Hem yakaladığımız havanın bozulmaması... Hem orayı dolduran 15.000 seyircinin en azından yarısını kalıcılaştırmak için... Hemde Barcelona galibiyetinin MATEMATİKSEL DEĞERİNİN çöpe gitmemesi için... KAZANMAK ZORUNDAYDIK... Bunu derken, Barcelona galibiyetin manevi değerini tenzih ediyorum. Fakat deplasmanda alınan ekstra bir galibiyetin üstüne iç sahada yitirmek matematiksel olarak ekstra galibiyetin çöpe gitmesi oluyor. Ama bu takım bizi kazanacağına inandırdı. Barcelona maçı öncesi bile "neden olmasın" diyorduk.

Siena elbette Barcelona'dan daha iyi bir takım değildi... Ama şu günlerde Barcelona'dan daha formda olduğu görülüyordu. Daha iyi değiller, ama daha formdalar... Bunun anlamı çok daha dikkatli olmalıyız demekti. Nitekim aynen öyle oldu.

Maça gelirsek... Önelikle ribaunt farkı... Sanırım 44-25. Bu ribaunt farkının hakkı çok daha yüksek skor farkı olmalıydı. Ama her oyuncu, şut kaçıran, top kaybı yapan her oyuncumuz maçı istedi, topu yemek istercesine savaştı. Alkış, sadece alkış...

Bu takım geçen yıl hem Siena'dan, hem Barcelona'dan 40 sayı fark yemişti. Semih ve Ömer Aşık gitti. Lavrinoviç ve Marko Tomas geldi. (Sadece 5 dakika süre alan Kaya ve sakatlığı nedeniyle henüz hiç forma şansı bulamayan Engin Atsür'ü bir kenara koyuyorum. Gidenlerden Rasim Başak'la Serhat Çetin'i bir kenara koyduğum gibi... Takımın ana iskeleti üzerinde konuşuyorum...) Evet, sadece iki değişiklik... Ama o iki oyuncu da maçın oyuncuları değildi. Yani yeni transferler gelip tek başlarına galibiyeti getirdiler diye birşey yok. Faydalı oynadılar, katkı verdiler ama maçın yıldızları sayılsa ikisi de ilk üç'e giremez. Peki değişen ne? Daha ilk periyot teslim olan Fenerbahçe'de bu dönüşümün sırrı ne? Bu takım bunları geçen yılda yapamaz mıydı? Ondan önceki yıl?.. Boşa giden yılların hesabı?.. Demek ki kenarda aklı başında ve dengeli bir hoca olunca bu oyuncuların önü alınamıyor. Geçen yıl "sıfır" tecrübeyle bu takımı finalde yöneten Ertuğrul Erdoğan bile şampiyon yapmayı başardıysa siz düşünün oyuncularımızın kalitesini, potansiyelini... Ama un vardı, yağ vardı, şeker vardı, helva yapan yoktu. Kadro kalitesi denilen şey böyle birşey işte... Doğru yönetilince dizginlenemez.

Şimdilik yoğun duygular altında şunu söylemek istiyorum: Bu galibiyet Mahmut Uslu'ya gitsin. Bundan sonra böyle savaşarak kazanılacak her galibiyet ona gitsin. Hepsini kapak yapsın, duvarına assın. Belki utanır, belki kızarır...

Şükürler olsun... KARANLIK'tan AYDIN'lığa GERİ DÖNÜLÜYOR.