S-B-Z
02.Şubat.2007, 17:15
http://image.haber7.com/haber/18117.jpg
23 sene boyunca parça parça inen, tamamı 600 sayfa olan Kur'an'da;
Dünya kelimesi 115 defa,
Ahiret kelimesi de 115
defa zikrediliyor.
Melaike kelimesi 88 defa,
Şeytan kelimesi de 88 defa
yer alıyor.
Hayat kelimesi 145 defa, Mevt (ölüm)
kelimesi 145 defa.
Nef' (fayda) kelimesi 50 defa,
Fesad (zarar) kelimesi de 50 defa.
Nas (insanlar) kelimesi 368 defa,
Rusül (Peygamberler) kelimesi de 368 defa.
İblis kelimesi 11 defa zikredilmiş,
İblis'ten Allah'a sığınmak ifadesi de 11 defa zikredilmiş.
Musibet kelimesi 75 defa,
şükür kelimesi de 75 defa.
(İnsan Allah'a karşı gelmek hariç her haline
şükretmeli.)
İnfak kelimesi 73 defa,
rıza kelimesi de 73 defa
(O kimseler ki, Allah yolunda infak ederler. Allah onlardan razıdır.)
Zeheb (altın) kelimesi 8 defa,
Teref (lüks içinde yaşama) kelimesi de 8 defa.
Sihir kelimesi 60 defa,
fitne kelimesi de 60 defa
(Sihir vesilesi ile yeryüzünde fitne çıkardılar.)
Zekat kelimesi 32 defa,
bereket kelimesi de 32 defa.
(Zekat malın bereketidir ve o malı asla eksiltmez.)
Şiddet kelimesi 114 defa,
sabır kelimesi de 114 defa.
Recül (Adam) kelimesi 24 defa
mer'e (Kadın) kelimesi de 24 defa
Namaz kelimesi 5 defa zikredilmiş,
(Beş vakit),
Şehr (ay) kelimesi 12 defa zikredilmiş
(12 ay).
Bahr (Deniz) kelimesi 32 defa zikredilmiş.
Berr (Kara) kelimesi 13 defa zikredilmiş.
Buradaki enteresan husus şudur: Kur'an'da 32 defa Bahr kelimesi
sulara, 13 defa zikredilen Berr kelimesi de kuru yani toprak kısmı olan karalara işaret etmektedir.
Biz bu ikisini (32 ve 13) toplarsak 45 eder. Sonra basit bir denklemle bunları 45 üzerinden bir yüzdelemeye gidecek olursak, karşımıza 32'nin % 71,11111111111, 13'ün %28,888888888888 çıkar. Çünkü Arz Küresi üzerinde suların nisbeti % 71,11111111111'dir. Karaların nisbeti ise % 28,8888888'dir
yorgun_reis
02.Şubat.2007, 22:46
kur'andaki şifreleri çözmeye insan aklı yetmez
bi örnek veriyim..
eskiden kur'an ın şifresini çözmeye çalışan bi adam varmış veee...sonradan delirmiş...adam işaret parmağındaki tırnağını uzatmış...sonrada kafasını kaşıya kaşıya delmiş...beynine kadar inmiş....
o yüzden çözmeye çalışacağımıza okuyup anlamak en güzel bence...
S-B-Z
03.Şubat.2007, 11:55
kur'andaki şifreleri çözmeye insan aklı yetmez
bi örnek veriyim..
eskiden kur'an ın şifresini çözmeye çalışan bi adam varmış veee...sonradan delirmiş...adam işaret parmağındaki tırnağını uzatmış...sonrada kafasını kaşıya kaşıya delmiş...beynine kadar inmiş....
o yüzden çözmeye çalışacağımıza okuyup anlamak en güzel bence...
Zaten burda şifresini çözmeye çalışmıyor onun ne kadar büyük bir mucize olduğunu göstermeye anlatmaya çalışıyoruz.Ayrıca Kuran'da şifreye gerek yok,herşey apaçık belirtilmiş zaten ;)
Bunu sen mi buldun ?
