam edeceğim.Tüm seri katiller hakkında bilgi vereceğim.Yalnız şu aralar bilgisayarım yok.İnternet kafeden yazıyorum.Elime bilgisayarım geçer geçmez seriye kaldığımız yerden devam edeceğim

  27. #27
    Nesil
    2007
    Yer
    Katılmıyorum
    Mesajlar
    1,356

    Default

    Quote Originally Posted by ToRoSKaPLaNı View Post
    Yorumlarınız için saolun arkadaşlar.Seriye devam edeceğim.Tüm seri katiller hakkında bilgi vereceğim.Yalnız şu aralar bilgisayarım yok.İnternet kafeden yazıyorum.Elime bilgisayarım geçer geçmez seriye kaldığımız yerden devam edeceğim
    geçmiş olsun.
    bekleriz bizde sen gibi naapalım.
    hadi kolay gelsin.

  28. #28
    Nesil
    2006
    Yer
    İstanbul
    Yaş
    32
    Mesajlar
    5,885

    Default

    Arkadaş hepsi tipsizin yavruları. Atsan atılmaz satsan satılmaz evlat olsa sevilmez alayı

  29. #29
    Nesil
    2006
    Yer
    Adana
    Yaş
    34
    Mesajlar
    1,407

    Default

    sonunda yeni bilgisayarıma kavuştum ve hemen konuyun devamını getiriyorum.
    H

    Henry Lee Lucas



    İstismarcılığı delilik derecesine varan annesinin kendisine yaşattığı dehşet verici şeylerle büyüyen Lucas, sadist sapkınlık kariyerine henüz çocuk yaşlarda başlamıştır. 13 yaşına geldiğinde üvey ağabeyiyle seks yapmaya başlamış, yine ağabeyi onu hayvanlarla seks ve hayvanlara işkence yapma eğlenceleriyle tanıştırmıştır. En sevdikleri şey küçük hayvanların gırtlaklarını kesip sonra da onlara tecavüz etmekti.
    Bir yıl sonra ilk cinayetini işlemiş, tecavüz etmesine direnen 17 yaşındaki bir kızı boğmuştu. 1954’te 18 yaşındayken çeşitli hırsızlık suçlarından 6 yıl hapis cezası aldı. 1959 yılında tahliye olduktan sonra bir gün 74 yaşındaki annesiyle tartıştı ve onu bıçaklayarak öldürdü.(Yakalandığında annesinin cesediyle seks yaptığını söyleyecek ve daha sonra bunu inkar edecekti.)
    İkinci derece cinayetten 40 yıl hapis cezasına çarptırılan Lucas, bir akıl hastanesine konulmuştur. Tüm itirazlarına rağmen 10 yıl sonra serbest bırakıldı. Daha sonra bu konuda şöyle söyleyecekti.”Beni affettiklerinde onlara dışarı çıkmaya hazır olmadığımı söyledim. Gardiyana, doktora, herkese yeniden öldüreceğimi defalarca söyledim.” On sekiz ay sonra da iki genç kıza tecavüzden tekrar cezaevindeydi.
    Lucas eyalet hapishanesinden 1975 yılında çıktı. Acımasız bir psikopat olan Ottis Toole ile tanıştı. Otis, Amerikan suç tarihinde en tüyler ürpertici suç dalgasında onun suç ortağı olacaktı. Bundan sonraki 7 yıl içinde bu ikili tüm Amerika’yı dolaşacak ve bilinmeyen sayıda insanı öldürerek parçalayacaklardı. Lucas gibi sapık olan Toole nekrofili meraklısı ve yamyamdı. Lucas yamyamlığa karşıydı. Çünkü insan etini sert buluyordu. Bu yolculukları sırasında Ottis’in ergenliğe varmamış yeğeni Becky Frieda Powell da onların yanındaydı. Bu kız daha sonra Lucas’ın sevgilisi, nikahsız eşi ve nihayetinde de kurbanı olacaktı.
    Lucas 1984’te ruhsatsız silah bulundurmaktan gözaltına alındı. Nezaretteyken gardiyanı yanına çağırdı ve “Kötü şeyler yaptım.” Diye mırıldandı. Bununla birlikte çok sayıda cinayetleri bir bir itiraf etmeye başladı. Bunların bazıları doğrulanırken bazılarının ise yalan olduğu ortaya çıktı.
    Bazı dedektiflere göre Lucas 69 kişiyi öldürmüştü, bazılarına göre ise 81 ve ya daha fazlasını.1985’te Lucas 10 cinayetten hüküm giydi. Bu bile idam cezası için gereğinden fazlaydı.

