Şahsi düşünceme göre her futbolcunun yapması gerektiği gibi, sokakta öğrenmeye başlamıştım futbolu. Okulda, okuldan dönünce hava kararana kadar, hava karardıktan sonra evin salonunda plastik topla; kısacası uyanık olduğum her anda futbol oynuyordum.
Çok geçmeden gelecek kaygısı realitesi, tüm çocuklara yapıldığı gibi, korkunç bir şekilde toplum tarafından bana da sunuldu. Arkadaşlarımın gözündeki korku ve endişenin aksine, şaşırtıcı bir şekilde umursamadım bu durumu. Çünkü futbol denen bir oyun vardı ve bu organik kimyadan da, üçgende açı-kenar bağıntılarından da daha ilgi çekiciydi. Öğretmen dönem ödevlerini dağıtırken deftere kadro yazdım, arkadaşlarım test çözerken ben akşamki maçın gidişatını düşündüm.
Olmadı tabii. Zaten mezun olunca hayatın boyunca kazanabileceğin parayı yatırıp okuduğun özel üniversiteleri ucu ucuna tutturabildim. O zamana kadar aileme de çok yük olduğum için üniversiteye gitmeyi istemedim. Ancak hayatın gerçekleri çok geçmeden çirkin yüzünü gösterdi. İnsan muamelesi görebilmek için, eğitim görmeyen sağlıklı bir erkeğin çalışması, para kazanması gerekiyordu. Birçok işe girdim, hepsinden de kovuldum. Garson olduğum zamanlar, restoran sabah 7'de açılacaksa ben 6.30'da Brezilya Ligi izliyor oluyordum. Kasiyer olduğum zamanlar, müşterinin elinden spor gazetesini alıp haberlere bakıyordum. Olmadı, yapamadım. Futbol tutkum peşimi bırakmadı.
6. işten de kovulduğumda, 4 ay sürecek bir depresyona girdim. Ne saç, ne de sakal traşı oldum. Yemekler dışında odamdan dışarı çıkmadım. İnsanlarla konuşmadım. Yuvarlak bir gereçle oynanan bu basit oyun hayatımı nasıl bu kadar mahvedebilmişti? Anlayamıyor, bir cevap bulamadıkça da bu bataklığa daha da çok batıyordum.
Ve o gün, hayatımın değiştiği o gün geldi.
28 Nisan 2010'da, Nou Camp Stadı'nda, total futbolun son temsilcisi Barcelona ve Inter karşı karşıya geliyordu.
Futbol o gün benim için yeniden şekillendi. Nefes almadan, gözlerimi kırpmadan izledim o maçı. Biter bitmez maçın kaydını alıp tekrar tekrar, defalarca izledim o 90 dakikayı. Futbol dünyasının en zeki adamı olarak gördüğüm Jose Mourinho'nun Inter'inin sahaya dizilişi... Atılan uzun topların kafayla karşılanıp geri gönderilmesi ve saçlardan fışkıran ter damlacıkları... Hız ve yetenekle dünyadaki tüm oyuncuları dağıtan bücür Barcelonalılara karşı Inter savunmasının müdahaleleri, o müdahalelerde futbolcuların kasılan bacak kasları... Boştaki topa koşan defans oyuncusunun iki elini yana açarak hücum oyuncusuyla adeta boğuşması... Boyunlara yapışan saçlar... Vücutlara yapışan formalar... Çimleri delik deşik eden kramponlar... Hırs... Azim... Bağlılık... Mücadele... Soğukkanlılık... Futbol buydu! FUTBOL, DEFANSTI!
17 kere izlediğim maçtan sonra, tüm düşüncelerim değişmişti. Futbol, kafamı meşgul ederek hayatımı sefil bir hâle çeviren bir canavar olmak zorunda değildi! Futbol, hayatımı yönlendiren bir tutku olmalıydı. Kafamdaki taktikler, zihnimdeki planlar sahaya dökülmeliydi! Futbol dünyasının bunu görmesi lazımdı. Tıpkı 16 taşına mükemmel bir şekilde hakim olan bir satranç oyuncusu gibi, zekice yöneltilmesi gereken bir savaştı bu. Ve bu savaşın komutanı ben olmalıydım.
http://imageshack.us/a/img846/7742/chessy.jpg
Saçımı sakalımı kestim, bir duş aldım, uzun süredir gardropta duran takım elbisemi giydim, bavulumu hazırladım; annem-babamdan helalliklerini -ve biraz da para tabii ki, heheh- alıp yola çıktım. Futbol yolculuğuna.
Dünyayı gezdim dünyayı. Çalıştığım işlerde futbol kafamı meşgul edip beni sakarlık yapmaya iten bir baş belası değil, yapmak istediğim mesleği düşündürüp bana şevk veren bir kaynak oldu. İyi para kazanıyordum. Futbolla ilgili tüm makaleleri okuyor, aç kalma pahasına, gidebildiğim bütün maçları tribünden izliyor, notlar alıyordum. Elimden geldiğince futbol konusunda bilgili kişilerle sohbet ediyor, onların görüşleriyle kendimi geliştirmeye uğraşıyordum. Zaten iyi olan Türkçe ve İngilizcemin yanı sıra, dünyayı gezince diğer başlıca dilleri de öğrendim. Ve sonunda, 2012'nin sonlarına doğru, keşfedilmeyi bekleyen bir futbol adamıydım! Beni keşfedecek başkanın sayesinde, yöneteceğim kulübe yeni bir vizyon, yeni bir bakış açısı getirip; efsane olmak istiyordum. 3 direği gole kapatıp, asırlarca unutulmayacak bir romanın yazarı olmak istiyordum.
Bekliyorum, dostlarım! Patlamaya hazır bir bomba gibi, kozasından çıkmasına saniyeler kalmış bir kelebek gibi; bekliyorum. Bir şans bekliyorum. Hep kaybettiğim, hep yenildiğim şu hayatta; bana güvenecek bir topluluk, beni ortaya çıkaracak bir fırsat arıyorum.
Başkanlara sesleniyorum: gol yememek isteyen var mı?
http://imageshack.us/a/img651/8999/tacticf.png