Hayır ben bulmadım :)
Ömer Çelakıl çok uğraşıyor bu rakamlarla. Benim de ilgimi çektiği için kaynakları,araştırmaları okuyup inceliyorum. Ömer Abi Saolasın güzel bilgiler paylaşmışsın;;)
CANLILARIN KOPYALANACAĞINI YÜZYILLAR ÖNCESİNDEN KURAN-I KERİM HABER VERİYOR MUYDU?
Kopyalama yüce dinimiz İslam'a aykırıdır ve etik dışı yanlış bir uygulamadır. Fakat genetik biliminin ve embryolojinin olmadığı bir çağda yani 1400 yıl önce indirilen Kuranı Kerim'de sanki bilim adamlarının kopyalama yapacakları haber verilirmişcesine işaretler bulunmaktadır. Kur'an-ı Kerim'in bu ayetinde Şeytan'ın kötü faaliyetleri vurgulanmaktadır.
Kopyalanmış bir hayvandan çok sayıda kopya hayvan üretme (ikinci nesil kopyalama) deneylerinde Kulak Dokusundan hücreler alınarak kopyalama gerçekleştirilmiştir. Yani yakın tarihte yapılan ilk deneylerde hayvanların kulağı kesilip hücre alınarak kopyası üretilmiştir. Kuran-ı Kerimin bir ayeti şöyledir:
"...(Şeytan dedi ki) Mutlaka onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını kesecekler ve yine mutlaka onlara emredeceğim de Allah'ın yarattığını değiştirecekler..." (Nisa Suresi 119.ayet)
Az önce tarihteki ilk 2.nesil kopyalamaların hayvanların kulakları kesilerek alınan hücrelerle gerçekleştirildiğini vurgulamıştık. Ayrıca bu hücrelerin genetik yapısıyla oynayarak yaratılış kanunlarına müdahelede bulunmaya çalışan kimseler de vardır. Dolayısıyla genetik biliminin olmadığı bir çağda yani 1400 yıl önce indirilen ayetteki ifadelerle mucizevi benzerlikler vardır.
Yapılan bazı kopyalamalarda meme dokusundan da hücreler alınmıştır fakat Tarihteki ilk 2.nesil kopyalamalarda hücreler kulaktan alınmıştır.(Japonya'daki Kagoşima Enstitüsünde ve Brezilya'daki Vitoria ineği)
DENİZLERİN BİRBİRİNE KARIŞMAMASI
Denizlerin, araştırmacılar tarafından çok yakın bir geçmişte tespit edilen bir özelliği, Kuran'ın Rahman Suresi'nde şöyle bildirilir:
Birbirleriyle kavuşmak üzere iki denizi salıverdi. İkisi arasında bir engel vardır; birbirlerinin sınırını geçmezler. (Rahman Suresi, 19-20)
Birbirine açılan fakat suları kesinlikle birbiriyle karışmayan denizlerin ayette bildirilen bu özelliği, okyanus bilimciler tarafından çok yakın bir zaman önce keşfedilmiştir. "Yüzey gerilimi" adı verilen fiziksel bir kuvvet nedeniyle, komşu denizlerin sularının karışmadığı ortaya çıkmıştır. Denizlerin farklı yoğunluklarından kaynaklanan yüzey gerilimi, adeta bir duvar gibi sularının birbirine karışmasını engeller.
Elbette ki insanların, fizikten, yüzey geriliminden, okyanus biliminden haberdar olmadıkları bir devirde bu gerçeğin Kuran'da bildirilmiş olması son derece dikkat çekici bir durumdur.
NOT: ALINTIDIR.
Bunun gibi bir çok İlginç araştırmalar Ömer Çelakıl tarafından yapılıyor. Bir yere kadar tesadüf diyesi geliyor insanın ama bu kadar çokta tesadüfün olma olasılığı kafaları karıştırıyor...