    LUCAS VE OTİS’İN SUÇ YOLCULUĞUNUN HİKAYESİ

    Henry Lee Lucas insanlık tarihinin görmüş olduğu en ilginç canilerden biridir. Daha küçükken belden aşağısı olmayan babası fahişelik yapan annesinin aşağılamalarına dayanamayarak intihar etti. Kardeşi ile şakalaşırken oyduğu gözü tıbbi müdahale görmeden annesinin işkenceleri ile günlerce kötüye gitti. Ancak günler sonra fenalaşan çocuğun gözünü bir doktor temizledi. Annesi bir seferinde o kadar kötü sopaladı ki çocuk günlerce yarı baygın yattı ancak yine daha sonra doktora götürüldü. Bazen de sadece canı sıkıldığı için kız elbisesi giydirip, saçlarını yapıp öyle okula gönderirdi.
    Yıllar sonra bir gün, çok alkollü iken Lucas annesini arkadan bıçaklayıp cesedi ile cinsel ilişkiye girdi. Yirmi yıldan kırk yıla kadar ağır hapis cezası aldı, on yıl sonra tarihin en vahşi seri katillerinden biri olarak serbest kaldı.
    Gençlik yıllarında bir akrabası ile ava gidip çeşitli hayvanları öldürüp onlara tecavüz etmeye başlamış oldu. Aynı zamanda üvey kardeşi ile ensest eşcinsel bir ilişkisi vardı. İlk cinayetini ve necrophiliac ilişkisini 14 yaşında yaşamış. Otobüs durağında bekleyen 17 yaşında bir kızı kaçırıp, terk edilmiş bir yerde döve döve öldürdükten sonra tecavüz etmiş. Ancak polis merkezine buna benzer bir kayıp vakası asla bildirilmemiş. Lucas, itiraflarını yalanlamak gibi bir huya sahipti ve sık sık yalan söylemeye çok meyilliydi. Bu nedenle, şimdi bile bir çok itirafının gerçek olduğu ne kanıtlanabiliyor ne de yalan olduğu kesin.
    Bir süreliğine hapse giren Henry, serbest kaldığı günün ertesi 12 yaşındaki yeğenine tecavüz ettiği iddia edildi. Dışarıda fazla dayanamayan Lucas’ı yakın zaman sonra yine haneye tecavüzden tutukladılar. Tekrar çıkışından bir süre sonra annesini bıçakladı. Çocukluğunu kabusa çeviren kadın yoğun bakımda elli saat can çekiştikten sonra öldü. 10 yıl sonra hapishanenin kapısından “özgür” olarak ayrıldıktan sonra iki kadın daha öldü. Birisini hapishaneden görülebilsin diye yakında bırakmış, ama bu iddiayla ilgili herhangi bir kanıt bulunamadı. Küçük bir kız çocuğunu kaçırmaya çalışırken yakalanınca 1975’e kadar dört yıl daha hücrenin yolunu tuttu.
    En son serbest kalışından sonra seyahat etmeye başladı. Eyalet eyalet dolaşıyordu. Bir ara başından bir evlilik geçti ama karısının iki küçük çocuğunu cinsel sapkınlığına alet ettiğini fark ettiğinde ayrılmak zorunda kaldı. Kız kardeşinin yanına yerleşti, kardeşinin kocasının yanında çalışmaya başladı fakat kardeşinin torununa cinsel taciz yapınca buradaki yaşamı da bir sona erdi. Bir kaç şey almak için kamyoneti ödünç aldığında Maryland’de idi, kamyoneti polisler Jacksonville, Florida’da buldu. Henry Lee Lucas’ın cinayet zinciri burada ilginç bir alaşım halini alacaktı.
    Ottis Toole ile bir çorbacıda tanıştı. Ottis Toole, insan etine karşı dayanılmaz bir iştah duyan biseksüel bir caniydi. Annesi, babası, karısı ve zihinsel özürlü iki yeğeniyle aynı evde yaşayan Ottis’in misyonerlikten eve garip adamlar getirmesi ve onlarla eşcinsel ilişki kurması, hatta bu arkadaşlarını karısı ve daha küçük bir kız çocuğu olan özürlü yeğeniyle seks yapmalarını izlemeyi sevmesi her nasılsa artık normal karşılanmaya başlamıştı. Lucas bu eve taşınınca Toole’un karısına yatak odasında yer kalmadı ve komşularla yaşaması için evden kapı dışarı edildi. Özürlü yeğen de iki sevgilinin seks oyuncağı olarak yaşamına devam etti. İki çocuk ile yollara düşen kana susamış bu iki