-
İlk mağlubiyetimizi almıştık, hem de kendi sahamızda. Ama sonuçtan memnundum. 1-4 yenilsek büyük bir hezimet olacaktı bizim için. Maçı 3-4'e getirip bir tane daha yedik, sonlara doğru bir tane daha attık. Muhteşem mücadele gösterdik, ama yetmedi. Beni sevindiren bir diğer şey de 4 maçta attığımız 11 golle ligin en çok gol atan 2. takımı olmamızdı. Çünkü hücumsal anlamda sıkıntı çekeceğimizi düşünüyordum. Defansif hattımız beklediğim gibi, ne çok iyi ne çok kötü.
Üniversite yıllarımın olmazsa olmazı küçük çalışma masam ve masa lambası setini burada da satın aldım. Geceleri sadece masa lambasının ışığı altında onlarca A4'ü kullanarak kafamda maçları oynuyor, olası sakatlıklara karşı kafamda planlar kuruyordum. Bu işi ne kadar çok sevdiğimi o zaman fark ettim.
Gün geçtikçe hepsi İngiliz olan teknik kadroyla da muhabbeti koyulaştırdık. Yardımcım Barrie Keeling'in verdiği barbekü ve her ne kadar içmesem de içki partilerine davet edilir olmuştum. Şehire alışıyordum.
Oyuncularla da iyice sıkı fıkı olduk. Ne istediğimi biliyorlar, ellerinden geleni yapıyorlar. Tek eksiğimiz vardı:

Tamam 6. klasmandayız, ama 450 kişiye oynamak çok zevksizdi. İnsan pazar eğlencesi diye gelir hiç olmazsa. Çekirdek çitlesinler, bağırmasınlar ama hacim olarak tribünde otursunlar. Bu benim için yeterliydi şimdilik. Başkana bu konuyu açtım. Dedim Manchester'ı geçtim de hiç olmazsa bizim kasabadakileri çekelim afiş falan yaptıralım bak takım iyi gidiyor. Maaşlarda haftalık 100 pound kadar açık varmış. Üzerine bir de böyle birşey istedim diye Türkçesi aşağı yukarı "Senin de astarın yüzünden pahalı çıktı" gibi birşey olan bir cümle söyledi. İçten içe bilenmeye başladım başkana. Aslında iyi adamdı ama çok kuralcıydı. Benimse hayallerim vardı. Başkan bir Alman takımının başkanı olsa muhteşem iş yapardı. Ama duygularıyla çalışan bir Türk ve bir 6. klasman takımı için doğru adam değildi.
Mesaj Yetkileri
- You may not post new threads
- You may not post replies
- You may not post attachments
- You may not edit your posts
-
Forum Rules