S-B-Z
03.Şubat.2007, 16:12
Tabi bu konuyla ilgili bildiğiniz,bulduğunuz ne varsa bu başlık altında devam ettirelim bence.Faydalı olacak ve bilgileneceğimiz bir konu.Bilenler bilgilerini tazelemiş olur,Bilmeyenlerde öğrenmiş olur böylece.
Ayrıca Teşekür eden arkadaşlarımada ben teşekkürü bir borç bilirim.
TR.CaPTaiN
06.Şubat.2007, 20:44
İnsanların, hayallerinde yaratılmış “tanrı kavramının” boş bir zan olduğunun kavranılması…
Tanrıbilimci (ilâhiyatçı) ve din adamlarının halkı şartlandırdığı şekilde, yukarıda, gökte, yanına gidilecek ya da belirli zamanlarda huzuruna çıkılacak bir tanrının var olmayıp…
Yalnızca, “EKBER” olan ve “ALLAH” adıyla işâret edilenin söz konusu olduğu gerçeğinin farkedilme çağıdır bu yeni çağ!.
Bilim, aklı başında insanlara bu realitenin yolunu açmaktadır.
Deccâliyet, insanları, ötelerde bir tanrı, anlayışına sürüklerken her türlü yayınla… (Deccal’ın, insanlarda yerleşmiş tanrı kavramı sonrasında, kendisinin bir tanrı olduğunu iddia ederek, insanların kendisine kulluk etmelerini istemesi öncesi).
Çağlar üstü evrensel insan ve sonsuzluğun muhteşem “RUH”u olarak açığa çıkan Nuru Muhammedî, asırlar öncesinden, insanları “Ekber” olan “Allah” ismiyle işaret edilene, “B” sırrı kapsamında iman etmeye davet ediyor; bunu anlamadan kendisini tasdik edenleri de şöyle uyarıyordu:
“Ey İMAN EDENLER, iman edin “ALLAH”a “B” sırrı kapsamıyla”! (Nisâ-136)
“İnsanlardan bir kısmı, Allaha ve gelecekteki yaşamımıza iman etik, derler ama, ‘B’ nin işaret ettiği anlamın bilincinde olarak iman etmemişlerdir”. (2-8)
Kul, ebeden kuldur, kesinlikle kul, “Allah” olmaz; hangi mertebede olursa olsun; bunun aksi bir anlayış, tümden cehalettir!.. Esasen, mertebeler de... Neyse ileriye gitmeyelim!
İnsanları, Dünya’da et-kemik beden kabul eden; yukarıda tanrı var anlayışıyla zindanda yaşatmaya çalışan deccaliyet düşüncesine karşılık…
Gelelim “Allah” adıyla işâret edilenin “EKBER”iyetine adım adım yönelen bilim dünyasının keşiflerine…
http://video.google.com/videoplay?docid=5051828413004174027
İncelemede önce Dünya üzerinden yükselerek galaksi içinde Dünyanın yerini farkediyoruz… Sonra yüz milyarlarca yıldız ihtiva eden lokal galaksiler topluluğunu seyrediyoruz; ve nihayet milyarlarla galaksi ihtiva eden evrende, bizim birkaç yüz milyar yıldızdan oluşan galaksimizin bir iğne ucu kadar dahi yer kaplamadığını farkediyoruz...
Ve dahi böylece kafamızda yarattığımız “yukarıda bir tanrı var” balonu patlıyor!.. Elbette, bu kabule dayalı tüm öğreti de iflâs ediyor!.
Bu defa otomatikman olayı sorgulamak ve gerçekçi bir şekilde düşünmek zorunda kalıyoruz.
Kimi konularıyla, geldiği çağın toplumunun sorularına cevap veren; kimi yönüyle insanlık yaşadıkça insanlığın sorunlarının cevabını veren; kimi işaretleriyle de bir kısım insanların sonsuza dek soru ve sorunlarına, yaşamına “NUR” olan “KURÂN” isimli gerçek “bilgi kaynağı” acaba bize neleri anlatmak istiyor?