katil, yol boyunca karşılarına çıkan otostopçuları önce öldürdüler. Sonra Lucas cesetlerle kendi ilgilendiği işleri bitirince Toole da akşam yemeği için hazırlık yapıyordu. Yol üzerinde dükkanları ve hatta bankaları soyarak yola devam ettiler. Bir dükkanı soyarken Lucas kasiyeri öldürdü ve oturup Toole’un tecavüz edişini seyretti. Bir seferinde ise yolun kenarında yürüyen bir çiftin yanında durup Toole erkeğe dokuz kez ateş edip öldürdü ve Lucas da döve döve kızı arabaya bindirdi. Yola devam ederken Lucas kıza defalarca tecavüz etti, sonra Toole kenara çekip kızı altı defa vurdu. Bazen ise durmaya bile tenezzül etmeden sadece çarpıp kaçıyorlardı.
    İkilinin beraber 65’ten fazla kişinin ölümünden sorumlu olduğu hesaplanıyor. Gerçi Lucas 600’den fazla cinayetin itirafında bulundu ama çoğunun polis kayıtlarında açıklanamayan cinayetlerin kendi üstüne kalmasından hoşnut olmasından kaynaklandığını düşünüyorlar. İtiraflarının arasında üyesi oldukları bir satanist kültten söz ediyor. Bu sanatist topluluğun lideri üye olabilmeleri için bir cinayet işlemelerini şart koşmuş. Bunu yerine getirmek için bir gün sonra, Ottis adamın birini plaja doğru sürüklerken Lucas elinde bir ustura ile plajda oturuyordu. Lucas adamı bir güzel doğradıktan sonra topluluğun üyeleri cesedi bir “Kara Gün” ayininde usulüne göre pişirip yediler. Köle olarak satılmak üzere bebekleri ve küçük çocukları kaçırdılar. Çocuklara uyuşturucu verip yasadışı çocuk pornosu çektiler. Lucas’ın anlattıklarına rağmen böyle bir kültün varlığı ortaya çıkarılamamıştır. Yolda hastalanıp hastaneye kaldırılan Ottis Toole’dan ayrılan Lucas çocuklarla yola devam etti ama o da bir süre sonra tutuklandı ve iki ay hapse mahkum oldu. Çocuklar annelerine iade edildi . Yetiştirme yurduna transfer edilen küçük kız Frieda, (Lucas ona “Becky” diyordu.) bir süre sonra dayanamayıp kaçtı. Tekrar Jacksonville’de bir araya gelen Lucas ve Becky evlendiler. Bu evlilik, Lucas’ın deyimiyle “babacan bir ilişki” ama Becky için işler daha farklı yürüyordu hormonları zaten düzenli işlemeyen Becky bir gece bu isteğinde ısrarlı olmasından dolayı kontrolünü kaybetti, Lucas’a “ibne!” diye çıkışıp bir yumruk savurdu yüzüne. Anında bir bıçak kaparak hızlı bir şekilde Becky’nin kalbini söktü ve kalbi çıkarılmış vücutla defalarca sevişti. Becky çok sonra açık bir alanda yastık kılıflarına doldurulmuş olarak bulundu.
    Satanist topluluğun başı Don Meteric, Lucas ile bağlantıya geçti ve Texas’tan bir avukatı öldürmesini istedi. Lucas bir şekilde adamla samimiyeti kurup içki içmeye davet etti. Avukatı sarhoş etti, iyice kafayı bulduğu bir anda “tam içkiyi yutarken boğazını öyle derin kestim ki dışarı içki taştı.” dedi itiraflarının bir bölümünde. Cesedi daha kolay bulunması için göğüs kafesi dışarıda kalacak şekilde gömdü. Green River cinayetlerini üstlenmeye kalktı fakat bunun gerçek olmasının hiç olasılığı olmadığı kanıtlandı.
    Karısının ortadan kayboluşundan iki gün sonra kendisinden şüphelenmeye başlayan ev sahipleri Kate Rich, Lucas’a çıkıştı ve Becky’nin bir kamyoncu ile kaçtığına inanmadığını söyledi. Arabayla bir gezintiye çıkan ikili, ıssız bir yerde durdu. Lucas kadını bir çok kez bıçakladı, göğsüne bir haç işareti kazıdı ve cesede tecavüz etti. Bir çukura attığı cesedi daha sonra gelip parçalara ayırdı ve parçaları sabaha kadar sobada yaktı. Bir süre ortada gözükmedi, şehre geri döndüğünde eskiden tanıdığı Jack Smart’ın yanında çalışmak istedi. Kendisinden şüphelenen Smart’ın polise haber vermesiyle kıskıvrak yakalandı ama delil yetersizliğinden serbest kaldı. Eyalet turlarına tekrar başladı Lucas ve kendine sevişecek yeni cesetler bulmakta sıkıntı çekmedi. Kasabada dükkanı olan Ruben Moore ile temasa geçti ve Moore gelip kendisi ile çalışması için güzel para teklif etti. Lucas dükkana vardığı sırada polis de onu bekliyordu.
