Öncelikle Affan Keçeci istifa!
O adamı sevmiyorum,Ulusoy'a karşı nötr pozisyondaydım ama sağlam bir antipatimi kazandı,bundan sonra havada takla atsa onu savunmam.Arzuman hakkında kötü konuşmak istemiyorum,art niyetinin olduğunu sanmıyorum çünkü..
Öyle gezerken bu yazıyla karşılaştım.Yiğiter Uluğ 18/10/2003

çarşamba sabahı lig tv'deki günaydın futbol programında melih
şendil'in konukları engin ipekoğlu ve mehmet özdilek'ti. yıllarca hem
aynı takımlarda oynamış, hem de birbirine rakip olmuş bu iki
futbolcunun sohbetinde laf döndü dolaştı, çizgiyi geçip geçmediği çok
tartışılan o meşhur topa geldi. öyle olunca da pozisyonun üçüncü
kahramanı semih yuvakuran bağlandı stüdyoya telefonla... belleği güçlü
futbolseverler hatırlayacaktır, 1991 yılınında o zamanki adıyla
fenerbahçe stadı'nda oynanan fenerbahçe-beşiktaş maçında,
sarı-lacivertli takım 2-1 öndeyken, son dakikalarda şifo mehmet'in
çaprazdan vurduğu şut, kaleci engin'e çarparak kaleye yönelmiş,
çizginin üzerindeyken sol bek semih yetişip topu çıkarmıştı. hakem
ahmet çakar, bu pozisyonda topun çizgiyi geçtiğine hükmederek gol
kararı verdi ve karşılaşma 2-2 sonuçlandı. iki takımın taraftarları
arasındaki "goldü-değildi" tartışması aylar, hatta yıllar sürdü...
pozisyonu yaşayan futbolcular, defalarca televizyon ekranlarına
çıktılar ve takılmış plak gibi hep aynı şeyleri söylediler... mehmet
"top çizgiyi geçti" diyordu, engin ve semih ise meşin yuvarlağın
çizgiyi geçmediğinde hemfikirdi. olaydan yıllar sonra tartışmalar
küllenince, semih yakın çevresine pozisyonun gol olduğunu itiraf etti.
çarşamba günü de ekranda müthiş bir çıkış yaptı: "evet, goldü. top
çizgiyi 10-15 santim kadar geçmişti. ama ben o zaman bunu
söyleyemedim. üzerimde müthiş bir baskı vardı. keşke adam gibi çıkıp,
doğruyu söyleseymişim. çünkü yıllar sonra maçlar, skorlar unutuluyor.
asıl önemli olan kalıcı dostluklar..." içim burkuldu. semih'in sesine
yansıyan pişmanlıktan ve "adam gibi" derken yaptığı vurgudan çok
etkilendim. gencecik bir insanı doğruyu söylemekten alıkoyan
tarafgirliğe, fanatizme bir kez daha lanet okudum. ve ister istemez
geçen cumartesiye, şükrü saraçoğlu stadı'na döndüm...

o maçın 37. dakikası
hiç şüphe yok ki, alpay özalan da yıllar sonra türkiye-ingiltere
maçının 37. dakikasını büyük bir pişmanlıkla hatırlayacak. o anın
sonrasında olup biten her şeyi (devre arasında çıkan kavga, maç
sonrası söylenenler, ingiliz tabloid basınının benzerlerini daha önce
de gördüğümüz bir kurban bulma telaşı içinde alpay'ı çarmıha germesi,
onun cevap olarak verdiği ipe sapa gelmez demeçler vs.) bir kenara
bırakalım... bir futbolcu, penaltı kaçırmış bir meslektaşının üzerine
hiç gerek yokken neden hışımla koşup, ağzına geleni söyler?
tribünlerden aferin almak için mi? o an kendini onun yerine koyabilse,
yerdeki rakibine elini uzatsa, başını okşasa ya da "teşekkürler"
diyerek, ortamı yumuşatacak bir espri yapsa ne olurdu sanki? "adam
gibi" futbol oynamak, her şeyden önce kendini zaman zaman rakibinin
yerine koymak değil midir? (yeri gelmişken; geçen pazar simon kuper'in
yazısında maç sonrası rüştü ile james'in kucaklaştığı sahneyi anlatan
paragraf unutulmaz bir cümleyle bitiyordu, hatırladınız mı? "kaleciler
zaten hep aynı takımın oyuncularıdır.") lütfen artık sus alpay...
alpay'a sahip çıkma adına ingiliz tabloidlerininki kadar kaba bir
milliyetçiliğe kendini kaptıran sevgili futbol adamları... siz de
biraz olsun susmayı deneyin... yıllar sonra "ah, o gün adam gibi
davranabilsek..." diye başlayacak pişmanlık dolu cümleler kurmamak
için bugün susmanız ve bence, aşağıdaki dizeleri okumanız gerekiyor:

zaman...
bekleyenler için çok yavaş korkanlar için çok hızlı yas tutanlar için
çok uzun sevinenler için çok kısadır ama sevenler için sonsuzluktur.
saatler uçar, çiçekler solar yeni günler, yeni yollar geçer gider
sevgi kalır.

Yine de bu sezon başından beri hakkımızın yendiği gerçeğini değiştirmiyor,işini yapamayacak olanlar lütfen bıraksın,kaderimizle oynanmasın lütfen..Mazlum edebiyatı yapmak istemiyorum ama herşey ortada,kusura bakmayın benim fikrim bu..