“ALLAHU EKBER” sözü neye işaret etmektedir? Bu tanımlama, acaba hangi gerçeğin dile gelen sözcüğüdür?
“EKBER”iyet nedir; ve dahi “EKBER” olan “ALLAH” adıyla işaret edilen, “tanrılık kavramıyla sınırlanacak” bir ilâh mıdır?
O muhteşem Allah Rasûlü ve son Nebî’sinin bildirdiği akılları zorlayan olay, nasıl olmuştur da, gökte ulu tanrı, yerde postacı peygamber kabulüne oturmuştur?.. Ve dahi olay, topraktan yaratılmış bedenlerin, Dünya’nın buhar olmuş olduğu bir boyutta, yeniden topraktan(?) yaratılarak, tanrının huzuruna gidip, iki kefeli terazide hesap verecekleri bir mahşer yeri anlayışında bloke olmuştur?..
Kurân-ı Kerîmi değerlendirme kapısını açan kod çözücü anlayış şudur…
Risâlet Nuru kaynağından gelen bilgilerde…
Gerek dünya ve gerekse ölüm ötesi yaşam boyutu ile ilgili işâret kelimeleri, o kelimenin, geçmişteki anlamı ile değil; o kelimenin yaşanılmakta olan sürecte ulaşılmış en derin kavramı itibariyle anlaşılmalıdır. Yani, kelimenin 1400 küsur yıl önceki birebir düz manası ile değil.
Uyarının yapıldığı devirdeki anlayış neyse, zorunlu olarak o seviyeden bir kelime kullanılması, anlamın o kelimedeki mânâ ile sınırlı olmasını asla getirmez.
Çünkü, Risâlet Nuru, zaman ve mekân ötesi bir boyuttan, tüm zaman ve mekânları müşahede eden bir kaynaktan gelmektedir.
Demek istediğimizi anlayan için, bu çok çok önemli bir Kurân dekoderidir; ve dahi, O “Bilgi Kaynağı”nın, niçin kıyâmete kadar geçerli olduğunun açıklamasıdır. İşte bu anlayış, bu anahtar Kurân dinamiğidir.
“Toprak” deniyorsa, atomik boyut; “kan pıhtısı”ndan söz ediliyorsa en azından DNA katmanını düşünmek gibi…
Zirâ, topraktan karılarak yaratılmış tek bir insan mevcut değildir Dünya’da!. Dahi toprağı karacak iki elli bir tanrıdan asla söz edilemez!. Hücre yapı dahi, Kurân isimli “Bilgi kaynağı”nda “balçık” benzetmesiyle anlatılmıştır; ihtiva ettiği mineraller ve su dolayısıyla.
İblîs’in, Adem’in yaratılışında kullandığı “tıyn” kelimesi bildiğimiz toprağın hokus pokusla insana dönüşmesini değil, insanın bedeninin, toprakta bulunan mineralleri ihtiva etmesi dolayısıyla, maddeye bağımlı yaşama sürecinde bir varlık olduğunu vurgulamaktadır. Öte yandan iblîs, “ben, ışınsal bedenim itibariyle, atomik yapılı boşluktan oluşmuş bedeni olan insanın bedeni içinde cirit atarım, o da kim oluyormuş ki” demek istemiştir bu olayda! Kendi bakış açısına GÖRE de haklıdır!.
Ne var ki, insan “RUH”u, Allah isimlerinin bir bileşimi olarak, yeryüzünde “halife” olma vasfına sahip tek varlıktır; bu yön itibariyle de “hilafet”ini yaşayanlar, Allah gözüyle (El Basîr) âlemleri seyredip, “Allah” “Ekber”iyetine şehadet ederler!.
Esasen “İNSAN” varlığını toprak’tan değil, “RUH”tan alır!.