    Hiç bir zaman suçu kanıtlanamayan Henry Lee Lucas’ı yeterince içeride tutacak kadar suç vardı artık. Onu her seferinde elinden bırakmak zorunda kalan şerif Bill F. Conway, sonunda başarmıştı ama yine de cinayetleri onun işlediği hakkında bir kanıt bulamıyordu.
    15 mayıs 1983’te Joe Don Deaver şafak vaktinde son kontrolleri yaparken, en sevdiği zamanın sessizliğini Lucas’ın çığlıkları bozdu: “Burada ışıklar var! Işıklar benimle konuşuyor.” “Ne ışığı, her yer karanlık. Kapat çeneni de biraz uyu, iyice kafayı yedin!” diye çıkıştı gardiyan Deaver. Birazdan yine Lucas’ın sesi geldi : “Gardiyan, çabuk buraya gel!” Sinirle yanına gelen gardiyana “Don, ben çok kötü şeyler yaptım.” dedi ve böylelikle gecenin bir yarısı yataktan Deaver’ın telefonuyla kalkan şerif Conway, belki hayatı boyunca bulamayacağı bilgilere ulaşma şansını yakaladı. Henry’yi motive etmek için en sevdiği şeyler olan kahve ve sigaradan mahrum bırakarak daha çabuk yol kat etti. Yalan testlerinden kolayca geçmeyi başaran Henry bu gecenin sonunda her şeyi anlatmaya karar vermişti. Şerif, karşısında oturan Lucas’a soruları sormaya başlarken elindeki kağıtta:
    “O kadar uzun zamandır yardıma ihtiyacım var ki ve kimse bana inanmayacak. Geçen on yıl boyunca hep öldürdüm ve kimse bana inanmayacak. Bunu yapmaya devam edemem, tek sevdiğim kızı da öldürdüm. “ yazıyordu. Şerif mahkuma “Bayan Rich’e ne yaptın?” diye sorduğu sırada sadece tarihin en büyük seri cinayet soruşturmalarından biri başlamıyordu belki de en sıra dışı olanı buydu.
    Henry Lee daha sonra bu cinayetleri yeniden Hıristiyan doğduğu için itiraf ettiğini aslında bu cinayetleri işlemediğini ileri sürse de Texas’taki hapishanede idam günü yaklaşıyordu. Ottis’e paranoid şizofreni teşhisi kondu ve cezası idamdan 6 ömür boyu hapis olarak değiştirildi. Daha sonra Florida’da Fox televizyonunun “America’s Most Wanted” programının doğuşuna neden olan 6 yaşındaki Adam Walsh’un kaçırılmasından ve ölümünden sorumlu olduğunu itiraf etti. 15 Elül 1996’da hastanede karaciğer yetmezliğinden öldü. Lucas cinayetle ilgili olarak Toole’un çocuğun cesedini kendisine gösterdiğini ve görüntü karşısında: “kendimi çok kötü hissettim, midem bulandı. Hadi buradan defolup gidelim!” dediğini söyledi. 31 Mart 1998’de bulunduğu sırada üzerindeki tek giyecek olan “turuncu çoraplar” olarak bilinen otostopçu kızın cinayeti davasında idama mahkum edildi. Kız öldürüldüğü sırada başka bir şehirde çalıştığını iddia eden Lucas’ın iddiasını doğrular nitelikte banka kayıtları ve faturaların ortaya çıkması üzerine 27 Haziran 1998’de dönemin Texas valisi George W. Bush tarafından hayatı bağışlandı. “Gerçeğe inandıkları ve doğru olanı bulmak adına gösterdikleri cesaretten ötürü adalete teşekkür borçluyuz.” Sözleri gazetelerde yankılandı. “Ama Henry Lee Lucas şüphesiz ki bir çok ayrı cinayetin suçlusudur ve hayatının geri kalanını hapiste geçirecektir.”
    Henry Lee Lucas, hala hapishanede; yaptıkları, yapmadıkları, söyledikleri ve yalanladıklarıyla bilinmezliğini ve akıllara zarar profiliyle Amerikan adalet sisteminde önemini koruyor.

    H.H.Holmes



    Herman Webster Mudgett (doğumu 16 Mayıs 1860 – ölümü 7 Mayıs 1896) Dr. Henry Howard Holmes takma adıyla da bilinen Amerikalı bir seri katildi.

    Kendi itiraflarına göre 27 kişiyi öldürdü. Fakat gerçek rakamın bunun çok üstünde olduğu tahmin ediliyor. Hatta kayıp raporlarına dayanan bazı iddialara göre 230 kişinin katiliydi.

    Holmes 1893'te, Şikago'da bir otel açtı. 3 sene boyunca kadın kurbanlarını otel personelinden, müşterilerinden ve kendi sevgililerinden seçti. Kadınlara önce işkence yapıyor, sonra öldürüyordu.

    İskeletlerini satıyordu

    Tıp eğitimi alan Holmes öldürdüğü insanları bodrumundaki bir kanalda saklıyordu. Burada cesetlerin organlarını çıkarıyor, etlerini sıyırıyordu. Sonra da bu organları ve iskeletleri tıp fakültelerine satıyordu.

    Aynı zamanda yüzlerce kürtaj yapan Dr. Holmes operasyon sırasında ölen kadınları da aynı işlemden geçirerek iskeletlerini satıyordu.

    Holmes yakalandıktan sonra yargılandı ve idam cezasına çarptırıldı. 1896 yılında asıldı. O dönemde çıkan haberlere göre, boynu hemen kırılmadığı için 15 dakika boyunca can çekişti.

  30. #30
    Nesil
    2007
    Yer
    Katılmıyorum
    Mesajlar
    1,356

    Default

    devamı olmadığına göre buradan okuyun:
    http://haber.mynet.com/detay/foto-an...1#haber-baslik

Sayfa 1 / 2 12 SonSon

Mesaj Yetkileri

  • You may not post new threads
  • You may not post replies
  • You may not post attachments
  • You may not edit your posts
  •