İnsan denince de, isimler bileşimi olan RUH (mânâ – özellikler bütünü), bilinç sahibi varlık kastedilir.
Evrende her oluş, kendi zaman kavramına ve boyutuna göre, çok uzun süreçler almıştır.
“SÜNNETULLAH” da sihirbaz değneği yoktur!.
“Mucize”nin anlamı, insanların veri tabanları yetersizliği nedeniyle, oluşumunu anlamakta âciz kaldıkları olay, demektir. “Kerâmet”, kişinin hakikatinden gelen kuvvenin açığa çıkmasıyla gerçekleşen bir olay demektir. İstidrâç dahi böyledir; bir farkla ki, kişi bunu benliğine bağlar hakikatinden bîhaber olduğu için. Çalışan sistem ise aynıdır!.
“KURÂN”, defalarca, akıl sahiplerine hitap edip, “biz misallerle anlattık hâlâ bu misaller üzerine düşünmeyecek misiniz” (İsra-89) dediği halde…
“…efala ta’kılun”?.. (En’am-32) “Niye AKLINIZI kullanmazsınız?”; dediği halde…
Niçin bizler hâlâ, gerek Kurân ve gerekse Hadislerde benzetmelerle anlatılan olayı, kelimelere takılıp, somut ve birebir olarak kabulleniyor, bunların birer işaret olduğunu farkedemiyoruz. Sonra da, birebir somut olaylar sandığımız misal ve sembolleri, akıl ve mantıkla bütünleştiremeyince inkâra gidiyoruz?
Misâl, benzetme veya işâret yollu anlatılanları izah edecek kapasitesi olmayan nakilci-taklit ehli kişiler, o misal, işaret veya benzetmeleri birebir gerçek sanıp; sonra da bunlar akılla anlaşılmaz diyerek, aklı başında insanların kendileri gibi taklitçi anlayışla yaşamalarını istiyorlar!
Akıl sahibi insanların, din konusunda nakledilenleri körükörüne “aman günaha girmeyelim” diyerek kabullenmeleri yerine; olayı kavramak için, derinliğine sorgulamaları gerekmez mi?..
Neyse, konuyu daha fazla yaymayıp kaldığımız yerden devam edelim.
Gözün görme sınırlarına GÖRE, geliştirilmiş cihazlarla görmekteyiz ki…
http://www.bulutsu.org/evreninharitasi/universe.php
Bir yanda, yatay, katman içi bakışla uzay ve evren…
Öte yanda da dikey, katmanlar hâlinde, algıladığımız varlığın katmanları!.
Oysa ilk bakışta, sanki, kuarktan evrene tek bir dikey algılama yolculuğundaymışız gibi anlatılmaktadır ve görüntülenmektedir olay.
Çeşitli işlevler gören çeşitli organlarımız topluca insan bedenini meydana getirirken…
Bedeni oluşturan organlar ise bir alt katmanda trilyonlarca hücreden oluşmaktadır.
Hücrelerin her biri dahi, içindekileri oluşturan milyarlarca molekülden oluşmaktadır bir alt katman olarak…
Molekülleri meydana getiren atomların bir alt katmanında ise kuarklar okyanusu yeralmaktadır… Bu katman (semâ) itibariyle de evren, bir kuark okyanusudur. Algılayıcısına göre…
Nihayet, bir manâ okyanusu, sonsuz sınırsız bize göre!… Esmâ mertebesi, denmiş… İhtiva ettiği anlamlar ve yaratmadaki amaç itibariyle “ayanı sabite” denmiş… Her an kendindeki manaları kendi seyreden…
Gerçekte, “çok boyutlu tek kare resim” seyri, tek bir tecellî… “State” tabiriyle veya string teorisiyle işaret edilmek istenen Holografik bütünlük!… Ne madde, ne manâ diye nitelendirilebilecek bir anlam okyanusu!... Bir “nokta”!. Zaman boyutunun adı “AN”!... Ama tek bir “AN”!. İkincisi olmayan!.
7 Kat sema
Bakın Allah Rasûlü muhteşem Zât, 1400 küsur sene önce, bu katmansal değerlendirmeyi nasıl anlatmış mecâz – benzetme yollu:
“Birinci kat semâ ikinci kat semâ içinde çöle atılmış bir yüzük halkası gibidir. İkinci kat sema ise üçüncü kat semâ içinde, çöldeki bir yüzük halkası gibi kalır… Yedinci kat semaya kadar bu böylece devam eder… Yedi kat semâ ise kürsî içinde bir yüzük halkası gibi kalır çöldeki!”
“Kürsî” ve “semâ” kelimeleriyle işaret edilen katları, afâka göğe, uzaya dönük olarak değil; varlığın orijinine, “nokta”ya doğru katmanlar olarak değerlendirin.
Ayrıca… Daha da ötesi…
Atomik kökenli olarak algılamakta olduğumuz katman olan evrenimiz, acaba, hangi “üstmadde”(?) türü evrenin içindeki, bir alt katman (semâ) olarak kalmaktadır? Bir de bunu sorgulayıp düşünelim!
Bana ulaşanlara göre, yazılarımı okuyanların en zorlandıkları husus, “nokta”daki “esma mertebesinin projeksiyonu” ile oluşan evren içre evrenler yanı sıra; sonsuz sayıda projeksiyonlar oluşturan sayısız “nokta”ların varlığı hususu…
Yazılarımızdan sonra, okuyucularımız arasında genelde yanlış olarak anlaşılan bir husus da, “Allah” isminin “Nokta”ya işaret ettiği” kanâati…
Oysa, hiç bir yaratılmışın havsalasının alamayacağı alan, bundan sonrası…
“Allah âlemlerden Ganî’dir” vurgulaması ve hükmü var!
“Allah” adıyla işaret edilenin algılanabilen hiçbir şey ile kayıtlanamayacağı; yanı sıra…
“NOKTA” ötesi itibariyle de, “Ganî” oluşu zorunlu hükümdür!.
“Nokta”lar sonsuz ve sayısız, “ALLAH” ismiyle işaret edilen ise tüm kavramların ötesinde!
Her biri, evren içre evrenler ihtiva eden sayısız “nokta”lar!.
Nihayet, tüm bunları yaratan, “ALLAH” adıyla işâret edilen!
“EKBER” kelimesi dışında, bu gerçeğe işaret eden başka da isim yok!
“ALLAHU EKBER”!.
Bu gerçeği düşünebilen ve daha da ötesi, hissedebilenin “haşyet” duymaması mümkün mü?
Varlığı, ancak ilimle farkedilen; ama detayına ulaşılması muhal -olanaksız olan “nokta” ötesi realite!. “EKBER” isminin işareti olan anlam!.
“ALLAHU EKBER”!
Nitekim bu duruma Allah Rasûlü secdede okuduğu şu cümlesiyle işaret ediyor;
“La uhsiy senâen aleyke ente kemâ esneyte ala nefsik”
“Senin kendini bilmen gibi benim seni değerlendirmem asla mümkün değildir!”
Acaba, kaç kişi gerçek anlamıyla “Allah” diyebiliyor; “Allahu Ekber” diyebiliyor hayatı boyunca, dediğini derinliğine düşünerek ve hissederek?..
Kaç kişi, kafasında yarattığı sınırlı sorumlu hesaba çekilir tanrısına “Allah” ismini etiketleyip; ona, “benim güzel allahım”, “ulu tanrım en büyüktür” diyerek; Musa (aleyhisselâm)’ın, “tanrısını kucağına yatırıp kafasındaki bitleri ayıklamak isteyen çobanı” gibi bu Dünya’dan geçip gidiyor?
Ciddî olarak, bunu hiç düşündünüz mü?
Powered by vBulletin® Version 4.2.2 Copyright © 2025 vBulletin Solutions, Inc. All rights reserved.